Şenol Güneş haklı olarak soruyor: Marcelo’da tezgah mı var?
Lyon Teknik Direktörü Bruno Genesio, Brezilyalı stoperi mutlaka kadrosuna katmak istiyor. Bunun için Fransızlar bedel de biçmişler: 8 milyon Euro! Gelgelelim Beşiktaş için bu rakam hiç de yeterli değil, en az 12 milyon Euro istiyorlar. İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü! Ne var ki spekülasyonlar, tartışmalar, Fransız ve Türk basınındaki haberler Şenol Güneş’in canını sıkıyor. Haklı olarak soruyor: Marcelo işi neden karıştırılıyor?
Hakça düşünelim... Lyon’un Beşiktaş’ı rahatsız etmek, zor duruma düşürmek gibi bir derdi olamaz... UEFA Avrupa Ligi’ndeki cezalı çeyrek final aşaması düşmanlığa gerekçe için yeterli değil.
Burada olsa olsa Marcelo’nun menajeri her kimse, onun bazı hedefleri olabilir. Bu transferi kızıştırdığı rakamlarla gerçekleştirirse, elbet alacağı komisyon da ona göre çok çekicidir. Hesapta olmayan bir transfer için havadan gelen para, oh ne ala!
Oysa Pepe’nin transferiyle Beşiktaş, Güneş’in kafasındaki ideal ikiliyi bulmuş, başka sorunlarla ilgilenmeye başlamışken Marcelo tartışmaları huzursuzluk yaratmıştır.
Beşiktaş’ın asıl derdi, “Kiracı Şampiyon” olmasıdır...
Santrfor ve golcü olarak başarılı katkılar
Büyük yenilgiler, hezimetler, düşüşler ve çöküşler yaşadık.
Onurlu, coşkulu günlerimiz de oldu, utanç dolu anılarımız da. Hepsi futbolun asla futbol olmadığını gösteren örneklerle iç-içeydi.
Ama hiç biri “3 Temmuz süreci” kadar travmatik olmadı.
O travmatik olayda maalesef kendi kendini yönetemeyen futbol, mahkeme kapılarına düştü. Ağır Ceza’da avukatların, başkanların kapışmalarına tanık olduk. Tapelerden, polisten ve savcılıktan sızdırılmış ifade tutanakları ve iddianame taslaklarından başımız döndü.
Nihayet anlaşıldı ki travmanın arkasında hayatın her alanına sızmış, eğitimden hukuka kadar her yeri kontrol altına almış bir örgütün yarattığı tahribatla baş başaydık. Bugün hâlâ o örgütle hesaplaşıyoruz.
O örgütün adı belli: Fetö!
En başta Aziz Yıldırım, Şekip Mosturoğlu, Tamer Yelkovan’ı kıskacına aldı o örgüt... Sonra Serdar Adalı’dan Tayfur Havutçu’ya, oradan İbrahim Akın’a, Ümit Karan’a uzayan bir tutuklular listesi oluştu.
2014’de Beşiktaş’ın “ölümsüz” başkanı Süleyman Seba vefat ettiğinde TFF çok yerinde bir karar alarak, 2014-2015 sezonunu Süleyman Seba’ya adadı... Onun örnekliğini, dürüstlüğünü, centilmenliğini ve saygı üzerine kurduğu felsefesini benimsemeye çalıştık. Ne kadar başarılı olduğumuzu tartışacak değilim.
Sonraki yıl (2015-2016) da TFF eski başkanı Hasan Doğan’a adandı. 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki muhteşem yarı final başarısını öylesine heyecan ve coşkuyla izledi ki yorgun yüreği tatilin ilk günlerinde iflas etti. Hasan Doğan’a da vefa duygumuzu gösterdik..
Geçen yıl (2016 -2017) Berlin Panteri Turgay Şeren’e adandı. Onu da saygı ve sevgiyle andık. Daha anlamlı olabilir miydi? Olabilirdi. Ama dedim ya, artık güncel ve biraz da yüzeyselin peşindeyiz. Örneğin Turgay Abi’ye adanmış bir sezonda uluslararası kalecilik semineri düzenleyebilir, yılın en başarılı kalecisini seçebilir, anısını gelecek kuşaklara aktarabilirdik. Bunları TFF’den beklemekle başımızdan savuramayız elbette. Bizim de (medya) önerilerimiz olabilirdi. Galatasaray Spor Kulübü’nün, Profesyonel Futbolcular Derneği’nin, Spor Bakanlığı’nın da katkısı sağlanabilirdi.
