Son güne kadar iptal edilsin mi edilmesin mi bilinemeyen Galatasaray – Fenerbahçe derbisi güvenlik nedeniyle ertelendi sonunda. Halbuki ne umutlar bağlamıştık biz o maça, birlik beraberliğimizin gövde gösterisi olacaktı.
Yalan değil, insanı önce duygulandıran bir fikirdi; “Derbide omuz omuza.” İki takım taraftarlarının Ankara saldırısından sonra yaptıkları yan yana derbi izleme çağrısı. Kullanılan “Bizim sadece aramız bozuk, kanımız değil” sloganındaki birleştirir görünürken ayrıştıran dili saymazsak, - ki asıl sayılması gerekendir, ortak noktayı ‘kanda’ aramak esas tehlikedir - ; “Kazanan kim olursa olsun, kaybeden kardeşliğimiz olmasın” temennisine kimin itirazı
olabilirdi?
Ya da “Gelin kaybettiğimiz canları hep beraber analım”. Analım tabii, üstelik çağrının yapıldığı günün üzerine bir de İstanbul’un kalbinin attığı İstiklal Caddesi de yerini aldı, belleğimizdeki acı haritasında. Evet, ayrı takımları tutup aynı bombalarla ölüyoruz, doğrudur. “Teröre karşı tek ses, tek yürek”. Buna da peki. De hangi ses o? ‘Dostluk kazansın’ diye çağrı yapan videolarda bile Galatasaray tribünlerinden bangır bangır yükseldiği duyulan “Fenerbahçe ananın…”lı marş olabilir mi mesela?
Birbirimizi kandırmayalım, yıllardır değil omuz omuza, karşı tribünlerde bir arada maç izleyemeyen, stadyuma savaşa gider gibi giden, birbirine karşı kullanılmamış faşist, seksist, ayrımcı, öteleyici, aşağılayıcı küfür – hakaret bırakmamış iki gruptan bugün nasıl bir ortak ses çıkmasını bekliyorduk?
“Bu toplum nasıl böyle kamplaştı? Nerede kaldı bizim dostluğumuz – kardeşliğimiz?” sorusunu şaşırarak soracak son kişiler birbirlerine satırlarla – döner bıçaklarıyla dalan futbol taraftarları olsa gerek. Kavganın da, kamplaşmanın da, toplumu saran şiddet dilinin de bir numaralı üretim yeri orası. Ayrıca daha birkaç ay önce Ankara’da bombalananların yuhalandığını unutmadık değil mi stadyumlarda? Şimdi oradan gelecek yapıcı – birleştirici bir sese bel bağlamak, olayın ciddiyetini hafifletmek anlamına geliyor bence. Muhtaç olduğumuz birlik beraberlik duygusu tribünlerde değil maalesef.
Bırakın teröre karşı tek yürek olmayı, önce birbirimizi öldürmeden müsabaka izlemeyi öğrenelim. Daha yüksek hedeflere sonra sıra gelir belki.
İyi misin? Dikkat et kendine!
“İyiyim, evet. Tabii canım, evdeyim. Yok, çıkmayacağım merak etme. Tamam, sen de dikkat et!”
Bu konuşmayı defalarca yapmayan var mı bu hafta sonu? Dakika dakika sevdiklerimize rapor verdik, onların iyi olduğundan, sağ olduğundan, dört duvar arasında korunaklı olduğundan emin olduk, aman ha bugün de yarın da sokağa çıkmamalarını tembih ettik. Bir de dikkatli olmalarını. Neye dikkat edileceğini bilmeden.
Kalabalıklara mı girmeyeceğiz, tenhalardan mı geçmeyeceğiz? Tam olarak nerede güvendeyiz?
Her gün yürüdüğümüz caddede; çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği cıvıltılı İstiklal’de insanlar ölürken hayatta kaldığımız için sevinmeli miyiz, sevinebilir miyiz? Vicdanın sızısını nasıl dindireceğiz, “Çok şükür piyango bana ya da sevdiklerime vurmadı” diye mutlu olurken? Doğusu ve batısıyla memleketin dört bir yanı için geçerli bu sorum. Her dakika ölüm haberleri alırken hayat normal akabilir mi? Akmalı mıdır?
Ne yapılabilir peki? Birbirimizi koruyalım kollayalım, sevdiğimiz, bize iyi gelen neyse ona sarılalım, umudumuzu ayakta tutalım. Deneyelim en azından.
Cesaret verici sözler bulmak istiyorum, kendime de okuyana da. Çok güzel; “Korkmayalım, alışmayalım, sokakları terk etmeyelim” diyebilmek. Ama birileri korkmadı, alışmadı, çıktı ve öldü işte, o ne olacak?