Reyting kaygısına kapılan ekranlarımız, durumu kurtarmak için dizilere değişim operasyonu uygulayan kanalların telaşını yaşarken, vizyona bir başka kurtarma operasyonu damgasını vuruyor.
Arap Baharı’nın ardından esen karayellerle yaprak dökümüne geçen özgürlükçülerin savaş çığlıklarının kapımıza dayandığı, görüntülerinin her gece ekranlarımızı işgal ettiği bugünlere pek de uygun düşen ‘Operasyon: ARGO’, geçmişten günümüze ibretlik, üstelik de gerçek bir kurtarma öyküsü olarak çıkıyor karşımıza…
Antonio J. Mendez imzalı The Master of Disguise’dan ve Joshuah Bearman’ın 2007’de Wired Magazine’de yayımlanan makalesi The Great Escape’ten seçmelere dayanan Chris Terrio imzalı senaryo, Şah’ın ABD’ye sığınmasının ardından 4 Kasım 1979’da, Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin işgali sırasında kaçan altı görevlinin kurtarılma operasyonunu anlatmakta.
Bir bölümü İstanbul’da çekilen ‘Operasyon: ARGO’, 2500 yıllık Pers İmparatorluğu'ndan, Humeyni’nin İslam Devrimi’ne siyasi gelişimi veren başlangıcında; 1951’de emperyalistlerin sömürdüğü petrolü ulusallaştıran Musaddık Hükümeti’ni ve İngiliz-ABD destekli Operasyon Ajax ile 1953’te işbaşına getirilen Şah Rıza Pehlevi’nin otokratik yönetimindeki SAVAK işkencelerini anarak kısa bir tarih yolculuğu yaptırıyor.
***
Açılışından itibaren sinematik etkileşimi başaran yapım her şeyden önce abartısız anlatımıyla ilgi çekmekte…
Sultanahmet Camii, Ayasofya, Kapalıçarşı, Bakırköy gibi mekânlardaki çekimlerinde İran havasını yaratmayı başaran film, 1980 yılının Washington DC ve Hollywood ortamlarını da dönem hassasiyetiyle oluşturmuş. Üç farklı mekânı ustaca geçişlerle kaynaştırıp insani duyguları abartısız sahnelerle canlandıran yapımda, kişilerin ruh hali, devrim gerilimi ve diplomatik süreçler birebir verildiği için etkileme başarısı da oldukça yüksek.
Oscar ödüllü Ben Affleck’in yönetmen ve oyuncu olarak seyirciyle buluştuğu filmde yapaylıktan eser yok. Sahte film çekim aşamasından tutun da kurtuluş anına kadar her sekans, ‘Casusluğun bir aracı da, doğal olarak sahneleme sanatıdır’ diyerek CIA ve Hollywood stüdyolarını buluşturan Tony Mendez’in soğukkanlı kararlılığına tanıklık ettirmekte.
Dolayısıyla ‘Operasyon: ARGO’, CIA yetkililerinin kış mevsiminde ‘bisikletle 480 km ötedeki Türk sınırına yolculuk’ ya da İran’a yollanmış ‘yabancı öğretmen’, ‘misyoner’ gibi absürt kurtarma önerilerine karşı ‘film ekibi’ teklifini getiren Mendez’in basit ama bir o kadar da zor planla Devrim Askerleri’nin elinden adam kaçırmasından çok öte!
***
1997’de Başkan Clinton tarafından açıklanışına kadar gizli kalan ‘Operasyon: ARGO’, o günlerde halk tarafından Kanadalıların gerçekleştirdiği bir kaçış olarak bilinen trajikomik öyküsüyle oldukça düşündürücü.
‘Kurtarmalar kürtaj gibidir. Yaptırmak istemezsiniz ama ihtiyacınız olduğunda da kendiniz yaparsınız’ saptamasıyla gerçekçiliğini gösteren filmin başarılı kamera kullanımları ve olaylara keskin bakış açısıyla yaklaşması doğallığı hissettiren öğelerden.