Hayır, üç adanmış insana saygısızlık etmek istemem. Hepsi
Başkan Dursun Özbek ve yönetimi, taraftara, medyaya ve sosyal medyaya zaman zaman gereğinden fazla önem veriyor. Evet, Galatasaray Spor Kulübü iletişime kapalı değil. Tam da kamu yararına bir dernek gibi hareket ediyorlar. Her şeyi açık açık tartışıyorlar. Bazı kulüplerin yaptığı gibi bir çok etkinliklerini iletişime kapalı tutmuyorlar.
Yine de arızalar çıkıyor. Popülizmin ve sosyal medyanın etkisiyle polemikler, tartışmalar, spekülasyonlar gündem oluşturuyor.
Dileyen buna “kayıkçı kavgası” ya da “havanda su dövmek” diyebilir. İkisi de aynı kapıya çıkar: Sonu gelmeyen yararsız, boş tartışmalar.
Başkan Özbek ile basketbol takımının eski coach’u Ergin Ataman arasında böyle bir polemik başladı. Ataman twitter’dan veriyor mesajlarını... Başkan Özbek de her türlü iletişim aracıyla yanıt yetiştiriyor.
Efendim, Ergin Ataman’ın “Gerekirse ücret almadan da çalışırım” sözünü pek doğru bulmamış Başkan... İyi ama onu hiç de hak etmediği şekilde “pahalı kadrolarla başarı arayan” bir coach olarak tanıtan kimdi? Galatasaray’ın basketbol şubesinde küçülmeye gideceğini divanda açıklayan kimdi? Ergin Ataman’ın basketbol takımı için 5 yılda 55 milyon dolar harcama yaptığını ileri süren
Çok şaşırdım... Osmanlı tarihini, cumhuriyet tarihini, dünya tarihini renkli üslubuyla bize anlatan, kırdı-döktü, fethetti- keşfettinin ötesinde hemen her dönemin siyasal, sosyal, kültürel yapısını analiz eden, ekonomik kıyaslamalar yapan sevgili hocamız Prof.Dr. İlber Ortaylı, Arda Turan olayına da müdahil olmuş.
CNN’de Hakan Çelik, Cumartesi günü İlber Hoca’yı ağırlıyor. Gazetecilik refleksiyle programı güncelden açıyor. Arda olayına hocanın bakışı...
Eyvah ki ne eyvah!
“- Arda Turan, tanıdığım futbolcular arasında en cahili değil” diyor, devam ediyor : “Bu millet kitle halinde bilmeden etmeden ya da bilerek ederek kitle halinde saldırıyor. Bu uygar bir topluluğa yakışan tavır değil. Şimdi ben dinledim uzun bir cehalet edebiyatı gidiyor. Ben tabii futbolla çok ilgilenmiyorum... Fakat bu Arda benim tanıdığım futbolcular arasında bir kere en cahili değil. İlgileniyor. Belirli şeylere ilgisi var. Oturuyor dinliyor, okuyor filan. Ne için kavga edildi bilmiyorum. Öteki taraf ne kadar melek onu da bilmiyorum. Gazeteci yani bizim gazeteler de bellidir. Ama bunu doğru bulmuyorum. Bu kitle halinde saldırıyı doğru bulmuyorum. Bu mahalle psikolojisidir. İkincisi bu artık
Sevinmek gerek... Allah’ın sevgili kullarıymışız ki en kötü günümüzde en uygun rakiple karşılaştık ve ille de 1 gol yememize rağmen deplasmandaki Kosova maçıyla yüzümüz güldü.
Kosova FIFA’nın en yeni üyelerinden biri. Bizim Balkanlı kardeşlerimiz. Onlar da henüz kuruluş aşamasındalar. Futbolda köklü bir kültüre sahip olmalarına rağmen henüz “performans” ölçeğinde bir güce ulaşabilmiş değiller. Çok koşan, ama çok da kırılgan bir yapıları var. Bu halleriyle dişimize göre olduklarını ortaya koydular.
