Kadın sinemacıların ayak sesleri

12 Ekim 2020

Hani “Kadın sinemacıların işi zor” gibi cümleler hep havada kalır ya. En fazla “İyi de ne yapabiliriz?” noktasına gelir konu, “Onlar film yapıyor da önlerini mi tıkıyoruz?” Bence pandemi zamanı nefis bir festivali alnının akıyla tamamlayan 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali, ödül gecesinde de bütün bunlara cevap verdi.

İkinci sorudan başlayalım. Ne yapabiliriz? Bunu yapabilirsiniz işte; 12 filmlik seçkide tek kadın yönetmen olarak inci gibi parlayan Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler”ini görmezden gelmeyebilir, hakkını teslim edebilirsiniz. Aynı şekilde “Çatlak”ta birbirinden parlak kadın oyuncu performansları ve gerçek bir ekip oyunculuğu varsa onların hepsini birden ödüllendirebilirsiniz. Kurguda, senaryoda, yapımda emeği geçen kadınların işlerine dikkat çekebilirsiniz.

Birinci soruya dönelim: Ne yapıyoruz da işleri zor kadın sinemacıların? Bunu yapıyorsunuz; ortada son derece yenilikçi bir dille, zamanın ruhunu yakalayarak genç, pırıl pırıl bir film çekmiş bir yönetmen var, bunu yapana kadar

Yazının Devamı

Tanıdık hikâyeler, yaşayan karakterler

8 Ekim 2020

Bir film izlerken az çok kendi dünyasıyla bağ kurmak her seyircinin hoşuna gider diye düşünüyorum. Hani perdede bire bir benim dertlerim olmak zorunda değil de, arada birisi de bir yerinden tutsa fena mı olur? Yana yakıla iyi yazılmış kadın karakter görmek neden bu kadar zor sinemamızda diye söylenmemizin sebebi de biraz bu. Ya hiç yoklar ya da erkeğin hayatının bir kenar süsü ya da başındaki büyük belanın (misal yaratamamak) müsebbibi olarak boy gösteriyorlar. Kendilerine ait doğurmak-doğurmamak dışında bir meseleleri yok, ya menopoz ya kısırlık ya kürtaj olmadı postpartum depresyonla uğraşıyorlar. Hani böyle olacaksa hiç olmasın dediğin birtakım karton yaratıklar deviniyor perdede.



Fotoğrafta onları nadir mutlu anlarından birinde görüyoruz; renkli boneleriyle havuzda. Geri kalan zamanda ise koptu kopacak bir pamuk ipliğiyle bağlı sürdürüyorlar hayatlarını, iki kız dururken Dudu’ya gelen evlenme teklifiyle de kıyamet kopuyor sonunda.

Filmde anneyi yönetmenin annesi Dudu Yetik oynuyor, inanılmaz etkileyici yüzü ve bütün sahiciliğiyle.

Yazının Devamı

Kontrollü ve özenli festival

5 Ekim 2020

Bütün dünya Kovid-19’un gölgesinde geçen bir baharı ve yazı geride bırakırken, 57. yılına ulaşan Antalya Altın Portakal Film Festivali de kontrollü  mesafeli ve de özenli şekilde seyircilerini ağırlamaya başladı.

Akdeniz’in sıcakkanlı insanları bir araya gelip nasıl “mesafeli” açılış yapabilecek diye merak ediyordum, cumartesi akşamı Cam Piramit’in yanında kurulan alana girer girmez gördüm ki gayet mümkün. Sandalyeler zaten belli bir düzenle yerleştirilmiş, istisnasız herkesin yüzünde maske var ve kimse de ötekinin dibine yanaşıp muhabbet etmeye çalışmıyor. Tuhaf bir duygu. Bir yanımız “Buna da şükür” diyor, “En azından aynı perdenin önünde buluşabildik”, içimizden bir ses de “Seneye her şey eski normale dönmüş olsun lütfen” diye dilek tutuyor. Festival demek muhabbet demek çünkü bir yandan da.

Neticede epey ağırbaşlı, olabildiğince kısa ve biraz da hüzünlü bir açılış oldu, zira Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı, Altın Portakal Film

Yazının Devamı

Paylaşarak çoğalan minimal sezon

1 Ekim 2020

İstanbul Şehir Tiyatroları bu sezonu pandeminin soğuk ve yalnızlaştıran ikliminde içimizi ısıtan bir sürprizle başlattı: Kendileri 10’a yakın sahnede sezonu açmak üzereyken aylardır oynayamayan meslektaşlarına da el uzattılar ve dediler ki: “Sahnelerimizi birbirinden değerli sanatçılarla paylaşarak, perdeleri birlikte açıyoruz”.

Yani Şehir Tiyatroları’nın oyunlarıyla birlikte kendi sahnesi bulunmayan ya da sahneleri pandemi koşullarına elverişli olmayan özel tiyatrolar da bu sahnelere konuk olarak seyirciyle buluşabilecek. Ekim ayında 50 konuk oyun alındı programa, uygulama kasımda da devam edecek.

Açıkçası, çoğunlukla her koyunun kendi bacağından asıldığı bir iklimde yakınmak yerine atılan bu somut adım beni çok sevindirdi. Sonuçta bu kimsenin hayatını kurtarmaz ama yalnız olmadığını hissettirir. Yarattığı heyecan dalgası yeter.

