En son Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nin sanat yönetmenliğini üstlenen dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say’ı okların hedefi haline getiren ‘arabesk’ sonunda komedi dizilerimize de malzeme oldu.
Televizyon programında ‘arabesk müzik’ dünyasıyla ilgili sert sözlerinden dolayı hayli eleştirilen ve hakkında soruşturma başlatılan Say’ın ‘yaratıcılıktan uzak’ bulduğu ve ‘arabesk yaşamın betimlemesi’ olarak yorumladığı ‘arabesk müzik’ tartışması, tıpkı bu sıralar pek rastlanmayan Ali Ağaoğlu’nun ‘Bu değil, bu hiç değil’ dediği reklamı gibi absürt komedi dünyamıza ilham verdi.
***
Yayınlandığı günden itibaren sosyal medyada olumlu eleştiriler alan, gördüğü ilgi üzerine her geçen gün daha da popülerleşen, hatta Twitter üzerinden açılan sohbetlerde dünyanın en çok konuşulan konuları arasına girmeyi bile başaran… Sosyal medyada yarattığı ilginin dışında aldığı ödüllerle de absürt komedinin halkımız tarafından fazlasıyla benimsendiğini gösteren ‘Leyla ile Mecnun’, en büyük özelliklerinden biri olan bölüm konularını güncele dair taşlamalarla süslemeyi, bu kez ‘arabesk yasağı’ temasıyla gerçekleştirdi.
Dizinin 76. bölümünü, ülkede arabeskin yasaklandığı haberiyle
Gittikçe gelişen yerli dizi ve sinemacılık sektörü, bir yandan yasakçı zihniyetin şimşeklerini çekip kurmacadan kıl olanlarla uğraşırken, bir yandan da kendi hikâyelerini yaratma heveslilerine fırsatlar sunuyor.
Ancak kurgu dünyasının olanaklardan faydalanma süreci, her alanda olduğu gibi bu sektörde de pek çok olumsuzluğu beraberinde getirmekte.
İstanbul’un simgelerinden birine dönüşen profiterol tutkusunun yaratıcısı İnci Pastanesi’nin, vatandaş arzusuna ve bir zamanların Pera’sının ‘çok güzel’ geçmişinin zarafetine inat, çirkin görüntülerle yerinden sökülüp atıldığı… Eski sinemaları bir bir kapatılan Beyoğlu’nun ve İstanbul’un tarihi dokusunun ‘kentsel dönüşüm’ gibi kılıflarla ters yüz edildiği şu günlerde, ‘Muhteşem Yüzyıl’, ‘Behzat Ç.’ gibi ekranda kendini kabul ettirmiş öyküler bile baskıcılığa karşı varlık mücadelesi verirken, henüz yolun başında olanlar ya da yola çıkmaya heveslenenler için ‘varlık gösterme’ durumu daha bir çetin ceviz.
Özellikle senaryo üretenler, emek vererek yarattıkları öyküleri değerlendirme aşamasında, türlü haksızlık ve engelle uğraşmak zorunda.
***
Bu gerçeklerin farkında olan Senaryo Yazarları Derneği, sektör içinden ya da dışından
Yeni dönemde umduğu reytingi alamayan Show TV, çareyi temizlik harekâtında buldu. ‘Muhteşem Yüzyıl’ı kaptırmanın ardından büyük boşluk yaşayan Kanal, kesesine yük olmadan izleyici çekecek yapımlar peşinde. Bu nedenle de yeni yıla eskinin yüklerinden kurtularak girme operasyonunu sürdürüyor.
İkinci sezonunda iyice mantık dışına çıkarak izleyici kaybı yaşayan ‘Susukunlar’ı finale yollamanın ardından, ‘Emir’in Yolu’nu şimdilik elde tutan Show TV’nin hedef tahtasında büyük umutlarla ekrana taşınan ‘Ustura Kemal’ var. Kahramanının misyonunu layıkıyla ekrana yansıtamayan dizi, 14. bölümüyle devre dışı bırakılıyor.
Bugüne kadar üç defa günü değiştirilerek gidiciliği belli edilen, aksiyonsuzluğuyla fazlaca durgun kalan ‘Ustura Kemal’in sonlanma gerekçesi, yine reytinglerde istenilen başarının elde edilememesi.
