Herhalde hiç kimse bu dönemdeki kadar doktor olmadığına şükretmemiştir. Hiçbir zaman kolay bir meslek olmadı. Herkesinkinden çok daha uzun yıllar süren eğitim süreleri, üzerine eklenen ihtisaslar, mecburi hizmetler, bu kadar sürenin sonunda epey ileri yaşlara kadar ancak orta karar bir yaşam sürmene yetecek bir kazanç, gecesi gündüzü olmayan iş hayatı... Hani hayata bir kere geldiğimiz düşünülürse, insanın bir meslek uğruna yaşamından bu kadar feragat etmesi hiç akla mantığa uygun gelmiyor. Ama neyse ki bu tür bir hesaba kitaba girmeden insanları iyi etmeye baş koyan çılgınlar var da o eğitimleri, o sıkıntıları, o çalışma sürelerini göze alıyorlar.
Bir zaman önce olsa derdim ki bunun karşılığında da ama, manevi olarak çok tatmin oldukları, toplumun gözünde “kutsal görülen” bir işleri var hiç değilse, bu da az şey değil. Çok saygı görüyorlar, insanlar onlara şükran duygularıyla yaklaşıyor, yaptıkları fedakârlıklar boşa gitmiyor.
Ama şu pandemi süreci bir kez daha gösterdi ki biz insan olarak basbayağı kendimizden başkasına karşı kör ve sağır kalan bir türüz. Sıra bize gelene kadar dünya umurumuzda değil. Bizi iyileştirmek için her gün hastanelerde, kliniklerde hastalarla temas halinde olan, virüse en çok maruz kalan, dolayısıyla en çok kayıp veren doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar hiç umurumuzda değil. Hijyen malzemelerini cebe atmak bizde, eldivenleri kutusuyla götürmek bizde, maskeleri tekelimize almak bizde, sağlık personelini “Bize virüs bulaştırırsın” diye yaşadığı apartmanda huzursuz etmek, daire vermemek, misafir olduğu sitede şikâyet etmek bizde. Mümkünse bu insanların bir hayatı olmasın, ailelerini görmesinler, hastanede izole bir şekilde yaşasınlar, orada yatıp kalksınlar, gelen hastaları iyi etsinler, günün birinde hastalık kaptıklarında da artık takdiri ilahi. Görev şehidi diyebiliriz, her mesleğin bir cilvesi var, değil mi?
Pardon, hekimliğin bir cilvesi daha var, şiddete maruz kalıyorsun. Hastayı iyi ettiğin zaman senden iyisi yok, olur da iyileşmez, ölürse, koru kendini. Bu hafta Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden yansıyan görüntüler durumun vahametini gözler önüne seriyordu. İki kişi silahlı saldırıya uğramış, biri hastanede yapılan müdahaleye rağmen kurtulamamış, ölüm haberini alan yakınları sinir krizi geçiriyor. Neden? Acildeki canlandırma servisine girip ölen yakınlarını göreceklermiş, izin verilmiyormuş. Yüklenerek kapıyı indirmeye çalışıyorlar, kapının ardındaki doktorlar ve hemşireler travma tahtalarıyla barikat kurup kendilerini korumaya çalışıyor. Polis gelip olayı dağıtıyor, biz de dua ediyoruz bu şuurunu kaybetmiş ailenin üzerinde silah olmadığı için. Herhalde kullanmakta tereddüt etmezlerdi.
Saldırıya maruz kalan sağlık personeli Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’ya bilgi vermiş, videoları var. “Buna benzer çok olay yaşadık ama bu sefer çok korktuk, canımızdan oluruz diye” diyen gencecik insanlar. Buna benzer olayların çok yaşanması ve bunun kanıksanması noktasındayız, çok ürkütücü.
Olayla ilgili beş kişi gözaltına alındı dün. Caydırıcı cezalar almaları şart, tepesi atanın kaba kuvvete başvurması, yakınını kaybedenin doktora saldırması bir “gelenek” olmaktan çıkmak zorunda. Türk hekimlerinin canını kime emanet edeceğimiz belli değilken, kendimizi emanet edecek hekim bulamayacağız sonunda.