İyi ki onlarla oynadık dün. İzlanda, Hırvatistan ya da Ukrayna ile oynasaydık -maazallah - başımıza iş açabilir, kazaya uğrayabilir ya da ağır bir darbe alabilirdik.
Neden kötü günler yaşadığımızı zaten biliyorsunuz. Saha dışındaki olaylara değinmek artık gereksiz. Maalesef, saha içinde de skor tabelasına uygun düşecek bir oyunun sahibi olamadık.
En başta yine çok basit bir gol yedik. Duran toptan (kornerden) bir kafa vuruşuyla yediğimiz bu gol hiç yakışmadı. Dahası, o golü atan Amir Rahmani temel top tekniği (fundamental) bakımından sahanın en sıkıntılı oyuncusuydu. Çağlar ve Mehmet Topal’ın o vuruşu yaptırmaması gerekirdi.
Çok yavaş oynadık. Bu temposuzluk hali, Kosova’nın da maçın 3’te
Neresinden baksan lime lime, pis ve paçavra!
Arda Turan’ın davranışlarından söz ediyorum. Kariyeriyle birlikte egosunu da büyüten; sevgiden nefrete, nefretten öfkeye, öfkeden kibire, kibirden küstahlığa sıçrayan Milli Takım Kaptanı, ne yazık ki kavgadan, çatışmadan, iktidar hırsından kurtulamıyor.
Ayaklarında onca hüner, kafasında futbol zekası varken, dili, elleri ve aklı, içine aile, onur, şeref kavramlarını da kattığı bol soslu, ağdalı bir kavga maratonuna soyunuyor.
İlk kavgası, takım arkadaşlarıyla birlikte prim yüzünden tavır koyduğu Teknik Direktör Fatih Terim’e karşıydı. Abisinin konuk ettiği programda şımarık bir üslupla meydan okudu. Karşısında baba-dede olgunluğuna erişmiş bir adam vardı. Ağız dalaşı, polemik ve spekülasyonlara girmeden, sadece ayarı bozuk basın toplantılarıyla meseleyi noktaladı. Bir - iki maç geçtikten sonra da barışmış (!) oldular.
İkisi de bu ülkenin değeri oldukları için herkes bir “ılım” pozisyonuna geçti. Meseleyi kaşıyanlar bile fazla uzatmadı.
Şimdi olayın üzerinden aylar geçmişken Arda’nın Bilal Meşe’ye ana-avrat, kızları ve ailesi dahil küfürlerle hakaret etmesi, yanlış olduğunu bile bile saldırması, boğazını sıkıp yumruk
Süper Lig’in kapanış maçı diyebilirsiniz... Gerçekten de öyle. Ama Vodafone stadında oynanan sadece bir kapanış maçı değildi. O bir jübile maçıydı aslında... Kutlama anlamında. Şunu da söyleyelim ki, jübileyi yapan sadece Şampiyon Beşiktaş değildi. Osmanlıspor da katıldı jübileye... Gerek seremonideki centilmenliğiyle, gerekse masum oyun futbolda oyuna ortak olmasıyla. Skor tabelasının hiç de önemi yok... Beşiktaş güzel gollerle kazandı maçı. Ama Osmanlıspor da en az 5 kez gol pozisyonuna girdi, Fabri’yi aşamadı, atamadı.
İki teknik direktöre de alkış borcumuz var. Şenol Güneş’e şampiyonluk getiren emeği ve başarısı için. Hamza Hamzaoğlu’na da başına gelen onca aksiliğe rağmen futbola küsmediği, iyi niyetini ve centilmenliğini kaybetmediği için. Hatırlayalım. Fenerbahçe’nin son şampiyonluğunda da Manisa’daki maçta Akhisar Belediyesporlu oyuncular çıkışta iki sıra halinde rakiplerini alkışlamıştı. Dün de Osmanlıspor ve Hamza Hamzaoğlu aynı jesti yaptı.
Şenol Güneş, Süper Lig’in yükünü taşıyan bazı oyuncularını kenara çekip ya da tribüne çıkarıp gölgede kalanları sürdü sahaya... Beck, Mitroviç, Caner Erkin, Gökhan İnler gibi... Oyun başladığında gördük ki isimler değişse de