ARA GÜLER’E SANSÜR MÜ?

22 Mart 2016

Pazartesi sabahı twitter’ı bir açıyorum, peşpeşe iddialar: “İKSV Ara Güler’i sansürledi!”, “Ara Güler’e festivalden büyük ayıp!” Haberlerde, Ara Güler’in İstanbul Film Festivali’ne alınmadı haberi! “Bu faşistlerle halimiz ne olacak?” Kimden söz ediliyor faşist diye? İKSV’den.

İKSV bugüne kadar Ara Güler’le beraber de bir dolu proje gerçekleştirmiş bir vakıf. Ülkemizin yüzakı festivalleri düzenliyorlar yıllardır. Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?

Devam ediyorlar: “Ara Güler’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını çekti diye sansürlediler. Zaten jüri heyetinin Cumhurbaşkanı’na muhalif isimler olduğu dikkatlerden kaçmadı!”

Yok artık. Kimmiş bu dikkatlerden kaçmayanlar? “Atilla Dorsay, Reha Erdem, Engin Ertan, Esin Küçüktepepınar, Murathan Mungan ve Baran Seyhan.”

Yazının Devamı

Önce birbirimizi öldürmeden maç izleyelim

21 Mart 2016

Son güne kadar iptal edilsin mi edilmesin mi bilinemeyen Galatasaray – Fenerbahçe derbisi güvenlik nedeniyle ertelendi sonunda. Halbuki ne umutlar bağlamıştık biz o maça, birlik beraberliğimizin gövde gösterisi olacaktı.
Yalan değil, insanı önce duygulandıran bir fikirdi; “Derbide omuz omuza.” İki takım taraftarlarının Ankara saldırısından sonra yaptıkları yan yana derbi izleme çağrısı. Kullanılan “Bizim sadece aramız bozuk, kanımız değil” sloganındaki birleştirir görünürken ayrıştıran dili saymazsak, - ki asıl sayılması gerekendir, ortak noktayı ‘kanda’ aramak esas tehlikedir - ; “Kazanan kim olursa olsun, kaybeden kardeşliğimiz olmasın” temennisine kimin itirazı
olabilirdi?
Ya da “Gelin kaybettiğimiz canları hep beraber analım”. Analım tabii, üstelik çağrının yapıldığı günün üzerine bir de İstanbul’un kalbinin attığı İstiklal Caddesi de yerini aldı, belleğimizdeki acı haritasında. Evet, ayrı takımları tutup aynı bombalarla ölüyoruz, doğrudur. “Teröre karşı tek ses, tek yürek”. Buna da peki. De hangi ses o? ‘Dostluk kazansın’ diye çağrı yapan videolarda bile Galatasaray tribünlerinden bangır bangır yükseldiği duyulan “Fenerbahçe ananın…”lı marş olabilir mi mesela?
Birbirim

Yazının Devamı

GENÇLİĞE KARŞI YETENEK

18 Mart 2016

Bazı oyuncular var, oynadıkları her işte, göründükleri her karede sadece onu izlemek istiyorsunuz. Oyunculuk yeteneği, yıldız ışığı, ne ad verirseniz verin buna. Nurseli İdiz, onlardan biri. Tiyatroda ayrı, ekranda ayrı parlıyor ‘Saklambaç’ günlerinden beri ne yaptıysa... Ya da yapabildiyse demeliyim ne yazık ki, çünkü bir kısmı kendisinden kaynaklı sebeplerden uzak kaldı ekranlardan zaman zaman. Ama fırsatını bulduğunda hep bir numara olmasını bildi.
Nitekim dün sabah Müge Dağıstanlı ve Gülşen Yüksel Salt’ın konuğuydu ‘Renkli Sayfalar’da, kendisi de “Bu sefer mütevazı olmayayım” dedi, “Alıp da parlatmadığım karakter olmadı.”
‘Yalan Dünya’da konuk oyuncuydu, hepimiz yolunu gözlüyorduk. Şimdi ‘İlişki Durumu: Karışık’la yine ekranlarda ve hiç kuşkum yok; o dizinin lokomotifi. Hele Sezai Altekin’le ikisi bir araya gelince, tadından yenmiyor. Ve reytinglere de yansıyor ki, sahneleri arttıkça artıyor.
Aslında ekranlardaki ‘gençlik’ hastalığıyla ilgili de önemli bir ipucu bu. Hani belli bir yaşta özellikle kadın oyuncuları anne - teyze yan rollerine itiyor, bütün yatırımınızı başrollerdeki genç ve güzel kızlarla kaslı delikanlıların üzerine yapıyorsunuz ya, işte o bir diziyi

