Geçmişte başarılı olmuş bir işten cesaret alarak onun orijinalliğinden vasatın altında yerlilik türetmek, üstelik bunu kadroda magazinsel çekiciliği olan bir ismi kullanarak yapmak nihayetinde Türk işi-Bebek İşi… Kestir gözüne bir film, ayaküstü dizileştir… Ya hayatının rolü olur ya bebek işi. Maksat yapımcılar iş başında olsun. Öyle de oluyor zaten.
Bu modada üretilen işler, başlangıçta komedisini beraberinde getirse bile bir noktadan sonra tıkanıyor ve overlokçulardan medet umar duruma düşüp tırtlaşıyor.
Tırtlaştıkça da hesabının kesilmesi kaçınılmaz oluyor.
Anlayacağınız başarıyı yaratacak ayrıntıları bulma sezgilerini kullanmak yerine gelişine yuvarlanıp gitmeyi tercih edenlerin senaryolarındaki karakterler hipnozla yönlendirilebiliyor ama bebeğin piyanist şantöre dönüştüğü anda, ‘Olacağına bak’ dedirterek gidiciliğinin öngörüsünü yaptıran senaryo, ne yazık ki ekran başındakileri hipnozlayıp bebek işi kolaycılığını izlenir hale getiremiyor.
***
Aslına bakılırsa el kadar bebeleri gecelerin bıçkını ya da ben kaçın kurasıyım tonlamasında konuşturmayı bize özgü marifet sayan yapım, arka arkaya iki yeni bölüm devreye sokarak çıktığı yolculuğunda çok bile dayandı.
Belki bebeklerin şirinliğinden belki de ekranın henüz yeni sezona girmemiş olmasından başta biraz ilgi çeken dizi ne zaman ki iyice seyirci zekâsıyla dalga geçen bir komedi diline büründü ‘kısa dizi de iş yapar’ iddiası ve Nurgül Yeşilçay’ın ‘Uzunluğu değil işlevi önemli’ felsefesi yerle bir oldu.
Zaten bizdeki komedilere bakıyorum da çoğu, ilk birkaç bölüm iyi gidiyor. Sonrasında bir espri kıtlığı başlıyor ve gelsin saçmalıklar. Absürtlük bile olamayacak sahnelerdeki güldürmeyen mizah, beraberinde kendini tekrarı da getiriyor.
Şaşkın bakışlar, yanlış anlaşılmalar üstüne saçmalardan seçmeler ve durum komedisini yerlerde süründüren durumsuzluklar. Türk işi-Bebek işi komedilerde tekmili bir arada.
Olmaz, olamazzz… Olmamalı!’ diye haykırası geliyor insanın ama bildiklerini okuyanların, komedide işlevin işlevsizlik olduğunu ispata soyunmuşçasına yarattıkları komediler bebek işinin ötesinde uyanık işi halinde ekrana taşınmayı sürdürüyor. Netice, fiyasko!
***
Oysa dizi işindeki ustalar(!), komedinin bebek işi olmadığını bir parça düşünseler, komediye limon sıkmaktan vazgeçseler, yabancı veya yerli bir filmin geçmişte çok tutulmuş olmasına heveslenip yola çıkmak yerine yaratıcılıklarını kullanmayı deneseler belki de sezonlar boyu sürecek bir başarı yakalayabilecekler. Ama ne gezer…
Bizim dizicilerin-yapımcıların bir kısmı, bir iş üretirken burunlarından kıl aldırmaz havalarına girerler, alçak-yüksek cümle dağları yarattıklarını sanırlar ya… Komediye de, yapımcılığa da, senaryoya da bu gözle bakıp bodoslama daldıkları projelerde bebek işi, mebek işi üretirler böbürlene böbürlene… Sonrasında çıkan tabloysa, ölü doğan dizinin çek fişini bitir işini olur böyle.
Yok mu şu ekranlarda boyunu, posunu, uzunluğunu bir kenara bırakıp dişe dokunur bir işlev katacak komediye? Aman bebek işi olmasın.
Anibal GÜLEROĞLU