Bugün özellikle dikkatinizi çekmek istediğim birkaç örnek sunacağım: Altınordu Kulübü’nü Türkiye’de örnek alınması gereken üretkenliği... Belçika futbolunda 2000 Avrupa Şampiyonası’ndaki hayal kırıklığı yaratan Türkiye yenilgisi ve sonrasında başlatılan geliştirme programı: Belgitude... Ve 4 milyon 171 bin kişilik nüfuslarıyla kendilerini “dünyanın en büyük futbol ihracatçısı” ilan eden Hırvatistan...
Milli Takımımız’ın insan kaynakları yetersizliğini dile getiren, kulüp alt yapılarından yerli oyuncu yetiştiremeyen ve sınırsız yabancı oynatma hakkının yeniden sınırlandırılmasını savunan futbolseverleri düşünmeye davet eden bir yazı bu...
Altınordu’yu biliyorsunuz. Mehmet Seyit Özkan’ın şirket statüsü ile endüstriyel futbola uygun bir kulüp haline getirdiği, ülkenin en üretken futbol kuruluşu. Orada “iyi insan ve iyi sporcu” mottosuyla gençler yetiştiriliyor. Zaman zaman sert koşullardan ve uygulamalardan söz edilmesine rağmen, üretkenliği tartışılmaz bir eğitim hamlesi. Çağlar Söyüncü’yü 2,5 milyon euroya Freiburg’a sattılar. Beş yıllık sözleşmesi var. Bugünkü değeri 7 milyon euro. Cengiz Ünder’i Başakşehir’e verdiler. Transfermarkt’ta 4 milyon 700 bin lira bonservis ücreti
Sanki Kharkiv’de hiç bir şey olmamış gibi... Milli Takım hem yenilginin kırıklığını atmış üzerinden, hem de yenilenmiş kadrosuyla oyuna ortak olmuştu. Kuşkusuz Eskişehir’deki futbolseverler de çocukların yelkenine rüzgar üflemişti.
Mircea Lucescu, dün sahaya çıkardığı on birle daha iyi paslaşan, Hırvatistan’a karşı kanatlardan ve ortadan yüklenen yeni bir kimlik yaratmıştı. Cenk Tosun’la Burak Yılmaz’ı aynı kadroda görenler çift santrfor oynayacağımızı bekliyordu. Ancak Cenk Tosun sağ kanatta önde oynayarak hücumda farklı bir görev üstlendi. Çağlar Söyüncü, özellikle defanstan oyun kurarak çıkıp orta alanda Nuri-Oğuzhan ikilisinin daha yaratıcı bir oyun oynamasına yardımcı oldu. Ne var ki soldan Caner’in yaptığı ortalar, ortadan dikey hücum denemeleri istediğimiz etkinliği oluşturmaya yetmedi.
Bazen forvet oyuncularının iyi niyetle savunma görevleri üstlenmesi ekstra rizikolar da yaratıyor.
Modric’in serbest vuruşunda Burak Yılmaz’ın kale ağzındaki müdahalesi - topun elle temasından - bir penaltı gerektiriyordu. Kassai aleyhimize penaltıyı vermedi. (Acaba vicdanen İspanyolların borcunu mu ödüyordu?)
Her neyse... Lucescu’nun on biri ikinci yarıda daha etkin girişimlerde bulunur, diye
Ne Lucescu’nun “sihirli” (!) dokunuşu... Ne tecrübeli ağabeylerin tercih edilmesi, ne bireysel hatalar, ne de takımca çözülmenin ve dağılmanın etkisi.
Hayır bunların hiçbiri oynanan kötü futbolun tek başına sebebi olamaz.
Ama hepsi bir araya gelince... Kötü sonuç kaçınılmazdır.
Ukrayna’nın attığı gollerde ne kıl payı ofsayt mazeretine sığınalım, ne de topun dışarıdan çevrildiğine yanalım. Bunlar doğru olsa bile çok mu farklı olacaktı?
Bir takım, oyun alanının her yerinde, topun oynandığı bölgede - kaçar gibi - boşluk yaratabilir mi? Alt yapıdan çocukları toplasanız, onlar bu kadar alan ve zaman bırakmazdı rakibe.
