Bütün dünya Kovid-19’un gölgesinde geçen bir baharı ve yazı geride bırakırken, 57. yılına ulaşan Antalya Altın Portakal Film Festivali de kontrollü mesafeli ve de özenli şekilde seyircilerini ağırlamaya başladı.
Akdeniz’in sıcakkanlı insanları bir araya gelip nasıl “mesafeli” açılış yapabilecek diye merak ediyordum, cumartesi akşamı Cam Piramit’in yanında kurulan alana girer girmez gördüm ki gayet mümkün. Sandalyeler zaten belli bir düzenle yerleştirilmiş, istisnasız herkesin yüzünde maske var ve kimse de ötekinin dibine yanaşıp muhabbet etmeye çalışmıyor. Tuhaf bir duygu. Bir yanımız “Buna da şükür” diyor, “En azından aynı perdenin önünde buluşabildik”, içimizden bir ses de “Seneye her şey eski normale dönmüş olsun lütfen” diye dilek tutuyor. Festival demek muhabbet demek çünkü bir yandan da.
Neticede epey ağırbaşlı, olabildiğince kısa ve biraz da hüzünlü bir açılış oldu, zira Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı, Altın Portakal Film Festivali Başkanı Muhittin Böcek’in hastanede Kovid-19 tedavisi sürmekteydi. Kendisine sahneden bolca gönderilen şifa dileklerinin en kısa zamanda karşılığını bulmasını diliyorum.
Altın Portakal’ın iki afişi var bu yıl, ilkinde 1965’te düzenlenen ikinci festivalde “Keşanlı Ali Destanı” ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülü alan Fatma Girik, ikincide de elinde ödül heykelciği tutan bir kadın sağlık çalışanı çizimi. Filmlerde değilse de afişlerde başrolün kadına verildiği kesin yani. Ayrıca önyargılı olmamak lazım, henüz sadece fragmanlarını görebildiğimiz Ulusal Yarışma filmlerinde askerlik şubesinde geçiyora benzeyen birkaçı dışında keyifle izleyeceğimiz kadın oyuncu performansları var gibi. Kadın yönetmen? 12’de 1. İlk filmi “Hayaletler” ile 77. Venedik Film Festivali’nden Uluslararası Eleştirmenler Haftası Büyük Ödülü ile dönen Azra Deniz Okyay.
Neyse, sonuçta 57 yıllık festivalin ara vermemesi, pandemiye rağmen azim ve cesaretle hayata geçirilmesi şahane bir şey. Ülkemizde Ulusal Yarışma’da yarışacak daha önce Türkiye’de hiç gösterilmemiş 12 film yapılmış olması (Bunların 47 başvuru arasından seçilmiş olması da) çok umut verici. Altın Portakal Sinema Okulu’na 44 kentteki üniversitelerde sinema, medya, iletişim ve görsel sanatlar okuyan 697 öğrencinin başvurması, bunlardan 250’sinin bir hafta boyunca alanında deneyimli isimlerden ders alacak, yazar, oyuncu, yönetmen ve yapımcılarla çevrimiçi söyleşilere katılacak olması nefes açıcı.
‘Sinemaseverlere jüri olmalarını tavsiye ediyorum’
Bir şeyin öğretici cümlelerle doğrudan söylenmesindense şakayla karıştırılmasını daha çok seven biri olarak, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin açılış gecesinden bana en çok Gülse Birsel’in konuşması kaldı. Ercan Kesal başkanlığındaki Ulusal Yarışma Jürisi’nin bir üyesi olarak sahneye çıktı ve bağımsız filmlerin seyirciyle buluşma sorunundan söz etti. Ama “Filmler gösterilecek salon bulamıyor beyler, ey dağıtımcılar, bağımsız filmlere sahip çıkın, salon sahipleri, festival filmlerine yer açın” demedi de, “Sinemaseverlerin bu filmlere ulaşmasının tek imkanı jüri üyesi olmak. Ben de çok şanslıyım ki bu sene jüri üyesiyim ve bu filmlere ulaşma imkanım var. Bütün sinemaseverlere jüri olmalarını tavsiye ediyorum” dedi. Kısa, öz, sade, onlarca süslü cümleden daha etkili bence.
Buna karşılık “Bir bağımsız sinemaya sahip çıkması kalmıştı” diyenlere de bir diyeceğim var: Her şeyi bölüp parçalamaya bir doyun artık. Hiçbir şey kimsenin tekelinde değil.