İsmail Beşikçi’nin Pınar Selek’in mücadelesinin düşündürdükleri sempozyumunda yaptığı tespit çok kıymetli...
“Türkiye’deki iktidarlar sosyal bilimcilere hep kuşkuyla bakmışlar ve sosyal bilimlerin özgürce gelişimini engellemek için çok yoğun bir çaba içinde olmuşlardır. 1940’larda Behice Boran ve arkadaşlarının yargılanması bu baskının birinci halkasını oluşturuyor. İkinci halka olarak 1970’lerde Oya Baydar ve arkadaşlarına karşı yoğun baskılar yapılmıştır. Kanımca Pınar Selek de üçüncü kuşak olarak değerlendirilebilir.“
- Arda Uskan’ın Zeki Demirkubuz’un film festivali ödül töreninde çiğnediği sakızına duyduğu hoşgörüsü alkışlanası.
“Sakızlı bir yönetmen tüm yargılarını değiştirebiliyor insanın. Hele de bu hayatı ödül almakla geçen Zeki Demirkubuz olursa...”
- Fikret Orman’ın Rıdvan Dilmen’in programında ettiği isyan son derece teatral.
“Enkaz edebiyatı yapmanın manası yok!”
- Rıdvan Dilmen’in ona cevabıyla ilgili yorum yapmaya gerek yok.
“Siz beni fırçalamak için mi telefonla programa bağlandınız?”
- İzzet Çapa’nın medyafaresi köşe yazıları çok alçakgönüllü.
“Bugün twitterda yumurtalar bile istediklerini yazıp çiziyorlar...”
- Aksiyon dergisinin bu haftaki konusu bir yatırım sanatı olarak tuvalden galeriye sanat.
Sanatçı Nazım Hikmet Richard Dikbaş’ın konuyla ilgili düşünceleri pek yerinde.
“Sanat pazarı patladı mı, patlayacak mı, patlamış mı? Zenginin malı züğürdün çenesini yorar. Dili, yöntemleri ve değerleri açısından sanat piyasasının veya herhangi bir piyasanın sanatla ilgisi yoktur.”
- Nihat Doğan’ın milletvekilliği adaylığı afişi metninde tashih yok!
“El ele güneşli yarınlara...”
- Seyyal Taner’in albümünü yeni dinlediğim için Alper Bahçekapılı’nın Seyyal Taner yorumunu da yeni okudum. Bir erkek müzik yazarının yazısında konu edindiği vokalin yaşını tam tamına belirtmesi hiç şık değil.
“Ancak Taner’in 59 yaşında olmasına rağmen, bu işi birçok gençten daha iyi yapıyor olması bir artı.”
(Benzer alışkanlığı sanatla ilgili yazılarda da görüyoruz ve büyük hayal kırıklığı duyuyoruz. ‘Şu yaşında olmasına rağmen yine bu sergisinde de dinç’, ‘yaşını göstermiyor’, ‘yaşıtlarına taş çıkartır’ gibi sözlere gerek duymadan serginin ya da albümün içeriğine odaklanmak mümkün. Hatta sanatçının yaşından ötürü değil de yaşına ait olduğunu düşündüğümüz anlayışlarının geçerli olup olmadığını sorgulamak...)
- Caz müzisyeni Bora Çeliker’in blues müzisyeni Sarp Keskiner’e sanatatak.com için verdiği söyleşide ilk albümünün açılış parçası Weird Blues’u anlatışı şahane.
“...akustik bir hard bop grubuna işe yetişemeyen tenor saksafoncunun yerine freak bir blues/rock gitarcısı dahil olmuş ama tuhaf bir biçimde mayaları tutmuş. Tabii buradaki gitarcının çift taraflı oynayan bir ajan olduğunu kimse bilmiyor! Belki zamanında bir araya gelmemiş müzikal tavırları, fantezi futbol-basketbol takımı kurar misali birleştirmiş olduk bu parçada.”
Ömer Uluç henüz Paris’e gitmemişti
Bu cumartesi gerçekleşecek Bali müzayedesi, kataloguna tam iki sayfa açmış. Bir Ömer Uluç resmi. 1980 tarihli bir nü bu. Resmin ismi Yol Güneye.
Katalogda büyük harflerle resmin yanında Ömer Uluç’un Paris döneminin en önemli örneklerinden yazıyor. Resim 1980 tarihli. O tarihte Maçka sanat galerisinde sergilenen işlerden. Fakat Paris dönemi örneği olduğu tamamen yanlış. 1980 yılında Ömer Uluç ve Vivet Kanetti İstanbul’da yaşıyorlar. Tam üç yıl sonra yıllarını geçirecekleri Paris’e taşınacaklar. Müzayedenin bu en iddialı çağdaş eseriyle ilgili vahim hatasını düzeltmek üzere müzayede yetkilisiyle görüşmek istiyorum. Yetkili, “hangi biriyle uğraşacağız” diyor. “Oluyor böyle yanlışlar...” diye de ekliyor.
Yüzünde, halden aldığı domatesleri beğenmeyen kadına duyduğu umarsızlıkla (çünkü tezgahında o kadar çok domates var ki) manava benziyor.
O kadar çok domates almış ve satmış ki, hem yorgun hem kayıtsız.
Nasıl yani?