YAŞASIN KIZ KARDEŞLER

18 Ağustos 2017

Hemen yan kapınızda kıyametler kopar, siz televizyonun sesini açarsınız. Adam karısını dövüyordur, duyarsınız, kılınız kıpırdamaz. Sokakta adamın birinin bir kadını kolundan tutup sürüklediğini görürsünüz, kocasıdır diye düşünür başınızı çevirirsiniz. “Aile işine karışılmaz” çünkü...

Aile böyle lanetli bir hapishanedir aynı zamanda, içeride olana müdahale edilmez. “Sen kimsin?” derler, “İşine bak sen”. Orada kadının gördüğü zulmün senin işin olmadığı konusunda sessiz bir anlaşma vardır. Herkes kendi işine baksın, herkes kendi hesabına eziyet çeksin, düzen böyledir.

Ama işte bazen birileri ‘üzerine vazife olmadığı söylenen’ işlere burunlarını sokarlar ve bu hayat kurtarır. Dün sosyal medyada içimizi ısıtan bir video izledik. Aslında sevimli bir görüntü değildi, olay İstanbul Tuzla’da geçiyordu; gene bir erkek, öfkeli bir koca, karısını zorla arabaya sokmaya, kucağından çocuğunu almaya çalışıyor, kadın çığlıklar atıyordu.

Zabıtanın işi değil...

Birden ortaya bir kadın çıktı, cengaver gibi araya girip adamla mücadele etmeye başladı. Sonradan öğreniyoruz ki, adı Haspiye Günaçlı ve çığlıkları duyunca kadının yanına gidip “Senin için ne yapabilirim?” diye sormuş. “Çocuğumu benden almaya

Yazının Devamı

Bekçilerin dönüşü muhteşem oldu

17 Ağustos 2017

Edebiyatımızın aklıma ilk anda gelen iki ünlü bekçisi var: Biri Murtaza, biri Zülfikar. Takdir edersiniz ki ikisinin de imajları hoş değil. Orhan Kemal’in Murtaza’sı kraldan çok kralcı, kendi kızının ölümüne neden olacak kadar işgüzar, katı bir vazife adamı.

Haldun Taner’in “Ayışığında Çalışkur”undaki Zülfikar, kendisi gizli gizli kapıcının karısının evine girip çıkarken parkta gördüğü iki sevgiliyi ‘uygunsuz’ bulup karakola götüren bir ikiyüzlü ahlak bekçisi. İkisi de elindeki gücü hazmedemeyip kötüye kullanıyor, ikisinin de zulmü en çok kadınlara işliyor. Bekçilik müessesesi tarihe karışmışken de ibretle hatta gülerek okunuyorlar.

Şimdi bu görsel olarak da kafamızda Kemal Sunal, Müşfik Kenter, Müjdat Gezen gibi yüzlerle özdeşleşen ‘nostaljik’ karakter geri dönmüş durumda.

Gün itibarıyla, 386 adet bekçi, ‘Gece Kartalları’ afili ismiyle İstanbul’un mahallelerinde - sokaklarında yerlerini almış bulunuyorlar. Bunlar, 8 Şubat’tan itibaren İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne müracaat eden 8.320 kişi arasından seçilmiş, dolayısıyla taş çatlasa dört beş aylık bir eğitimle göreve getirilmiş durumdalar. Özel harekât polislerinden silah kullanmayı öğrenmiş, polislerle aynı yetkilerle donatılmış

Yazının Devamı

Caretta’nın psikolojisi domuzun istilası

14 Ağustos 2017

Dün gene masum insanoğluna yönelik ‘korkunç’ tehditlerden iki örnek vardı haber sitelerinde: “Bodrum’daki agresif caretta caretta yine saldırmıştı” bir, “Lüks siteye yine domuzlar inmişti”, iki. Buradaki ‘yine’lere dikkat, belli ki sabırlar taşmak üzere. Nedir efendim bu sakin sessiz evlerinde yaşamakta olan insanların ‘vahşi’ hayvanlardan çektiği?

Birinci haberdeki ‘saldırgan caretta caretta’, Orak adasında ikamet etmekte. Denizi kendi evi zanneden, yerlerin ve göklerin asıl hakimi olan insan karşısında eğileceğine agresifleşen, hadsiz bir hayvan belli ki. Çünkü Bodrum Denizciler Derneği Başkanı Mustafa Demiröz, yıllardır bu hayvanın tavırlarıyla ilgili şikayetler aldıklarını anlatıyor. Üzerinde deniz kabuğu gibi bir işaret varmış, herkes aynı caretta caretta’yı tarif ediyormuş, ısırıyormuş insancıkları.

