Kafa koparmak komik mi?

4 Nisan 2016

Herkesin komedi anlayışı aynı olmak zorunda değil elbette. Birinin güldüğüne diğeri gülmez, ötekinin bir mizah başyapıtı saydığı berikine muz kabuğına basana basma şakası gibi görünür, olur bütün bunlar. Ama işin içinde şiddet varsa, bu herkes için kırmızı çizgi olmalıdır. Mesela animasyonla ‘şirin’ hale getirilmeye çalışılsa da birinin kafasını koparıp onunla top oynamak herkes için kan dondurucu bir sahnedir. Komik tarafı da yoktur.
Beyaz Show, bu hafta konuk olarak aldığı ‘Survivor’ Turabi için bir sürpriz video hazırlamış. İzleyenler biliyor ya, Turabi ‘özlü’ sözleri kadar, yarışma kazandığı zamanki taşkın sevinç gösterileriyle ünlü. İşte onlardan bir kolaj hazırlamışlar Beyaz Show ekibi olarak ama mevcut tuhaflıklarla yetinmeyip onları bir de bilgisayar efektleriyle desteklemişler. Böylece ortaya kan revan dolu bir şiddet ‘parodisi’ çıkmış.
Turabi eline tabancayı tüfeği alıp rakibini tarıyor, fışkıran kanlar arkadaşının yüzüne sıçrıyor. Yetmiyor, kafa havaya uçup içinden oluk oluk kan akıyor. Bitiyor mu, hayır, en sonunda da birinin kafasını koparıp yere atıyor, bir de onunla şut çekiyor.
Sonra biz oturup aman çoluğu çocuğu içkiden, sigaradan, öpüşmeden, sevişmeden,

Yazının Devamı

“Bu işin cazip yanı yok, aşk var”

3 Nisan 2016

Zamanında kadınlı erkekli görenin ellerinin titrediğini anlatıyor, inanmak hiç zor değil çünkü ben de aynı duyguyla giriyorum kapıdan içeri. Artık yıllarca hep “esas kız”ları hüngür hüngür ağlattığından mı, kötülüklerini o melek yüzünün ve gamzeli gülüşünün altına saklamaktaki maharetinden mi, insanda bir kendine çeki düzen verme ihtiyacı oluyor karşısında.

Uzun sürmüyor ama. Suzan Avcı ufacık tefecik, gözlerinde genç kız ışıltısı taşıyan, dünya tatlısı bir kadın. Bir de anlatmaya başladı mı, Türk filmlerine taş çıkartan hikayeler dökülüyor ağzından. Çocuk yaşta babasız kalan, tekstil fabrikasında çalışıp aileyi geçindiren, oyuncu olmak isterken annesinden hayatının dayağını yiyince 15 yaşında evlenen, Yeşilçam’da arkasında bir erkek olmadan tek başına var olma mücadelesi veren dirayetli bir kadın Suzan Avcı. Yıllarca beyazperdede o korkunç kadınları oynarken, kendi hayatının “esas kızı” olarak az ağlamamış.

- Festivalin size verdiği onur ödülünü nasıl karşıladınız?

Memnuniyetle tabii, kabul buyurdum. Buluştuk, stüdyoya girdik, bazı kayıtlar yaptık. Onları herhalde törende gösterecekler. Kendileri nasıl düşündülerse beni, çok güzel bir şey tabii.

- Neredeyse 15 senedir yoksunuz

Yazının Devamı

BENİMLE ÖLÜR MÜSÜN?

1 Nisan 2016

İnsanın kendi hayatına son vermesi, son derece kişisel bir karar. Tek başına verilen ve uygulanan... Önceden intihar edeceğini bildirmenin içinde bir yardım çağrısı barındırdığı söylenir. Bazen ulaşır bu çağrı hedefine, bazen karşıdan bir yankı bulamadan boğulur gider.
Şimdi anlatacağım oyunun kahramanı ise yardım değil, ölüme beraber gidecek yoldaş arıyor. Hani şu her gün ‘ne hissettiğimizi’ soran sosyal paylaşım siteleri var ya, biz de yazıyoruz; “Neşeli hissediyorum, hüzünlü hissediyorum, özlemiş, aşık, mutlu, hasta, korkmuş, bezgin, yılgın hissediyorum” diye.
İşte Julie adlı genç kız, yolun başında yorulmuş yaşamaktan, oraya yazıyor; “Benimle intihar edecek birini arıyorum” diye. Tanık istiyor hayatının sonuna.

