Şimdilerde mantar gibi akşamdan sabaha her yerde bitiveren AVM’lerin mevcudiyetinde yeni jenerasyonun pek de ilgisini çekmese de eskilerin gözdesi Mahmutpaşa, yıllara meydan okurcasına sürdürdüğü varlığıyla İstanbul’un vazgeçilmez simgelerinden… Pasajları, hanları, her derde derman esnafı ve Çin ağırlıklı ithal mallarıyla alışverişin tadı Mahmutpaşa’da çıkar diyenlerin vazgeçilmezi olan bu simge şimdi de girdikleri her işi batıran ‘İki Kafadar’ın hikâyesini palazlandırma görevini üstlenmiş durumda…
Sanatçı kimliklerine rağmen dizilerle ön plana çıkan ve izleyicinin sempatisini kazanmanın ardından televizyon-sinema yapımları arasında mekik dokuyan isimlerin yer aldığı ‘İki Kafadar: Chines Connection’, her şeyden önce bu yapısıyla dizileri aratmazken, bol küfürlü içeriğiyle de izleyicinin gülme zevkini tatmine yönelerek bizdeki komedi algısıyla paralel bir yol izlemekte.
Bu saptamanın ardından yönetmen Gökhan Erkut’un ilk uzun metraj çalışması olan ‘İki Kafadar’ın kritiğine geçecek olursak, Altan rolündeki İlker Aksum’un ve Şükrü’yü canlandıran Gökçe Özyol’un performanslarıyla dizi tadında bir film olarak huzura gelen yapımın ilk etapta keyifli bir iş olduğunu söylemek hata olmaz.
Öykü Çelik’in seksi imajıyla renklenen, ‘Cabbar Çakar’ kimliğiyle lafları ve tokatları çakan Sinan Engin’in mafyalığıyla hareketlenen, Orhan Aydın’ın ve Settar Tanrıöğen’in tiyatroculuğundan nasiplenen, Murat Akkoyunlu’yu ‘Her Şey Yolunda Merkez’deki amirlikten takıntılı bir kişiliğe transfer eden, Pelin Öztekin’le Ahmet Dursun’u GDO noktasında buluşturup coşturan ve daha pek çok karakteri kendi kalıplarında komedi kıvamına sokan ‘İki Kafadar’, Türkler ile Çinlilerin yollarını ‘tohum’ kaçakçılığında kesiştiren bir öyküye sahip.
***
İçlerine tohum gizledikleri tableti, saflıkta tavan yapan ‘İki Kafadar’a kaptıran Çin mafyasının ‘Bu Türkler çok ta.aklı. Bütün Çin işkencelerini yaptık bana mısın demediler’ övgüsüne mazhar olan kahramanlarımız, hayatta başarıyı yakalamak için çabalarken kendilerini hiç anlamadıkları bir dünyanın içinde buluveriyor.
Mahmutpaşa piyasasında çıraklıktan yetiştikleri halde hep batağa saplanacak kadar beceriksiz ve şanssız olan Altan ile Şükrü’nün Çin malı ticaretinde çıtayı yükseltip tablet işine girmeleri ve obsesif Rıza’nın kendisine hediye edilen tabletin içindeki tohumları bulmasıyla gelişen öykü, milyon dolarlarını koruma derdindeki mafya babalarının devreye girmesiyle tam bir komedi aksiyonuna dönüşüyor.
Çabuk ve kolay para kazanma uğruna düşülebilecek tuzaklara ışık tutan, Türkiye’nin GDO trafiğindeki yerini düşündüren, moda olduğu üzere televizyondan satış olayına içeriğinde yer veren ‘İki Kafadar: Chines Connection’ın, durum komedisiyle yarattığı gülmecesinde en göze batıcı ayrıntı, ‘olmazsa olmaz’ kıvamında sarf edilen küfürlerin gereksizliği!
Küfür ve argo erkek dünyasının vazgeçilmezi olsa bile insan, filmi izlerken oldukça itici gelen bu olgu karşısında; dikkat çeken isimlerin yer aldığı yenilikçi bir konuyu, böylesine el hareketleri veya üstüne basa basa söylenen küfürlerle yozlaştırmanın gereği var mıydı diye düşünmeden edemiyor.
‘İki Kafadar’ın yoksulluktan zenginliğe geçiş çabasına dair boşlukların yeterince doldurulamaması ve ‘Anan avradım olsun’ diyecek kadar bizden olup Çinli diye sunulan karakterlerin canlandırmadaki abartısı da yapımın dezavantajlarından.
Aslında konu itibariyle ‘dizi’ yapımına da çok müsait düşecek olan ‘İki Kafadar: Chines Connection’da bir başka ayrıntı, tıpkı dizi mantığındaki gibi, ağırlığın sunumdan ziyade kadronun popülaritesine verilmiş olması. Halkın tuttuğu isimlerin bir araya getirilmesine yönelik bu yaklaşım sonucunda ne yazık ki senaryonun yeterince işlenmesi göz ardı edilmiş. Bu ise ortaya daha iyi bir iş çıkartılmasının önünü kesmiş.
Ancak yine de her ne kadar filmin içinde ‘Tamam kes kes oğlum. Senden bi mok olmaz’ dense de ‘İki Kafadar: Chines Connection’, farklı bir şeyler sunmak için çıktığı yolda öyle çok büyük hayal kırıklığı da yaşatmıyor.
Neticede vizyona sokulan Fida-Zuma Film ürünü olan yapım, ödüllerin çifter çifter dağıtıldığı festivallerde yarışma kaygısı taşıyan bir film değil. Onun için çok ince eleyip sık dokumadan gülmek isteyenlere fazlasıyla hitap eder.
Anibal GÜLEROĞLU