En sonunda “caretta caretta’nın saldırgan tavırlar sergilediğine dair artan ihbarlar” üzerine Demiröz bölgeye gidip deniz kaplumbağasını izlemeye başlamış. Bir süre birlikte yüzmüş, fotoğraflarını çekmiş, sonra birden o da diğer kurbanlar gibi saldırıya uğramış. “Psikolojisi bozulmuş” hayvanın, öyle diyor.

Konu saldırganlıktan açılmışken, siz sözde koruma altında olan caretta

Yazının Devamı

Büyükada’da hâlâ hayat var

11 Ağustos 2017

Dünyanın herhangi başka bir şehrinde Prens adaları gibi şahane bir imkan olsaydı bu kadar heba edilebilir miydi, bilemiyorum. Burnumuzun dibinde, bir vapur mesafesinde irili ufaklı adalarımız var ve biz İstanbullular olarak denize, yeşile hasret yaşıyoruz.

Zira gitmesi bir dert, girilecek deniz, seni kazıklamayacak işletme bulması bir dert, gece konaklamak neredeyse imkansız, geç saatte İstanbul’a dönme ihtimali zaten yok. Avrupa yakasına en son vapur 22.00, Bostancı’ya da 23.00 sularında kalkıyor.

Halbuki sıra sıra balık restoranları müşteri beklemekte. Tam olarak pizzacı mı hamburgerci mi yoksa pideci ya da lahmacuncu mu olacağına karar verememiş tuhaf büfeler nispeten dolu. Plastik çiçekten taçları Türklerin milli aksesuarı zanneden turistler herhalde mutfağımızın da bu acayip şey olduğunu düşünüp acıyorlardır. Adalar hâlâ bu derece güzelken, işletmelerin bu kadar zevksiz olması nasıl bir talihsizlik?

Yorgunluktan bitap düşmüş atların çektiği faytonların acıklı haline değinmiyorum bile. Onların pisliklerinin kokusu, mimozalarınkini bastırıyor ve sinekler mutasyona uğramış durumda. Bir kere ısırılınca bir hafta kaşınıyorsunuz. Ama benim bütün bu acınası manzara içinde

Yazının Devamı

Bir yalanın mı var?

10 Ağustos 2017

Günden güne taraflarının arası açılan kamplaşmamızın olmazsa olmaz bir körükleyici maddesi var: Uydurmak.

Ortaya neredeyse hiçbir unsuru gerçekle uyuşmayan ama çok ilgi çekecek bir iddia atıyorsun, dünya görüşü seninle aynı olan insanlar bu ‘kesin’ bilgiye anında ikna olup yaymaya başlıyor. Tabii ki sorgulamadan, doğru mu değil mi diye bakmadan. Tek kriter karşı kampı karalamaya uygun olması.

Duruma göre Kabataş hikâyesi olabiliyor bu, duruma göre de ‘organik hoşaf’. İki gündür memlekette başka bir dert yokmuş gibi TRT’nin ‘bilim’ yarışmasında ‘organik hoşaf’ projesinin birinci olduğu haberiyle uğraşıyoruz. Üstelik “Alzheimer hastaları için akıllı çip” projesini geride bırakarak!

Neden bilimde bu içler acısı halde olduğumuza dair tweet’ler birbirini izliyor. Ne yaratıcılık, ne mizah gücü. Tabii böyle baktığında ne kadar da verimli bir alan. Haber siteleri, bazı gazeteler, ünlü isimler, hepsi konuyla meşgul. Kimse sormuyor, haber doğru mu, teyit.org soruyor sonunda. Ve ne öğreniyoruz? Ortada koca bir balon haber olduğunu.

Öncelikle program bir bilim yarışması değil, adı “Bir fikrin mi var?” olan bir girişimcilik yarışması. Dolayısıyla, bilim projeleri değil, markalar, ürünler

Yazının Devamı

Bekleme yapmayın

7 Ağustos 2017

Cumartesi akşamı arkadaşım metro çıkışında beni bekliyor. Yanına bir çevik kuvvet polisi yaklaşıyor, “Ne duruyorsun?” şeklinde.

Şimdi dünyanın her yerinde insanlar metro çıkışlarında durur, orada sözleşir, birbirini bekler, oyalanır. “Ne duruyorsun?” diye sorulacak son yerdir metro durağı.