Gerçekten de, 1972 yılında Gün Gazetesi’nde başlayıp 28 yıl boyunca her gün okurlarıyla buluşan Haldun Sevel’in resimli romanı ‘Ustura Kemal’, dizi uyarlamasında babayiğitliğin simgesi olmaktan çıkıp kadınsal konulara eğilen yarı komik bir kahramana dönüştükçe sıralamada da gerilemeye başladı.
Oysa geçen sezonun sonundan beri yapılan reklamlarla izleyiciyi beklentiye
Şikâyet ve karalama mekanizmasında siyaset dünyasıyla başa baş rekabetteki TV âleminde, ‘Muhteşem Yüzyıl’a gösterilen tepkilere her gün bir yenisi eklenirken ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ de ithamlara hedef olan yapımlar arasında yol alıyor.
Kısa bir süre önce, pamuk ipliğine bağlı olduğu düşünülen Türk aile yapısını bozduğu gerekçesiyle bir vatandaş tarafından jurnallenen ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ için şimdi de yarışmacılarının ‘oyuncu’ olduğu söylentisi çıkartıldı.
Meyve veren ağacı taşlayan çok olurmuş ya… Bu da o hesap.
***
Kocasını gaza getirmek, biraz da ilgi çekmek için söylediği sözlerle oklara hedef olan bir bayan yarışmacının cast ajansına bağlı oluşundan ötürü yayılan bu söylentiler TV8’de Cengiz Semercioğlu tarafından İlker Ayrık’a da soruldu.
Bugüne dek kimsenin gerek kendi, gerekse yapımlar hakkındaki ithamları doğrulama saflığını göstermediği gerçeğinde, doğal olarak yalanlandı tabi.
Aslında ‘çamur at izi kalsın’ taktiğinin her zaman etkili olduğu mantığından hareketle yaratılan bu dedikoduyu Ayrık’a sormak da abesle iştigaldi.
Neticede yarışmaya katılanların her meslekten olma ihtimali mevcut. Hele ki ortalık ajanstan ve bir rol kapmak için kaydolan vatan
Reyting kaygısına kapılan ekranlarımız, durumu kurtarmak için dizilere değişim operasyonu uygulayan kanalların telaşını yaşarken, vizyona bir başka kurtarma operasyonu damgasını vuruyor.
Arap Baharı’nın ardından esen karayellerle yaprak dökümüne geçen özgürlükçülerin savaş çığlıklarının kapımıza dayandığı, görüntülerinin her gece ekranlarımızı işgal ettiği bugünlere pek de uygun düşen ‘Operasyon: ARGO’, geçmişten günümüze ibretlik, üstelik de gerçek bir kurtarma öyküsü olarak çıkıyor karşımıza…
Antonio J. Mendez imzalı The Master of Disguise’dan ve Joshuah Bearman’ın 2007’de Wired Magazine’de yayımlanan makalesi The Great Escape’ten seçmelere dayanan Chris Terrio imzalı senaryo, Şah’ın ABD’ye sığınmasının ardından 4 Kasım 1979’da, Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgali sırasında kaçan altı görevlinin kurtarılma operasyonunu anlatmakta.
Bir bölümü İstanbul’da çekilen ‘Operasyon: ARGO’, 2500 yıllık Pers İmparatorluğu'ndan, Humeyni’nin İslam Devrimi’ne siyasi gelişimi veren başlangıcında; 1951’de emperyalistlerin sömürdüğü petrolü ulusallaştıran Musaddık Hükümeti’ni ve İngiliz-ABD destekli Operasyon Ajax ile 1953’te işbaşına getirilen Şah Rıza Pehlevi’nin otokratik
Rahmetli Meral Okay öyle bir dizi yaratmış ki, hem çeşitli nemalanmalara vesile olmakta, hem de ülkemize ilkleri yaşatmakta.
Nedir bunlar?
Gelin, “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir hâl alır” diyen Atatürk’ün saptaması ışığında gözden geçirelim.
***
Övgülerle eleştirileri buluşturarak adından en çok bahsettiren ve televizyon tarihimizde‘bedava reklam’ konusunda başı çeken ‘Muhteşem Yüzyıl’, ilk alkışı bu özelliğiyle hak etti.
