ATV’nin yayına girmesi bilmeceye dönen dizisi ‘Tozlu Yollar’ nihayet ekrana geldi. Tanıtımlarının uyandırdığı olumlu kanıdan dolayı merakla beklediğim bir diziydi. Nitekim heyecan veren müziğinin yarattığı keyifle izlemeye koyuldum. Lakin ne yazık ki, umduğum gibi çıkmadı.
Dizileri daha ilk bölümlerinden eleştirmemeye özen gösteren biri olarak ‘Tozlu Yollar’ için de ikinci haftasını beklemeyi düşünüyordum aslında. Ama arka arkaya izlediğim ve bana ‘Her Şeye Rağmen’ dizisinin havasını solutan yapımın SBT ölçümlerinde aldığı sonuçları görünce, yol yakınken düşüncelerimi paylaşmak istedim.
***
1967 sonbaharında yağmurlu bir gecede, aile faciasını yazan son baskıyı satmaya uğraşan gazeteci çocukla, gazete okuma motivasyonunu yerine getirip dönem dizilerinin modasına uyan ‘Tozlu Yollar’, her şeyden önce reytingleri arasındaki uçurumla dikkat çekti. SBT’nin A/B grubunda 30’uncu, toplamında 28’inci olan dizi, TNS’ye göre A/B’de dördüncü, toplamda dokuzuncu.
Ölçümlere her ne kadar itibar etmesem de bu büyük fark, dizinin geleceğinin önsözü! Peki, belli bir kesimin merakla karışık ilgisini çeken, toplam kitleye ise daha ilk bölümünden hitap edemeyen ‘Tozlu Yollar’ neden böyle bir sonuçla karşılaştı?
Fikret’in intikam öyküsünü başlatan Orhan’ın intihar sahnesiyle girişini yapan ‘Tozlu Yollar’ için söylenecek ilk söz, dizinin baştan sona karanlıklar içinde yol aldığı! Bu öyle bir karanlık ki, daha ilk bölümden farklı dramlara yelken açan senaryonun üstüne kâbus gibi çöküyor.
Ekran başındakileri kırsalın karanlık atmosferine hapseden ‘Tozlu Yollar’da bir diğer olumsuzluk temponun çok düşük olması.
Tamam, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ veya ‘Lale Devri’ gibi yapımlarda da akış, bunaltıcı derecede ağır ama hiç değilse sahneler karartma gecelerini oynamıyor.
Aksiyon kıtlığı çeken ‘Tozlu Yollar’da karakterleri tahlil etmek de kolay değil. Mesela Hünkâr Bey, çocuk ayrımı yapan bir baba konumunda olsa da Vildan’a karşı tavrı, izleyene ‘Üvey baba mı acaba’ diye sordurtacak derecede abartılı. Aynı şekilde Selda Alkor’un canlandırdığı Mürüvvet Hanım’ın kızına ‘Çiftliğin de, fabrikanın da başında sen olmalısın yoksa bir hiç oluruz’ telkini, süre uzatmaya yaramaktan öteye geçemeyen zorlama konuşmalardan.
Feriye’nin attan düşmesi veya Fikret’in nişanda eve girip odaya dalması gibi sahneler de örgüye değer katmayan içi boş dolgulardan. Bunlarla diziye biraz hareket vermek, heyecan katmak istenmiş ama öylesine sırıtıyorlar ki akışın içinde bu heyecanı yakalamak da imkânsızlaşıyor.
Adalet Partisi iktidarının ve memleketin genç, cesur girişimcilere ihtiyacı olduğunun vurgulandığı dizide, sahne aralarına serpiştirilen ve senaryonun karanlık yüzünü kıracak geçişler olarak kullanılan ‘Hişt çomar sus bakem’ esprisi veya sıkça tekrarlarından medet umulan ‘Bea’ şivesi, ne yazık ki hem senaryonun ciddi temasıyla uyuşmuyor hem de bir sonraki sahneyi anlamsızlaştırıyor.
***
Bunların dışında dizinin mantıkla bağdaşmayan yönleri de mevcut.
‘Abime kavuşmuşken onu öldürdün’ sendromuna kapılan Fikret’in, Feriye ile Nejat’ın dansa davet edilişini duyduğu halde kapıdaki adama ‘Bu kimin nişanı’ diye sorması… Nejat’ın para uğruna harcadığı Handan’ı hem akrabası olarak tanıtması, hem de nişana geldiği için yüzünü ekşitmesi dizideki tutarsızlıklardan sadece birkaçı.
Hadi, yıllardır görmediği kardeşiyle buluşmak için beklerken camdan atlayan Orhan’ın bu davranışını psikolojik bozukluğuna bağlayalım… Diğerleri ne olacak?
Ablası yüzük arama şamatasındayken gecenin bir vakti ormanda beyaz başlıklı kız gibi yalnız bırakılan ve başına iş getirilen Gülcan’ın korku filmini andıran eğreti sahnesinden etkilenmek ne derece mümkün?
İntikamın ve entrikanın revaçta olduğu ekranlarda bu vasıflarla yıldız gibi parlayacakken, karakterleri devreye sokma telaşında yaratılan konu karmaşasıyla toz duman arasında bırakılan ve karanlığın ağırlığıyla boğulan ‘Tozlu Yollar’ın bunları düşünmesi lazım! Zira show must go on usulü, her ne olursa olsun programını sürdüren nişan orkestrası gibi davranılır da tutulan yolun iç karartıcı temposunda yürünürse toz olup gitmek de var hesapta. O zaman da yazık olur ekrana gelmek için verilen savaşa.
Anibal GÜLEROĞLU