Sonra baktım, az sayıda da olsa durumdan hoşnut olmayan kurum oyuncusu var. “Bizim oyunlarımız ne olacak?” gibi bir soruları var ki bir şey olmayacağı, sahnelerde herkese yer olduğu görülüyor, geçici bir dönemdir,

Yazının Devamı

Kural tanımaz maskesizler

28 Eylül 2020

Geçen hafta pandemi sürecinden beri ilk defa gidip oyun izledim. Daha önce görmüş olduğum ve “Bize bir oyun önersene” dendiğinde tereddüt etmeden söylediğim “Bir Baba Hamlet”in kavuk özel gösterimiydi, Şevket Çoruh’un kavuklu ilk oyunuydu, Murat Akkoyunlu ile karşılıklı gene döktürdüler. Ama esas olarak Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda bulunmamızın öncelikli nedeni, kavuğun Rasim Öztekin’den Çoruhlu’ya devredilişine tanık olmaktı, oyun da bu keyifli tanıklığın bonus’uydu. Epeyce de kalabalık bir kitleydik bu heyecanı paylaşmak için toplanan. Bir ara, tören bitip de oyun başlamak üzereyken, orta sıralarda bir bağırış çağırış, hatta itiş kakış başladı. Ne oluyor diye baktık, “maske kavgası”ymış. Ne demek o diye sormayacak kadar alıştık mı bilmiyorum, ben gene de açıklayayım: Vatandaşın biri maskesini çıkarmış, etrafındakiler tak diyor, adam itiraz ediyor, oradan kavga kopuyor.

Gerçekten anlamak mümkün değil. Hemen utanıp takacağına kavga ediyor en ufak bir haklı yanı

Yazının Devamı

Türk hekimlerini kime emanet edeceğiz?

24 Eylül 2020

Herhalde hiç kimse bu dönemdeki kadar doktor olmadığına şükretmemiştir. Hiçbir zaman kolay bir meslek olmadı. Herkesinkinden çok daha uzun yıllar süren eğitim süreleri, üzerine eklenen ihtisaslar, mecburi hizmetler, bu kadar sürenin sonunda epey ileri yaşlara kadar ancak orta karar bir yaşam sürmene yetecek bir kazanç, gecesi gündüzü olmayan iş hayatı... Hani hayata bir kere geldiğimiz düşünülürse, insanın bir meslek uğruna yaşamından bu kadar feragat etmesi hiç akla mantığa uygun gelmiyor. Ama neyse ki bu tür bir hesaba kitaba girmeden insanları iyi etmeye baş koyan çılgınlar var da o eğitimleri, o sıkıntıları, o çalışma sürelerini göze alıyorlar.

Bir zaman önce olsa derdim ki bunun karşılığında da ama, manevi olarak çok tatmin oldukları, toplumun gözünde “kutsal görülen” bir işleri var hiç değilse, bu da az şey değil. Çok saygı görüyorlar, insanlar onlara şükran duygularıyla yaklaşıyor, yaptıkları fedakârlıklar boşa gitmiyor.

Ama şu pandemi süreci bir kez daha

Yazının Devamı

Dümbüllü’nün kavuğu hak eden başta

21 Eylül 2020

Her zaman bir sürü engele, soruna, yükümlülüğe ‘rağmen’ yapıldığı bir sır olmayan tiyatromuz Kovid-19 dünyayı sarsmaya başladığından beri iyice zor zamanlar geçirmekte. Sabit sahnesi olmayan tiyatro emekçileri geçim derdi yaşıyor, salon sahibi olanlar buna ilaveten bir de pandemi falan dinlemeyen giderlerle baş başa. Avrupa yakasının az sayıdaki sahnelerinden TOY İstanbul’un kapanma haberini aldık geçen hafta. Maalesef sırada başkaları olmasından korkmak için yeterli verimiz var. Hal böyleyken tiyatrosunu ayakta tutmak için bin türlü özveride bulunanlara bir kez daha şapka çıkarmak gerekiyor galiba. Ya da işte başlarına bir taç, bir kavuk, takdir edildiklerini, fedakârlıklarının, emeklerinin görüldüğünü belirten bir sembol takarak teşekkür etmek.

Doğal olarak sözü Şevket Çoruh’a getirmek, niyetim. Ben bu satırları yazarken henüz somut olarak devralmasa da siz okurken Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle İsmail Hakkı Dümbüllü’nün

Yazının Devamı

Gerçek hayat hikâyesinden

17 Eylül 2020

Herhalde ekranlarda görüp görebileceğimiz en hareketli dizi sezonu açılışı yaşanmakta. Koronavirüs salgını nedeniyle yapılan erken finallerin acısı çıkarılıyor, eski dostlar bir bir dönerken yeni başlangıçlar da birbirini izliyor. Tabii bir yandan da tekrar evlere kapanacak mıyız endişesiyle harıl harıl yedek bölümler çekiliyor. Bu kış dizisiz kalmayacağımıza kesin gözüyle bakabiliriz.

Bu sırada dikkati çeken iki şey var: Birincisi, pandemiden daralan ruhlara iyi geleceği düşünülen peri masallarından fırlama romantik komediler sardı her yanı. Hani yaz dizileri hep olurdu ama yeni başlayanlar da göz önüne alındığında sayıdaki artışı fark etmemek mümkün değil. İkincisi de “gerçek hayat hikâyesinden” ibaresi taşıyan dramalar çoğaldı. Yani iki uç arasında salınmaktayız, ya bizi gerçeklerden koparacak, birkaç saat gülümsetecek işlere yöneliyoruz ya da hayatın sert, acımasız ama sahici yüzüne. Özellikle de insan psikolojisini irdeleyen işlere. Dünya anlaşılmaz oldukça

Yazının Devamı