Ama elinde koca bir tüfekle birisi karşınıza dikildiğinde tabii bütün bunları düşünmek yerine cevap veriyorsunuz: “Arkadaşımı bekliyorum”. Ama bu da yetmiyor, ikinci soru geliyor: “Ne zaman gelecek?” Cevap: “10 dakikaya”. Ve dönüp gidiyor bir şey demeden. Bir resimi görevlinin vatandaşla kurduğu iletişim bu. Tabii ki selamsız sabahsız, elbette “sen” diye ve zinhar bir açıklama yapmadan.

Arkadaşım olanı bana anlattığında ilk aklıma gelen “Ben olsam ‘ne var, bir sorun mu var?’ diye cevap yetiştirmeye kalkardım kesin” oluyor. Öyle ya, hesap mı vereceğim metro çıkışında dururken? Vereceksem de neden verdiğimi bilmek hakkım değil mi?

Sonra bunun düşüncesinin bile içime saldığı korkuyu fark ediyorum. Sorarsam olacakları kestiremediğimi. “Cevap mı verir, hakaret mi eder, tartaklar mı, gözaltına mı alır?”a kadar varıyor aklımdan geçen seçenekler. “Aman aman”, diyorum, “İyi ettin bir şey demeyerek. Belli mi

Yazının Devamı

BİR BOĞA GÜREŞİMİZ EKSİKTİ

4 Ağustos 2017

İnsanoğlu olarak nasıl bencil ve acımasız yaratıklarız ki, attığımız adım dönüp dolaşıp diğer canlılara eziyet oluyor. Beslenmek için, giyinmek için, ısınmak için ve barınmak için sürekli başka hayatlara zarar veriyoruz.

Hadi bunlar temel ihtiyaçlarımız diyelim, başka türlü halledilemiyor ki elbette mümkün aslında, peki ‘eğlencelerimizi’ onların hayatları üzerine kurma hakkını bize kim veriyor?

Kendilerini belgesellerde ya da kitaplarda değil de, “İlle canlı göreceğiz” diye hayvanat bahçeleri kurup güzelim filleri, aslanları doğal ortamlarından uzak, havaya, suya hasret yaşatan biziz.

Yunus parkı diye bir tuhaflık icat edip zavallı hayvanları denizlerden koparan, aslında onlara düpedüz hapishane hayatı yaşatan biziz.

Esasen cinayet olan avcılığın bir spor dalı olduğuna karar veren, safarilerde kaplan öldürerek eğlenmek için dünyanın parasını veren biziz. İçimizdeki şiddeti hayvanlar üzerinden hayata geçirip, onları ölesiye dövüştürerek eğlenen yine biziz.

100’den fazlası dövüşecek

Horozdu, köpekti, deveydi bitti, şimdi geldi sıra boğalara. Hakikaten tek eksiğimizdi, Bodrum’da ‘gelenekselleşmesi amaçlanan’ boğa güreşleri. Hayır anlamak mümkün değil, hangi ihtiyaçtan doğmuş olabilir bu?

Yazının Devamı

Robotlar insanın yapamadığı ne yapabilir?

3 Ağustos 2017

Robotların dünyayı ele geçirmesinden korkmaya başlamalı mıyız?” İlk bakışta nasıl ürkütücü bir soru değil mi? Bir haber başlığı. Okuyunca yok, henüz böyle bir korkuya hacet olmadığı sonucuna varıyoruz. Çıkış noktası ise, Facebook Yapay Zekâ Araştırma laboratuvarında üretilen botların kendi uydurdukları dilde konuşmaya başlaması. Bu konu bir süredir bütün yayın organlarını meşgul etmekte. Ne olacak bu başına buyruk botların sonu?

Başlangıçta kendi kendilerini geliştirebilmeleri için tamamen serbest bırakılan botlar, insanoğlundan pazarlık etmeyi, blöf yapmayı öğrenmişler. Buraya kadar sorun yok. Ama kendi aralarında araştırmacıların anlayamadığı bir dil geliştirince olan olmuş. Sonunda müdahaleye uğrayarak sadece İngilizce konuşacak şekilde yeniden programlanmışlar.

Bu kadar özgürlük fazla tabii ve insanın içindeki o ‘istila’ korkusunu tetikliyor. Bugün birbirleriyle anlaşır, yarın gizli planlara başlarlar, neme lazım.

Çocukken, hele de bilim kurguya meraklıysan, o istila endişesi kanına işler gerçekten. Efendim, uzaylılar gelip bizi kaçırır mı, olmadı cennet dünyamıza kendileri yerleşip bizim ‘medeniyetimizi’ yıkarlar mı, bir, kendi ürettiğimiz robotun kurbanı - ya da esiri - olur

Yazının Devamı