4 Kasım 1979’da ABD bayrağını yakanların halk ayaklanmasını ‘karnaval’ olarak niteleyen ABD Büyükelçiliği görevlileri, ‘savaşı başlatan piç’ olmamak için ateş açmama emrine harfiyen uyarken dışarıda her dakika sayıları artan ürkütücü kalabalığın cesaretini hesaba katmamış olmalı… Tek bir kişinin demir parmaklıkları aşmasının ardından yaşanan süreç, ABD’lilerin kendine güven havasını yerle bir eden müthiş bir yansıma.
Bu sahnenin hemen akabinde 444 gün sürecek esaretin başlangıç dehşetini yaşatan ve Kanada Büyükelçisi’nin evine sığınan altı görevlinin tek bir ajan sayesinde akıllara gelmeyecek bir yolla kaçırılışını sahneleyen film, mesaj niteliğinde pek çok söylemi de bünyesinde barındırmakta.
***
Yandaş toplayan Devrim Muhafızları’nın, kapı kapı dolaşan Yehova Şahitleri’ne benzetildiği CIA yorumuyla ilgi çeken yapımda ABD’nin ‘dost’ tespiti de ilginç. Kaçan ABD’lilere İngiltere ve Avustralya’nın kapılarını kapatmasına sitemi, buna karşılık Kanada’nın yardımına ‘Teşekkürler Kanada’ mesajıyla övgü yağdırılması ‘Operasyon: ARGO’nun siyasi yakıştırmaları.
Bunun dışında, İran sahnelerini İstanbul’da çeken, evde kapana sıkışan Amerikalıları el kamerasından doğaçlama görüntülerle veren Affleck, Hollywood gerçeklerine yönelik pek çok iğneleyici espriyi de ustalıkla işlemiş.
Bunlarla, hem dönemin gerçek dokusunu en ince ayrıntısına kadar vermeye özen gösteren filmin gerçek gerilimi yumuşatılmış. Hem de sistemdeki sivrilikler cesurca dillendirilmiş. ‘Kendini becer’ anlamı yakıştırılan ARGO senaryosunun düzmeceliğinde, Hollywood ve film piyasasına göndermeler yapan yapım; Hollywood’da önemli kişi gibi algılananların aslında hiçbir şey yapmadan bu sıfatlara sahip olduklarını… Şebeğe bile yönetmenliğin bir günde öğretilebileceğini… Film işinin kömür madenciliğine benzediğini… Hollywood yapımcılarının İran benzeri ülkelerde film çekerken çağdışı görüntülerle gerici bir hava yaratma alışkanlığını… Senaryo locasının Humeyni’den beterliğini… Oyuncuların ‘yamyam sigortası’ isteyecek kadar gelişmiş haklara sahip olduğunu… Ve ajanların özveriyle dolu yaşamları dâhil daha pek çok konuyu elden geçirmiş. Medya da arada nasiplenmiş.
‘Bir yalanı pazarlayacaksan basının pazarlamasını sağlarsın’ diyerek filmlerin ve diğer konuların şişirilmesinde medyanın rolünü açık eden ‘Operasyon: ARGO’, dramatize edilmiş konusu, aralara sıkıştırılmış gerçeklerle ve komedi üslubuyla harmanlanmış, belgesel olmayan belgesel niteliğinde.
Silahları ve teknolojiyi konuşturmadan aksiyonunu gerçekleştiren, her ortama uygun kullanılan müziğiyle destekli sekanslarda oyuncuların mimikleri sayesinde seyircinin gerilime adapte olmasına katkıda bulunan ‘Operasyon: ARGO’, gerçek öyküsü ve oyunculuğa dayalı kurgusuyla politik-ajan geriliminde yılın en iyisi. ‘Kozmik bir felaket’ uydurmacası sayesinde gerçekleştirilen kaçışı izlerken, coşkuyla getirilen devrimleri sorgulatması da bu kaliteli ürünün bonusu!
Anibal GÜLEROĞLU