Pazartesi sabahı twitter’ı bir açıyorum, peşpeşe iddialar: “İKSV Ara Güler’i sansürledi!”, “Ara Güler’e festivalden büyük ayıp!” Haberlerde, Ara Güler’in İstanbul Film Festivali’ne alınmadı haberi! “Bu faşistlerle halimiz ne olacak?” Kimden söz ediliyor faşist diye? İKSV’den.
İKSV bugüne kadar Ara Güler’le beraber de bir dolu proje gerçekleştirmiş bir vakıf. Ülkemizin yüzakı festivalleri düzenliyorlar yıllardır. Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?
Devam ediyorlar: “Ara Güler’i Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını çekti diye sansürlediler. Zaten jüri heyetinin Cumhurbaşkanı’na muhalif isimler olduğu dikkatlerden kaçmadı!”
Yok artık. Kimmiş bu dikkatlerden kaçmayanlar? “Atilla Dorsay, Reha Erdem, Engin Ertan, Esin Küçüktepepınar, Murathan Mungan ve Baran Seyhan.”
Şimdi neresinden başlamalı düzeltmeye? “Ara Güler festivale alınmadı” ne demek? Zannedersiniz kapıdan çevrildi ya da kendisi bir film yolladı, reddedildi. Zaten böyle anlaşılması için gereken yapılmış; “Ara Güler’in ‘The Eye of Istanbul / İstanbul’un Gözü’ isimli 60 dakikalık uzun metrajlı belgesel filmi” diye söz ediliyor Sabah’ın internet sitesindeki haberinde filmden. Halbuki ortada Binnur Karaevli’nin Ara Güler hakkında çektiği bir belgesel film var. Tek cümleyle özetleyelim, akılda kalsın: Ara Güler’in filmi değil, Binnur Karaevli’nin filmi. Konusu Ara Güler.
Bir örnekle açıklayalım: Ben şimdi canım istedi Müslüm Gürses üzerine belgesel yaptım diye çıktım ortaya, onu beğenmeyen Müslüm Gürses’e düşman mıdır? Hayır, kabul etmem zor olabilir ama benim filmimi beğenmemiştir.
Seçme kısıtlaması olduğu için
Gelelim o ‘muhalif jüri’ye. Festivale başvuran Türkiye yapımı filmler, büyük bir buluş yapılmış gibi sıralanan o isimler tarafından değil, film eleştirmenleri Engin Ertan, Kaan Karsan ve Nil Kural’dan oluşan Türkiye Sineması Danışma Kurulu tarafından değerlendiriliyor. İKSV’den yapılan açıklamada da görüldüğü gibi “Filmi değerlendiren danışma kurulu üyeleri, sınırlı sayıda film seçme kısıtlamasına sahip oldukları için zorlu bir değerlendirme süreci sonrasında tercihlerini başka filmlerden yana kullanmışlardır.”
Yani 50’den fazla film başvuruyor, içlerinden 12 tanesi seçiliyor, diğerleri mecburen seçki dışında kalıyor.
Peki ne bu öfke? Mecbur muydular Karaevli’nin filmini seçmeye? Şimdi diğer 40 yönetmen de tek tek “Benim gözümün üstünde kaşım var diye almadılar” diye ayaklansa yeri midir?
“Ama efendim film Washington DC Bağımsız Film Festivali’nden ödül aldı”. Ne güzel, gurur duyduk. Ama bu hâlâ İstanbul Film Festivali’nin seçici kurulunu bağlamıyor ki. Bir jüri beğenir, diğeri beğenmez. Sinema tarihi bir festivalden geri çevrilirken diğerinden büyük ödül alan film örnekleriyle dolu. Bir seçkiye katılmanın kuralı bu, değerlendirmeye sunuyorsun eserini, sonucu baştan kabullenerek. Seçilmediğinde jüriyi, festivali yerin dibine batırmak olacak iş mi? Ne zaman bırakacağız bu çocukça tepkileri?