Yazının Devamı

‘Ben Ankara’yım’ diyememek

17 Mart 2016

Acı çeken, şiddete maruz kalan insanlara destek amaçlı “Ben de sendenim, falancayım” demenin hayatımızda büyük farklar yarattığını iddia edecek değilim, ama ufak bir empati gösterisidir yine de. Gidenlerin acısını hissettiğini, kalanların yasını paylaştığını ifade etmiş olursun. “Yalnız değilsin-iz” dersin işte özetle, birleştirici bir yanı vardır.
Charlie Hebdo saldırısından sonraki “Ben Charlie’yim (Je suis Charlie)” sloganı ya da Paris katliamını izleyen “Ben Paris’im”ler gibi. “Dünyanın öbür ucunda olsak da, dilimiz farklı olsa da, sizi anlıyoruz, sizinle beraber acı çekiyoruz” denmiş oldu, bu kadar. Ne içimizdeki Fransız hayranlığının bir dışa vurumuydu, ne de tarih boyunca Fransa’yı yönetenlere olan derin bağlılığımızın.
Ankara’daki üçüncü patlama yine bir dolu sivil insanı hedef alırken, böyle bir tartışmayı da ateşlemiş oldu: Ey insanlar, tahminen kaç kişi öldüğünde “Ankara” olursunuz?
Soruyu ilk soran, 18 aydır Ankara’da yaşayan James Taylor adlı bir İngiliz müzisyendi. Pazar gecesi hep beraber Ankara’daki patlamaya kitlendiğimiz saatlerde, 23 yaşındaki bu genç adam Facebook’tan dünyaya sesleniyordu: “Londra’daki, New York’taki, Paris’teki terör saldırılarının

Yazının Devamı

BiR KEZ DAHA #ANKARA

15 Mart 2016

Geçen gün bahar dallarını gördüm yolda. Havalar bir anda ısındı ya, açıvermişler. Küçüklüğümden beri mutluluk verir bana o pembe beyaz çiçekler. Ama annem, hep üzülürdü şubatta - martta açan bahar dallarını görünce, “Yazık, güneşe aldanmışlar, donacaklar” diye. O zaman pek anlam veremezdim de, belli ki aklımda yer etmiş, bu sefer benim de içim ürperdi.
Bu bir süredir kendimi iyi hissettiğim, güneşe aldandığım, bahar geldi sandığım pek çok anda kendini hissettiren sinsi bir duygu aslında. “Sen şu an hayat normal akışındaymış gibi gezip eğleniyorsun, tiyatroya sinemaya gidiyorsun, güneşi gördün diye şımarıyorsun, insan içine karışıyorsun ya, öyle gitmez o. Yakındır, her şeyin tepetaklak olması, ortalığı sis ve dumanın kaplaması” diyen bir ses konuşup duruyor kafamın bir yerlerinde. Hepimizde olduğu gibi.

Kalbiniz dayanıyorsa...
Sonra bir pazar akşam üstü, korkarak beklediğimiz haber geliyor bir kez daha. Kızılay’da patlama. Kısa süre içinde twitter’dan yakınlarını aramaya başlıyor insanlar, #ankkayıp etiketiyle. Kalbiniz dayanıyorsa bir bakın o kayıp fotoğraflarına. Sanırsınız okul yıllığı. YGS’den çıkan çocuklar bir nefes almak istemişler. Bu ülkede bir rahat nefes almak mümkün

Yazının Devamı

Yer yerinden öyle oynamaz

14 Mart 2016

‘Paramparça’ dizisinde rol arkadaşıyla yaşadığı sorun nedeniyle ‘gözden çıkarıldığından’ beri merak ediyorum. Nurgül Yeşilçay gibi bir yıldız oyuncu bile sette böyle bir muameleye maruz kalabiliyorsa, sevgilisini oynayan aktörden “Amma meraklısın öpüşmeye. Sen tabii alışıksın bunlara” gibi bir cümle duyan da, sonunda sessizce çekip giden de yine o oluyorsa, başka kadınlar kim bilir neler yaşıyor setlerde... Yani ‘kim bilir’ sözün gelişi. Aslında sektörde bilmeyen yok da, söylemiyorlar.