Ukrayna’nın nasıl oynadığı belli. İki büyük silahı var: Yarmolenko ve Konoplyanka... Ama bizim nasıl oynadığımızı ne biz biliyoruz, ne de bizimkiler. Sağda ve solda Şener ve İsmail’le onları durduracak tercihler yapmış Lucescu. Gelin görün ki bizim bekler maçın en verimsiz, en etkisiz adamları. Konoplyanka soldan tren gibi gidip geliyor, Şener seyirci... İsmail zaman zaman öne çıkıyor, bir bakıyoruz ki Yarmolenko oradaymış. Golleri böyle yiyoruz. Dahası o gollerde Emre ve Ozan Tufan’ın yarattığı büyük boşluklar da söz konusu. Ukrayna orada rahatça at
Ne acemiliği kaldı, ne de yetersizliği... Karabük’ten apar topar transfer edilince Dursun Özbek yönetimi de eleştirildi, Igor Tudor’un kendisi de...
Peşpeşe teknik direktör deneyip gönderen ve ipleri futbolculara kaptıran Galatasaray’da Tudor hiç kimseye güven vermiyordu.
Ama beklenmedik biçimde “devrim” gibi bir karar alıp duruş sergileyerek “futbolcuya dayalı düzeni” yıkmaya başladı.
Kentsel dönüşüm için vinçle çatılara çıkan ve tıkır tıkır çalışıp katları adeta yiyerek apartmanı yıkan küçük kepçeler gibi... Kamuoyu onun acemiliğini ve yetersizliğini konuşadursun, o işini gayet planlı yapıyor, ödünsüz- kavgasız tavrıyla Galatasaray’ı değiştiriyordu. Adından yola çıkarak onu İngiltere’yi orta çağdan çıkarıp rönesans çizgisine yükselten Tudor hanedanına benzetebilir miyiz? Olabilir.
Bu noktada elbette Dursun Özbek yönetimine de bir paragraf ayırmak gerekiyor. Başkan Özbek, Galatasaray’ın ağır eleştirilerle karşılanan şu sıkıntılı döneminde “kararlı” davrandı. İşi kamuoyuna ve taraftarlara bırakmadan inisiyatif sahibi olduğunu gösterdi. Başka konularda eleştirilebilir. Hiç itirazım yok. Ne var ki futbol takımıyla ilgili stratejik değişiklik kararı, her türlü takdirin üstündedir.
Fenerbahçe gündemin en dertli takımı... Takım denmek ne kadar doğru ona da siz karar verin. Savunmada, orta alanda, forvette... Ortada, kanatlarda, ileride ve geride takım oyunundan söz etmek çok kolay değil.
Fenerbahçe, iyi niyetli ve özverili futbolcuların bireysel gayretleri ve becerileriyle mücadele ediyor. Ne var ki böyle bir oyunda bireysel hatalar da göze batıyor. Takımca dayanışma da yerleşmediğinden kopuk kopuk, akıcılığı olmayan, gel-gitlerle dolu bir oyun izledik. Gençlerbirliği de 5-4-1 gibi savunmayı baştan sağlama almanın gayreti içindeydi. O nedenle rastlantılara endeksli, şansa bağlı bir oyun izledik.
Hemen söylemeliyiz ki Fenerbahçe’de Valbuena, Giuliano takımın toplam kalitesine katkı yapabilecek oyuncular. Soldado ise galiba biraz süreye ihtiyaç duyuyor. Yine de Van Persie’nin keyfini bekleyeceğinize Soldado’yu sabırla izleyebilirsiniz. Fenerbahçe merkezde bir türlü organize olamıyor. Mehmet Topal bir yalnız adam... Ona partner olarak kimi verseniz maya tutmuyor. Souza ya da Ozan fark etmiyor. Ozan Tufan açısından ümit veren gelişme, hücuma katılıp ortadan dikey çıkışıyla attığı goldü. O gol hem takımını rahatlattı, hem de kendini.
Maçın açılış golü, Valbuena’nın
Volkan Demirel, Fenerbahçe kalesinde 15 yılı çoktan geride bıraktı. Oynadığı maç sayısı 300’ü geçti.
Futbolda eşine az rastlanacak bir devamlılık ve kariyer örneği.
Kartalspor alt yapısından yetişip Fenerbahçe’ye geldiği zaman Rüştü Reçber’in yedeğiydi.
