Onun adını ilk kez İtalya’da G-8 zirvesine karşı yapılan küreselleşme karşıtı eylemlerde duymuştum.
Hayır, aslında görmüştüm.
2001 yılıydı. G-8 zirvesine karşı bir grup eylemcinin yola çıktığını öğrenmiş. Ben de yola çıkmaya karar vermiştim.
O zamanlar da Milliyet’te çalışıyordum.
G-8 zirvesine karşı aktivistlerin arasına karışacaktım.
Yalçın Çınar’la yollara düştük. Milano havaalanına doğru...
Uçarken ardımızda bıraktığımız bazı politikadan sorumlu dostlar, arkamızdan konuşmakta gecikmedi. Biz eylem yapmayı çocuk oyuncağı mı sanıyorduk? Atari mi oynuyorduk? Küreselleşme karşıtı harekete geçmek de neydi sosyalizm varken? Bir avuç çocuktuk. Sanal maceracı... (Birkaç güne kalmadan ajanslar haber geçtikçe bu dostlar arasından bir yazar, aceleyle en büyük küreselleşme karşıtı kesildi, hayatını o toplantı bu eyleme adamakta gecikmedi.)
Milano’dan sonra zorlu bir yolculuk bizi bekliyordu. Rahmetli Yalçın Çınar olmasa o yol da imkansızdı. Acımasız İtalyan polisin elinden sağ salim kurtulmak da...
Müşfik bir diktatörlük
Cenova’ya giden bütün yolları polis kapatmıştı.
Ama Cenova’ya gitmek isteyen bir sürü eylemci vardı.
Milano tren istasyonunda onlarla tanıştık. Hemen kaynaştık.
Bir avuç falan değil aşağı yukarı 300 bin kişi kadardık.
Cenova’ya direk tren seferleri iptal edildiği için saatlerce yol yürüyecektik.
İşte o uzun yürüyüşün ortasında gece boyu saat başı The Internazionale’yi söyleyen İtalyan yol arkadaşımız, her mola verdiğimizde üşenmeyip bir örtü seriyordu yere. Örtünün üzerine iğnesini, kitaplarını, resim defterini ve fotokopiyle çoğalttığı bir metin yerleştiriyordu. İşte o metin Negri’yle Hardt’ın metniydi. İmparatorluk’u ilk kez orada görmüştüm. Junkie eylemcinin Cenova yolu yerleştirmesinde.
Hardt ve Negri, çeşitli diktatörlüklere sahne olan içinde yaşadığımız dünyanın özelliklerini ifşa ediyorlardı. İmparatorluk diyorlardı buna. İmparatorluk, yani egemenlik fikrini radikal bir biçimde yeniden gözden geçiren müşfik bir diktatörlük.
Bomba yüzünden gözyaşı
Yeni Dünya Düzeni, küreselleşme sayesinde, biçimsiz bir şekilde büyümüş. Her yeri kaplamış. Büyük bir hakimiyet kurmuştu. Devasa bir egemenlikti söz konusu olan... Bu egemenlik, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve serbest piyasa kapitalizmine dayalı bir tüzel soyutlamaydı. Merkezinde sermayenin otoriter çarkı dönmekteydi.
Küreselleşme, coşku değil bu anlamda kaygı uyandırmalıydı.
Negri ve Hardt, bunu anlamamızı istiyordu.
Napolili işçilerle, sendikacılarla, Rus delegasyonundan Çeçenler için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz diyenlerle, kendi sütünü kendi satmak isteyenlerle, organik çiftçilerle, Siyah Blok’la, Pink Group’la, İsrail Marksist ve Leninist Partisi üyeleriyle, Filistinliler için hapis yatmış İsrailli komünistlerle, Kazak anarşistlerle, Lagos’lu lezbiyenler, Korsikalı eşcinsel evlilik yanlılarıyla yürümeseydim bunu anlayamazdım.
İmparatorluk’un sınırsızlığı, mekansızlığı hakkında somut bir fikrim olmayabilirdi.
Yeni bir bin yılı bir geçe, Cenova’da hiçbir karşıt diğerine benzemiyordu.
Uykuya yenilişimiz, bomba yüzünden gözyaşlarımız, tazyikli suya direnemeyişimiz, karavana makarnaya saldırışımız benziyordu bir tek.
En popüler iki slogan
Distopik bir kalabalıktık. Dev kafeslerle çerçevelenmiş, bu eski liman şehrinin kıyısına itilmiş, bilim kurgu romanlarındaki kolonileri andırıyorduk.
Yeni Milenyum Yeni Sosyalizm ile Kapitalizmi devir, daha iyi bir şeyle değiştir, en popüler iki sloganımızdı. O yaz Cenova’da 470 kişi tutuklanacak. 180 kişi gözaltına alınacaktı. Sokakta asfalt üzerinde uyku tulumlarında yatacak. Bazen bombadan korunmaya yer olmadığı için dönüşümlü olarak bir okulun basketbol salonunda uyumaya çalışacaktık.
Negri ve Hardt’a göre egemenlik, içinde ekonomik, siyasal ve kültürel olanın giderek daha çok örtüştükleri ve birbirlerini donattıkları grotesk bir devdi. İmparatorluk onu besliyordu.
İkisiyle de Cenova’da tanışmıştım. Kafeslerin ardında ve kafeslerin önünde.
Bol canavarlı bir coğrafya
Bir sokak ötemizde Carlo öldürüldü. 20 yaşında bile değildi.
Artık zirvelerin hiçbir eylemcinin tırmanamayacağı yükseklikte gerçekleştiğini düşünürsek canavarın iştahının hala yerinde olduğunu söylemek mümkün. Öte yandan imparatorların daha da yükseğe taşınmalarında minicik bir payımız olduğunu bilmek, çorbada tuz misali, tam olarak yenilmediğimizi hissettiriyor. Hatta bir gün gelip yenebileceğimizi de...
Antonio Negri, bugün Bakırköy Belediyesi ve Monokl dergisi işbirliğiyle İstanbul’da bir konuşma yapacak. Bir zamanlar, hayal ve hakikatin bir olduğunu düşünerek, acâibü’l-mahlukât’lı minyatürlerin üretildiği, bol canavarlı görme biçimlerine sahip bir coğrafyada, asrın mahlukatından yeni haberler getireceğini düşündüğüm Negri’yi dinlemek ilginç olacak.