Acayip bir konsensus var, birinci vazifenin erkeği korumak olduğu konusunda. Bir kadın oyuncu sete alkollü gelsin, huysuzluk etsin, ne bileyim ona buna küfretsin, bakınız üç gün içinde magazin sayfalarında boy gösteriyor mu, göstermiyor mu? Tez zamanda adı sorunlu, kaprisli, birlikte çalışılamayan oyuncuya çıkıyor mu, çıkmıyor mu?

Ama erkeklere hepsi mübah. Sorgulamayacaksın neden diye. Bu düzen böyle gelmiş, böyle gitmek durumunda. Hayatın kendisinde nasılsa aynı öyle. Sen dayanacaksın. Sonunda durum birlikte bir sahne çekemeyeceğiniz raddeye gelirse, ki ‘Paramparça’da öyle oldu, uzun süre sadece telefonla konuştular Gülseren ile Cihan, o zaman da işinden olmayı kabullenen sen olacaksın.

Yazının Devamı

NE ZAMAN KAPANIR ANNELERİN YARASI?

11 Mart 2016

Bir savaşın izleri üzerinden kaç yıl geçtikten sonra silinir? 20 yıl yeterli midir? İnsanlar kendilerine kör topal yeni hayatlar kurduğunda, savaşın acılarını hafızalarından ilaçlar marifetiyle sildiğinde, bombalar patlarken ana rahmine düşen çocuklar 18’ini doldurduğunda artık geçmiş - bitmiş sayılır mı o felaket? Yoksa yeni mi başlıyordur acaba?

Çünkü işin bir de yüzleşme kısmı var. “Bana ne, ben mi çıkarttım savaşı?” diye sıyrılamayacağın, savaşta yaptığın her şeyin mübah sayılamayacağı, kendinden sonrakilere de hesap vereceğin bir gün geliyor. Ozan Açıktan’ın son filmi ‘Annemin Yarası’ işte o günü anlatıyor.

Yetimhanede büyüyen Salih (Bora Akkaş), 18’inde ailesini aramaya karar veriyor. Her ne varsa köklerinde, kazıyıp bulacak. Artık anne kucağı mı, yoksa unutulmak istenen bir yara mı, hepsine hazır. En azından öyle sanıyor.

Önce savaşta bir bacağını kaybeden kunduracı Mirsad (Okan Yalabık) ile deli dolu karısı Nerma’nın kapısını çalıyor. Birbirini çok seven, ortak belleklerindeki acıya karşı birbirine tutunan bir karı koca. Nerma’nın bu susmayan neşesi hep aldığı ilaçlardan.

Oyuncuların hepsi çok iyi

Yazının Devamı

Cinayet kaç ‘like’ alır?

10 Mart 2016

Bu akıllı telefonlarla gelen fotoğraf çekme - çektirme çılgınlığı insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden biri, artık eminim. Kendimize hiçbir yerde rahat olamayacağımız, her an görüntülenip Instagram’dan, Facebook’tan, Twitter’dan, hatta canlı canlı Snapchat’ten, Periscope’tan yayınlanmaya hazır olmamız gereken bir cehennem yarattık. Gün doğumu, dolunay, güzel bir manzara, çiçek, böcek, lezzetli bir yemek, gittiğimiz konser, gördüğümüz oyun, tam bize keyif verecekken içimizden bir şey dürtüyor adeta: Önce fotoğrafını çek. Takipçilerin mahrum mu kalsın? Ne o andan bir şey anla, ne yaşadığın güzelliğin tadını çıkar, sosyal âlemde namın yürüsün.
Bizim durumumuzu kendimiz ettik, kendimiz bulduk şeklinde özetlemek mümkün de, doğadaki diğer canlılara çektirdiğimiz eziyet ne olacak?

Yıllar önce zavallı Akdeniz foku Badem en çok kendisiyle fotoğraf ‘çekinmeye’ çalışanlardan çekmişti. Hayvanı itiyorlar, çekiyorlar, tepesine biniyorlar, artık fenalık geçirip ısırmaya kalkınca da alınıp bozulmalar: “Ne oldu böyle, agresifleşti birden?” Sizin gibi kameraya el sallamaya meraklı değil, fok bu, niye alet olsun sizin çılgınlığınıza? Rahatsız ediyorsunuz garibanı.

Ama son birkaç

Yazının Devamı