Sabretti, bekledi, durmadan çalıştı. Fiziksel kapasitesini geliştirdi. Fenerbahçe’nin yerli kaleci geleneğinde son halkayı oluşturdu.
Önce Engin İpekoğlu... Sonra Rüştü Reçber... Ve Volkan Demirel... Üçü de beklediler ve kaleye geçtiler.
Fenerbahçe gibi büyük takımların kalecileri de büyük olur, efsanenin bir parçasını oluştururlar. O efsaneye tanık olanlar, bir masal gibi, dünün kahramanlarıyla birlikte kalecileri de gençlere ve çocuklara anlatırlar.
Konu Volkan Demirel olunca anlatılacak çok şey var.
İki “Dargeçit” var... Birincisi Mardin’de. İkincisi Kasımpaşa’da... Özellikle Beşiktaş için Kasımpaşa’dan “vukuatsız” geçmek o kadar kolay değil. Hele Kemal Özdeş’le özdeşleştikten sonra, Kasımpaşa transferde oyuncu kaybettiği sanılırken, yenilerle yine başını dik tutuyor.
Peki Beşiktaş “dar geçit”te ne yaptı? İlk haftaya göre kuşkusuz daha iyiydi. Ama Pepe’ye rağmen iki golü önleyemedi. Beşiktaş’ın savunma zaafları geri dörtlü ile sınırlı değil. Orta alanda Atiba ile alıştığımız baskıcı oyun karakteri sanki gerilemiş gibi. O nedenle Oğuzhan da Tolgay da hücum oyununda rol alırken savunmada merkezi adeta boş bıraktılar. Beşiktaş iki golünü de çok paslı iyi kurulmuş oyunun sonunda atarken, Kasımpaşa iki uzak şutla geriden gelip dengeyi sağladı.
Kemal Özdeş’in sakin ama derinlikli bir futbol anlayışı var. Markus Neumayr, Sadiku, Trezeguet, Adem Büyük’le iyi işler yaptı Kasımpaşa. Attıkları gol için Beşiktaş’a şunu söylemek gerekiyor: Ağları havalandırmak için ille de ceza alanına girmek zorunda değilsiniz. Önce Neumayr, sonra da Trezeguet uzaktan öyle şık vurdular ki, Fabri çaresiz kaldı.
Beşiktaş transferde geç kalmış sayılmaz. Uygun hamleleri zamanında yaptılar. Ama Negredo, Medel,
Fenerbahçe Spor Kulübü 110 yıldır taşıdığı adına hiç bu kadar yakışmamıştı. Futboldaki ezeli rekabet sarmalı amatör şubelerin önünü perdeliyordu. Orada ne yaparsanız yapın, ne taraftarınız ilgileniyordu başarınızla, ne devlet, ne de medya. O nedenle bir çok spor kulübü ister istemez futbol kulübüne dönüşmüştü. Fenerbahçe futbol dışında basketbola yatırım yaptı. Sabır ve emekle bekleyip sonunda Avrupa’nın en büyük kupası Euroleague’i kaldırdılar.
Voleybolda pırıl pırıl istatistikleri var. Erkek ve kadın takımları hem ligin hem Avrupa’nın tozunu atıyor. Kadınlarda Avrupa şampiyonluğunu da, dünya şampiyonluğunu da kazandılar. Ve en olmayacak şeyi yaptılar, Dünya Atletizm Şampiyonası’nda Usain Bolt’un bıraktığı tahta Ramil Guliyev’i çıkardılar. Bu sonuç gözümüzü yaşarttı, göğsümüzü kabarttı. Ercan’ın (Güven) da dün yazdığı gibi sevelim sevmeyelim bu bir Aziz Yıldırım zaferidir. Bu zaferin perde arkasını Aziz Yıldırım’ın kurmayı, amatör şubeler koordinatörü Fikret Çetinkaya anlatıyor.
Fenerbahçe’de amatör şubelerden elde edilen yıllık gelir, 51 Milyon TL. Harcama 146 Milyon TL. Zarar 95 Milyon TL. Atletizmde maşallah (!) 120 Bin TL gelir var. Gider 4 Milyon TL. Bu rakam Ramil Guliyev’in,