DÜNYANIN YENİ KAHRAMANI ‘ENDER’!

8 Kasım 2013

Dünya düzeni istediği kadar değişsin, teknolojik gelişmelere her gün bir yenisi daha eklensin bazı kavramlar var ki geçmişten geleceğe oldukları gibi varlıklarını sürdürüyorlar. Dostluk, başarı, düşmanını alt etme, kendini ispat, aile ilişkileri ve benzerleri… Ama en önemlisi de tüm dünyanın savunmasını üstlenebilecek, merhameti ve şiddeti, orta yolu bularak uygulayabilecek bir kahraman arayışı.

Gerçi yaşamda karşılığı olamayan bu arayışı tatmin etmek için çizgilerden başlayıp sinemaya geçen akla gelebilecek pek çok karakterden medet umuldu. Olası bir uzaylı istilasıyla karşı karşıya kalan dünyanın geleceğini çocuklardan oluşan bir birliğe kumanda ederek koruyan Ender de bu alanda karşımıza çıkan son örnek.

Aslında bilgisayarlardaki savaş oyunlarının kurgusuyla, askeri stratejileri ve dünyanın gerçek savunmasını buluşturup buna zekâsını ve öngörüsünü katarak kazanmaya odaklanan Ender, gelecekçi öykülere meraklı olanlar için pek de yeni bir karakter değil.

1984 yılında yayınlanıp klasikler arasına giren Orson Scott Card’ın beş kitaplık ‘Ender’s Game’ romanı sayesinde bu alana ilgi duyanlara kendini tanıtan çocuk kahraman, yıllar sonra uyarlanarak beyazperdede yerini

Yazının Devamı

KOMEDİ, BEBEK İŞİ DENİRSE İŞLEV ÖNEMLİ!

5 Kasım 2013

Geçmişte başarılı olmuş bir işten cesaret alarak onun orijinalliğinden vasatın altında yerlilik türetmek, üstelik bunu kadroda magazinsel çekiciliği olan bir ismi kullanarak yapmak nihayetinde Türk işi-Bebek İşi… Kestir gözüne bir film, ayaküstü dizileştir… Ya hayatının rolü olur ya bebek işi. Maksat yapımcılar iş başında olsun. Öyle de oluyor zaten.

Bu modada üretilen işler, başlangıçta komedisini beraberinde getirse bile bir noktadan sonra tıkanıyor ve overlokçulardan medet umar duruma düşüp tırtlaşıyor.

Tırtlaştıkça da hesabının kesilmesi kaçınılmaz oluyor.

Anlayacağınız başarıyı yaratacak ayrıntıları bulma sezgilerini kullanmak yerine gelişine yuvarlanıp gitmeyi tercih edenlerin senaryolarındaki karakterler hipnozla yönlendirilebiliyor ama bebeğin piyanist şantöre dönüştüğü anda, ‘Olacağına bak’ dedirterek gidiciliğinin öngörüsünü yaptıran senaryo, ne yazık ki ekran başındakileri hipnozlayıp bebek işi kolaycılığını izlenir hale getiremiyor.

***

Aslına bakılırsa el kadar bebeleri gecelerin bıçkını ya da ben kaçın kurasıyım tonlamasında konuşturmayı bize özgü marifet sayan yapım, arka arkaya iki yeni bölüm devreye sokarak çıktığı yolculuğunda çok bile dayandı.

Belk

Yazının Devamı

Karanlıktan ışığa THOR efsanesi…

1 Kasım 2013

Işık, hayatın ve iyiliğin vazgeçilmez tanımı! Her şey onun varlığıyla başlıyor. Noktalandığı yerde karşımıza çıkansa, kötülüğün ve hiçliğin timsali karanlık. Bu doğrultuda da, sadece dünyamızda değil evrenin neresinde olursa olsun özlenen aranan bir güç olan ışıkla onun zıt kardeşi karanlık, iyiyle kötünün bitmeyen savaşı gibi çekişmesini sürdürmekte. Tıpkı ‘Işığın doğumundan önce karanlık vardı’ diyerek söze başlayan ‘Thor: Karanlık Dünya/Thor: The Dark World’ filminde olduğu gibi…

Yönetmenliğini, ‘The Sopranos’, ‘Lost’, ‘Game of Thrones’, ‘Oz’, ‘Sex and the City’, ‘Mad Men’, ‘Rome’ gibi ünlü dizilerle adını duyuran ve sinemadan ziyade televizyon dünyasında iş üreten Alan Taylor’ın üstlendiği ‘Thor: Karanlık Dünya’ için söylenecek ilk söz, her anlamda bir devam filmi olduğu ve yönetmen değişiminin Thor’a yaradığı.