Ölüm randevusu
August adlı bir delikanlıya ulaşıyor çağrısı. Norveç fiyortlarında sahnelemeye karar veriyorlar hayatlarının son oyununu. Birbirlerini fotoğraflarından görüp beğendikleri için, romantik bir buluşmaya gider gibi gidiyorlar ölüm randevusuna.
Ve kısa sürede, etraflarındaki buzullara inat, kalplerini ısıtan bir şey doğuyor aralarında.

Yazının Devamı

Çocuk tacizleri hepimizin işi

31 Mart 2016

Diken üstündeyiz, evet. Söz konusu kadına - çocuğa taciz şiddet istismar olunca sicilimiz hiç parlak olmadığından, duymayan kulakların yerine de duymanız, görmeyen gözlerin yerine de görmeniz gerekiyor. Birileri “Kol kırılır, yen içinde kalır,” dedikçe o kırık kolları saklı oldukları yerden çıkarıp sarmaya çalışmak düşüyor size.
Dün sabah saatlerinde sosyal medyayı sallayan çocuk çığlıkları gibi. Kocaeli’de bir rehabilitasyon merkezinin parmaklıklı pencerelerinden sokağa yardım isteyen çocukların canhıraş çığlıkları yükselince, yoldan geçen iki genç de duruyor. Bir yandan çocukların derdini anlamaya çalışırken, bir yandan da çekime başlıyorlar ki ellerinde kanıt olsun gerekirse.
Fakat karşılaştıkları tavır anlaşılır gibi değil. Güvenlik görevlisi “Yok bir şey, işinize bakın” diyor ısrarla: “Hadi gidin buradan, sıkıntı olmasın”. Çocuk “Zaten sıkıntı var belli ki” dedikçe karşılık aynı: “Hadi çekin gidin”. Pardon ‘çekmeyin’ gidin tabii. Çünkü belgeden de hoşlanmıyoruz nedense. Gençler çareyi polis çağırmakta buluyor ama sivil ekip geldiğinde de manzara değişmiyor. Bir takım “Yardım edin, bize işkence yapılıyor” diye haykıran kızlar ve tuhaf bir şekilde “Her şey yolunda” diyen

Yazının Devamı

DİZİ SEKTÖRÜ İÇİN SON ÇIKIŞ

29 Mart 2016

Bir dizi nasıl bu kadar beklenir hale getirilir; ‘46 Yok Olan’ örneğinde gördük: Özel hiçbir şey yapmayarak. Yani sadece iyi öğeleri bir araya getirip bekleyerek. Senaryodan, yönetmenden ve iyi oyunculardan söz ediyorum. Yoksa kanal yöneticilerinin ve yapımcıların bir önceki dizisi tuttu diye ekranda göründüğü her an ortalığı kasıp kavuracağına inandığı yıldız oyuncuların sırtına yüklenen işlerin acı sonunu görüyoruz kaçtır.

Erdal Beşikçioğlu’nun canlandırdığı genetik profesörü Murat Günay’ın içinde iyiyle kötünün çatıştığı tanıtım videolarından anlaşıldığından olsa gerek, ‘Breaking Bad’ uyarlaması olduğu iddia edilen ‘46 Yok Olan’, aslında ‘Dr Jekyll ve Mr Hyde’dan esinlenmekte. Senaryoda ‘Behzat Ç.’nin unutulmaz kalemi Ercan Mehmet Erdem’in imzası, dizi için umutlanmamızın sebeplerinden biriydi. Yönetmen Serdar Akar da öyle. Tabii ki Erdal Beşikçioğlu ve ‘Akbaba’ Berkan Şal bir de üstüne Murat’ın beş yıldır komadaki kız kardeşi Ezo’da ‘Şule’ Ayça Eren, eski bir dostla buluşma tadı vaat ediyordu bize.

Ama diziyi bir ‘Behzat Ç.’ nostaljisiyle tanımlamak haksızlık olur. Tamamen farklı bir dili var ve 60 dakikayla sınırlı tutulmak gibi şahane ve cesur bir tavrı. Daha önce Ümit

