Cumartesi akşamı arkadaşım metro çıkışında beni bekliyor. Yanına bir çevik kuvvet polisi yaklaşıyor, “Ne duruyorsun?” şeklinde.
Şimdi dünyanın her yerinde insanlar metro çıkışlarında durur, orada sözleşir, birbirini bekler, oyalanır. “Ne duruyorsun?” diye sorulacak son yerdir metro durağı.
Ama elinde koca bir tüfekle birisi karşınıza dikildiğinde tabii bütün bunları düşünmek yerine cevap veriyorsunuz: “Arkadaşımı bekliyorum”. Ama bu da yetmiyor, ikinci soru geliyor: “Ne zaman gelecek?” Cevap: “10 dakikaya”. Ve dönüp gidiyor bir şey demeden. Bir resimi görevlinin vatandaşla kurduğu iletişim bu. Tabii ki selamsız sabahsız, elbette “sen” diye ve zinhar bir açıklama yapmadan.
Arkadaşım olanı bana anlattığında ilk aklıma gelen “Ben olsam ‘ne var, bir sorun mu var?’ diye cevap yetiştirmeye kalkardım kesin” oluyor. Öyle ya, hesap mı vereceğim metro çıkışında dururken? Vereceksem de neden verdiğimi bilmek hakkım değil mi?
Sonra bunun düşüncesinin bile içime saldığı korkuyu fark ediyorum. Sorarsam olacakları kestiremediğimi. “Cevap mı verir, hakaret mi eder, tartaklar mı, gözaltına mı alır?”a kadar varıyor aklımdan geçen seçenekler. “Aman aman”, diyorum, “İyi ettin bir şey demeyerek. Belli mi olur ne olacağı?”
Gözümün önünde metro istasyonunda polisin tartakladığı çellist Gülşah Erol’un yara bere içindeki boynu, “içinde bomba olabileceği tahmin edilen” kutusunda hasar görmüş enstrümanı. Ne o, çantasını güvenliğe emanet etmek istemiş, onlar kabul etmeyince “Bomba mı var içinde?” diye bağırmış. Yetmemiş, polisin boğazına sarılmış. Yapılan resmi açıklama bu. Ortada da yaralı bir kadın, kırık bir enstrüman ve koca bir korku var.
“Lütfen dikkat edin sanatçı arkadaşlar, size hakaretle ve saldırıyla yaklaşsalar dahi susun ve yanlarından uzaklaşın” diye yazmış facebook hesabından. Tam da az önce polisin boğazına sarılmış bir kadın tavrı, değil mi?
Kuyrukta önümüze geçene “Nereye hemşerim?” dememeyi, ters yönden gelen arabanın bizi sıkıştıran şoförüne yol vermeyi, laf atıldığında duymazdan gelmeyi, tacize uğradığımızda şikayetçi olmamayı hep bu korkuyla öğrendik zaten.
“Aman sormayayım, hakkımı aramayayım, sesimi çıkarmayayım, şiddetin nereden geleceği belli olmaz”, durum bu. Hadi sokaktaki adamdan bu şekilde korunduk, olmadı polise başvurduk diyelim, karşımızda simitçi çocuğu döven, parktaki kadını kıyafetini beğenmediği için kolundan tutup atmaya çalışan güvenlik görevlisi, çello sanatçısı kadını tartaklayan polis varsa kim kurtaracak bizi?
Görüntülerde izledik, arkada Gülşah Erol haykırırken müdahale etmeye ve kayıt almaya çalışanları özel güvenlik durduruyor; “Bekleme yapmayın” gibi resmi olmasına çalıştığı bir dille.
Neden yapmıyorum, orada bir kadın zor durumda, yardım istiyor, itilip kakılıyor. “Sana ne?” diyor, “Sen bekleme yapma”.
Her şeyin özeti bu aslında. Durma, bakma, karışma, sorma. Orada kıyamet de kopsa sen bekleme yapma.