İlk filmde Loki’nin taht hırsıyla şekillenen THOR öyküsü, burada da evreni ölümsüz bir geceye dönüştürmek isteyen Karanlık Elfler Lordu Malekith (Christopher Eccleston)’ın hâkimiyet tutkusuyla varlık bulmakta.

2015 yılında gösterime girmesi beklenen ‘Terminator’ filminin de yönetmenliğini üstleneceği duyurulan Taylor’ın Orta Dünya yaklaşımını ağır bastırdığı

Yazının Devamı

Kenan Işık’lı Kristal Kayısı ‘Işığa Yürümek’le karardı!

30 Ekim 2013

Bir organizasyonda ‘seçici’ sıfatıyla görev almak ve bunu hakkıyla yerine getirmek zor iş. Hele de bu organizasyon, sayıları sürekli artan film festivali alanında düzenlenmişse seçicilik konumuna getirilenlerin yüklendikleri sorumluluk daha da büyük oluyor. Dahası bu kişiler medyada göz önünde olan isimler arasındansa, insanların ilgisi de misliyle katlanıyor. Tabi beklentileri ve eleştirel yaklaşımları da… Umulan bulunamayınca veya bir haksızlık hissedildiğinde olumsuzluklar dile getiriliyor haliyle.

Bu yıl 15-21 Kasım tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenecek olan Malatya Uluslararası Film Festivali’nin Four Seasons Bosphorus’ta gerçekleştirilen basın toplantısı da bu doğrultuda bir nahoşluğa sahne oldu.

Başkanlığını, Tunç Başaran’ın yapacağı Ulusal Uzun Metraj Jürisi’nde ATV ekranlarında hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahip olan ‘Kim Milyoner Olmak İster’in tatlı-sert sunucusu Kenan Işık’ın yanı sıra sinema, tiyatro ve dizilerde izleyici karşısına çıkan Settar Tanrıöğen’e, yazar-çevirmen Sevin Okyay’a ve yazar Canan Tan’a yer veren ‘4. Malatya Uluslararası Film Festivali’, yarışmacı film sayısının ondan dokuza düşmesiyle daha başlamadan tepki çekti!

‘FESTİVAL

Yazının Devamı

KOSANLIĞIN PERDE ARKASI ‘KAPTAN PHILLIPS’TE…

25 Ekim 2013

Gelişen çağımızda gittikçe değişen değerler ve zorlaşan yaşam şartları özellikle genç nesillerin ayakta kalmasını güçleştirmekte. Ekmeğin aslanın ağzından da derinlere gittiğinin ve eskiye kıyasla iş bulmanın büyük piyangoya dönüştüğü gerçeğinin sonuçları, dünya devi olarak hükmünü yürüten Amerika’da da, açlıkla talim olan Somali’de de hissedilmekte. Tabi, ülkelerin şartları dâhilinde!

Nedir veya kimlerdir bu şartları oluşturan? Güçlerine güç katmak isteyen büyük devletlerin küçükler üstündeki yaptırım avantajları, güçlülerin zayıfları sömürme düzeni ve tüm bu dış etkenlerden daha çok zarar veren iç asalaklar. Bunlara ilaveten coğrafi olumsuzlukları da sayarsak, kendiliğinden çıkıyor ortaya zayıf olanın her daim ezilmeye mahkûm olduğu gerçeği. Bu gerçeğin doğurduğu bir başka gerçek ise dışarıdan bakıldığında ‘korsan’ sıfatı yapıştırılıp geçilen, arka planında bambaşka gerçekler barındıran Somalili korsanların dramı! Suçun ve suçlunun dramı olur mu? Elbette ki olur. Ama bu öyle her gece farklı farklı isimlerle ekrana gelmelerine karşın aslında birbirlerinden pek de büyük ayrılıklar yansıtmayan dizilerdeki ajitasyonlara benzemiyor. Bu dram, mecburiyet üstüne kurulu.

Bir

Yazının Devamı

‘Yetenek Sizsiniz’deki yetenek uyutmacası…

23 Ekim 2013

Özellikle ekran başına oturup beklemediğim, dizilerden fırsat buldukça izlediğim yapımlara karşı nedendir bilinmez bir başka hassas oluyorum. İstiyorum ki, bunlar her hafta bir film çekme telaşındaki dizilerden daha kaliteli bir şeyler ortaya koysun. Türü ne olursa olsun içeriği kurgunun ötesinde gerçekçilik yansıtsın.