Yazının Devamı

Söz değil ‘eylem’ zamanı

28 Mart 2016

Bazı günler hep beraber içimiz kararıyor ya dünyada olup bitene, neredeyse umudu kesecek oluyoruz insan denen varlıktan. “Her şey mi kötü, hiç mi tutunacak dal kalmadı?” dediğimiz oluyor. Sonra neyse ki birine rastlıyorsun, yeniden hayata ve insana inancın tazeleniyor. Çünkü birileri oturduğu yerde sağa sola lanet etmek yerine bir şeyleri ucundan tutup değiştirmeye çalışıyor. Çeşmeli emekli pedagog Birnur Eser gibi.
Bir buçuk ay önce bir televizyon haberinde görmüştüm Birnur hanımı. Bugüne kadar 40 bin sığınmacıya yardım eden
İmece İnisiyatifi’nin gönüllüsüydü. Üç ay kadar önce Çiftlikköy’de bota binmek üzere olan bir Afgan aileyi yoldan çevirmişti. Çünkü, Afganistan’dan Avrupa’ya geçmek için kilometrelerce
yol gelen Hüseyni ailesinin
4 yaşında bir oğlu vardı ve
22 yaşındaki anne Azade Hüseyni 7 aylık hamileydi.
Daha önce botla çıkılan umut yolculuğunda yaşanan türlü felaketi gören, daha kötüsü kendi evinde misafir ettiği bir ailenin 2.5 aylık bebeğinin boğulmasına tanık olan Birnur Eser, bir ailenin daha ölüme koşmasına

Yazının Devamı

DÖRT KİŞİLİK DEV KADRO

25 Mart 2016

“Sahnede sadece dört oyuncu olduğuna inanmakta güçlük çekiyor insan. Öyle hızla binbir kılığa girip çıkıyorlar, her seferinde baştan aşağı öyle bir değişiyorlar ki, takip etmek mümkün değil. Yazının başında sözünü ettiğimiz parlak genç kuşağın en ışıltılı dört temsilcisiyle karşı karşıyayız: Hakan Gerçek, Demet Evgar, Okan Yalabık ve Bülent Şakrak. Seyircinin izlerken yorulduğu bir tempoyu bir an bile düşürmeden, çok uyumlu bir ekip oyunculuğu sergiliyorlar.”
Bu satırlar, tam sekiz yıl önce yazdığım bir yazıdan. O zamanlar Kent Oyuncuları’nda sahnelenen
‘39 Basamak’ oyununa gitmiş, çok eğlenmiş, genç kuşağın dört parlak oyuncusunun baş döndüren oyunculuğuna hayran kalmışım.

Engin Hepileri gelmiş
Yıl 2016, bu kez Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izliyorum aynı oyunu. ‘Genç kuşağın dört parlak oyuncusu’ sekiz yıllık olgunlaşma payı ve bir değişiklikle yine sahnede, yine hızlarına yetişmek mümkün değil.
Değişiklik şu: Can sıkıntısını dağıtmak için tiyatroya gidip kendisini saçma sapan bir casusuluk hikayesinin baş kahramanı olarak bulan Richard Hanney’yi o dönem Hakan Gerçek oynuyordu, şimdi eski ‘39 Basamak’ın yönetmen yardımcısı olan Engin Hepileri bu rolde.

Yazının Devamı

Ceza tahrip edene değil, heykele

24 Mart 2016

Cidden merak ediyorum nasıl bir ruh hali bu, parktan geçerken bir heykel görüyorsun, bir kadın heykeli. Seni rahatsız ediyor. Estetik olmadığı için değil, yoksa memlekette çirkin heykelden yana sıkıntımız yok çok şükür. Hayır, sen bunun ahlaka aykırı olduğuna karar veriyorsun. Peki, bakma, çevir kafanı geç, değil mi? Evin değil orası neticede, halka açık bir yer. Ama yok, sana göre taştan yontulmuş bir heykelde bile görünmemesi gereken yerler var ve siyah boyayla boyayarak ‘bikini’ giydiriyorsun kadına. Yetmiyor, bir de kocaman harflerle “Edep yahu!” yazıyorsun üstüne. Buna hakkın olduğuna inanıyorsun.
Şehir, Ordu. Bu heykeli dört yıl önce belediye koymuş o parka. Bir kamu malı, neticede. Zarar vermenin cezası olmalı. En azından ödülü olmamalı.
Ama biz, her konuda halkın ne hissettiğini merak eden, ona göre karar alan hassas kişilerce yönetildiğimiz için, belediye çözümü heykelleri kaldırmakta bulmuş. Değil mi ki halk hassas bu konuda, biz de heykelleri onların fazla gözüne görünmeyecek bir yere taşırız. Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz’ın dediğine göre, “örfümüz, âdetimiz ve ahlaki duyarlılığımızı da dikkate almak suretiyle” yaparız bunu. Ceza heykele veriliyor,

Yazının Devamı