Kolay mı, üçüncü sezonunu sürdürürken hâlâ aynı sebepten dolayı gündemde kalabilmek? Kaliteye endeksli olarak yorumlanmaması gereken bu alkışlık özellikte pek çok etken söz sahibi…
Padişah sultası altında yazılan tarihe, kurgusal ilavelerle dahi dokunulmasını istemeyenlerin bağnazlığından tutun da, bu vesileyle adını gündeme getirmek isteyenlere… Her kesimden ‘Muhteşem Yüzyıl’a bir ses yükseldi.
Meclis’in oturumuna da taşındı… Kurgusallığını teyit eden RTÜK’ün şikâyet istiabını da taşırdı. Lakin bunca şamata arasında, Başbakan’ın eleştirilerine hiç mazhar olmamıştı. Sonunda o da gerçekleşti.
Hemen her işte olduğu gibi diziciliğin de suyu çıkartıldı sonunda. Bir uyarlama modası yaratıldı, ipini tutana aşk olsun. Hani başarılı olunsa diyecek sözümüz kalmaz. Ama uyarlama kolaycılığına sırt sürmekten özgün hikâye yaratamaz hale getirilenlerin uydurma karakterleriyle geliştirilen uyarlamalarla adeta orijinallerin içine tükürülmekte.
Romanların aslına birebir uyarak dizileştirmek hem masraflı, hem de daha çok emek isteyen iş. Ancak aksi yapıldığında da çabucak kokusu çıkıyor.
Siz bakmayın ‘Aşk-ı Memnu’nun ya da ‘Yaprak Dökümü’nün ilk sezon haricinde de başarıyı yakalamalarına. Aşk katakullileri olmasaydı onlar da aynı yolun yolcusuydu. Şimdilerde ATV’de yayınlanan, Şule Yüksel Şenler’in romanından uyarlama ‘Huzur Sokağı’nın herkesi şaşırtan birinciliğini de baz almamak lazım. Nihayetinde hem ilk sezonu, hem de konusuyla farklı bir desteğe sahip.
***
Ayşe Kulin’in ‘Veda’sından uyarlanan dizinin, seyirci ilgisini çekmeyerek veda ettiği ekranlarda, isimleriyle ilgi uyandıran ancak işlenişleriyle aynı etkiyi yaratamayıp finale giden Orhan Kemal uyarlamalarından ‘Evlerden Biri’ ve ‘Kötü Yol’ son dönem örneklerinden.
Tıpkı ‘Hanımın Çiftliği’ gibi orijinaline
Nasreddin Hoca’nın pabucunu dama attıran Temel öyle bir karakter ki, onunla renklenen her konu doğal bir çekicilik kazanıyor. İşin içine Temel sokulmuşsa gülmek, güldürmek ve popüler olmak garanti!
Havasından mı, suyundan mı yoksa temel gıdası haline getirdiği hamsisinden mi bilinmez, Karadeniz insanını farklı kılan parlak zekâyı temsilen yaratılan Temel’in ‘şifre çözme’ serüveni de, bu çekicilikten nasiplenen bir sinema yolculuğu.
‘Sümela’nın Şifresi Temel’ filminde üç namlulu tabancanın mucidi Temel, Karadeniz fıkralarından bir potpuri sunarak şifre çözme merakına kapılmış ve Sümela’nın damında aradığını bulamayıp yere inerek mafyaları birbirine kırdırmıştı. Sevdiği zengin kıza kavuşmak uğruna kendince bir kahramanlık destanı yazarak Rus mafyasının altınlarına ulaşan Temel, muradına ermiş bir Karadeniz vatandaşı olarak kapanışı yapmıştı.
‘Moskova’nın Şifresi Temel’ ise aşkına kavuşan Temel karısıyla keyif çatarken, Moskova’dan Trabzon diyarına bir çomak uzanmasıyla gelişmekte…
Duvardaki hayvan kellelerinin yanında Temel’e de yer açıp kaptırdığı altınların peşine düşeceğinin sinyallerini veren Rus mafya babası Korkunç İvan’ın başına gelecekleri bilmeden bulaştığı bu