İşte bu ruh haliyle baktığım yapımlardan biri de ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’

Acun’un pazarlama mahareti sayesinde yurdumuzda sevilen ve bol reyting toplayan bir program haline gelen yarışmanın içeriğini, dışarıdaki örnekleriyle kıyasladığımda bir türlü tatminkâr bulamadığımdan olsa gerek her daim eleştirecek bir nokta dikkatimi çekmiştir. Ya katılımcıların abartılan yeteneklerine takılmışımdır ya da jürinin falsolarına.

Ama bu yıl görünen manzarada durum çok daha vahim!

***

Şimdilik jüriden yana bir kusur yok. Ancak programda sergilenenlere bakarsak, jürisine Eser Yenenler’i katarak nihayet üçüncü kişide isabeti tutturan Acun’un yetenek avcılığı sıfırı tüketmek üzere gibi görünmekte.

Kanal D’deki ‘Bırakın Konuşalım’ programına bağlanıp Nagehan Alçı’ya ağzının payını vererek aslında kendi kendisine gayet yeteceğini ve kimsenin desteğine ihtiyacı

Yazının Devamı

‘Gözümün Nuru’ ödülünü hak ediyor!

18 Ekim 2013

İnsanlar, kendi yaşamlarından bir kesiti, üstelik de hayati bir olayı sinema diline dökmeye yeltense ne olur? Ekranlarda çam sakızı gibi uzatılan kurgulardaki dramlardan bıkan izleyici için büyük değişiklik olur tabii ki… Üstelik hikâyesine ve anlatımının kalitesine göre daha da isabetli bir yenilik yaratacak olan bu durumda, sürpriz bir biçimde Adana Altın Koza’da dört ödül kapan ‘Gözümün Nuru’ söz konusu olduğunda en basit ifadeyle, turna gözünden vurulmuş olur.

Hayatını sinemaya adamış bir insanın görme yeteneğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasının ve tüm benliğinin bir daha film yapamama korkusuyla sarılmasının dışavurumu olarak seyirciyle buluşturulan ‘Gözümün Nuru’, baştan sona sinema tutkusuyla dolu bir yapım. Burada yansıtılan öyle bir tutku ki, hem insana sahip olduğu görme yeteneğinin kıymetini bir kez daha hatırlatıyor hem de kahramanının duygu seline ortak ediyor. Dahası doğrudan olayın içindeki kişilerin eğlenceli diliyle!

***

Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu'nun yazıp yönettiği ‘Gözümün Nuru’, Melik Saraçoğlu'nun gerçek hayat hikâyesine dayanan, ancak körlükle burun buruna gelen bir gencin yaşadığı karanlık ve ciddi bir tecrübe olmasına karşın

Yazının Devamı

‘İKİ KAFADAR’ ÇİN’E MEYDAN OKUYOR…

14 Ekim 2013

Şimdilerde mantar gibi akşamdan sabaha her yerde bitiveren AVM’lerin mevcudiyetinde yeni jenerasyonun pek de ilgisini çekmese de eskilerin gözdesi Mahmutpaşa, yıllara meydan okurcasına sürdürdüğü varlığıyla İstanbul’un vazgeçilmez simgelerinden… Pasajları, hanları, her derde derman esnafı ve Çin ağırlıklı ithal mallarıyla alışverişin tadı Mahmutpaşa’da çıkar diyenlerin vazgeçilmezi olan bu simge şimdi de girdikleri her işi batıran ‘İki Kafadar’ın hikâyesini palazlandırma görevini üstlenmiş durumda…

Sanatçı kimliklerine rağmen dizilerle ön plana çıkan ve izleyicinin sempatisini kazanmanın ardından televizyon-sinema yapımları arasında mekik dokuyan isimlerin yer aldığı ‘İki Kafadar: Chines Connection’, her şeyden önce bu yapısıyla dizileri aratmazken, bol küfürlü içeriğiyle de izleyicinin gülme zevkini tatmine yönelerek bizdeki komedi algısıyla paralel bir yol izlemekte.

Bu saptamanın ardından yönetmen Gökhan Erkut’un ilk uzun metraj çalışması olan ‘İki Kafadar’ın kritiğine geçecek olursak, Altan rolündeki İlker Aksum’un ve Şükrü’yü canlandıran Gökçe Özyol’un performanslarıyla dizi tadında bir film olarak huzura gelen yapımın ilk etapta keyifli bir iş olduğunu söylemek hata

Yazının Devamı