Hani hep Kanal D’ye yükleniyoruz ya… Dizileri kaldırıp duruyor diye... Dizi kıyımcılığında diğer kanalların da ondan geri kalır yanı yok Maşallah!
Yaklaşık 36 diziyle başlanılan sezonda kendilerini reyting çarkına kaptıran kanallarımız, ‘Bu dizi bolluğunun nasılsa arkası da var’ diye düşünüyor olmalılar ki yapımları ekranlardan kolayca siliveriyorlar.
Öyle ya, dizi sektörünün fabrikasyon üretiminde yeni yapım sorun değil… Japon askeri gibi ışığı gören çıkıyor! Onlar bu denli kolay ve çok sayıda ortalığa döküldükçe mevcutların ömrü de kısalıveriyor. Malum, bölüşülecek pasta kısıtlı ve de yenisi geldiğinden eskisinin hükmü yoktur kuralı revaçta.
Bu acımasız ve katı düzenin yutmaya hazırlandığı yapımlardan biri de ‘Diğer Yarım’… Gülerek izlediğim işlerdendi. Finale gideceğini duyduğumda önce inanamadım. ATV’nin sitesindeki yeni bölüm fragmanı da dâhil olmak üzere ‘final’ vurgusu da ortalıkta yoktu. Ama dizi ekibinin veda yemeği resimleri durumu netleştirince üzüldüm doğrusu. Çünkü tüm oyuncularının birbirine kaynaştığı ve içerikle kimyalarının tuttuğu nadir işlerdendi.
***
Aslında ATV ekranında yayına başladığından beri çeşitli eleştirilere maruz kalmıştı. Bir yandan
Devrim ve uyarlama… Özlerinde çok farklı konular olsalar da, değişim noktasında buluşan bu iki olgunun asıl ortak yönü ‘başarı’ hususunda kendini gösterir. İyi bir devrim, aktörlerinin inandırıcılığının yanı sıra, halkın taleplerini kapsayan ve yaşamsal mantıkla ters düşmeyen bir kabul edilebilirliği yakalamakla hedefine ulaşıp kalıcı olur. Bir uyarlamanın başarısı da aynı şekilde, oyuncularının etkili canlandırmasına ve içerik bakımından hitap ettiği kitleyi cezp edici yeterliliğe sahip olma becerisine bağlıdır.
Bu iki olgunun bir diğer ortaklığı ise halkla buluşma sürecinde gözlemlenmekte… Dolayısıyla her ikisi için de televizyon başta olmak üzere yayın organlarının ve sinemanın değeri büyük.
Şimdi konuya uyarlamalardan girecek olursak… Çok okunan romanlar, her daim yapımcıların ilgi odağı olmuştur. Bu düşkünlüğün arka planında bir anlamda beğenilmiş öykülerin getirisinden nasiplenme isteği yatar. Ne var ki, romanlardan uyarlanan filmlerin ve dahi dizilerin işi, diğer senaryolara kıyasla daha zordur. Zira romanın yarattığı konu aşinalığı hem filmin sürpriz yaratma yönünü yok eder, hem de öykünün tamamına hâkim seyircide, kitapla kıyaslama dezavantajını geliştirir.
Bundan
Bilet kesme yarışında başı çeker hale gelerek tarzını ve de farkını yaratan Kanal D’nin ‘Tak sepeti koluna’ dediği yapımlar kervanına katılan ‘Urfalıyam Ezelden’ şu sıralar televizyon gündeminin öne çıkanlarından.
Bir yandan Kanal D’nin CEO’suna tepki gösteren İbrahim Tatlıses’in yönlendirici söyleminin medyaya pompalanması, diğer yandan dizinin geleceğiyle ilgili yaşanan gelişme… Bu furyada varılan noktaysa; Kaldırılmayı hak etmediği gerekçesiyle gösterilen tepkilerin meyvesini Star TV ekranına transferle toplamaya hazırlanan dizinin, gönderilişiyle yeniden dirilişinin hayret uyandıran bir hızda gerçekleşmesi! Her yapıma nasip olacak bir şey değil sonuçta.
KANALLAR ‘EKMEK TEKNESİ’ OLAYINI UMURSAMAZ
‘Benim Adım Gültepe’yi harcadığı görüşünü ısrarla tekrarladığım Kanal D, ‘Yalan Dünya’ ve ‘Arkadaşım Hoş Geldin’ gibi reytingi düşen yapımlar için yolculuk kararı alırken araya ‘Urfalıyam Ezelden’i de sıkıştırıverdi ya gelsin eleştiriler. Gerçekçi olmak gerekirse, bu gidişler kanal açısından zorunlu. Çünkü sırada bekleyen işler çok.
Kanal D’nin gelenlere yer açmak için mevcutlar arasında performans değerlendirmesine gidip eleme yapma ihtiyacını daha önce vurgulamıştım. Kerem
Uzun dizileri, ağır çekimler ve sürekli kendini tekrarlayan konu aksiyonu sayesinde kotaran kurgu yaratıcılarımız, her ne kadar dünyaya açılım konusunda iddialı olsalar da ortaya çıkartılan öykülerin ve işlenişlerin farkı meydanda. Altını çize çize tekrarladığımız bu fark, sinemada da aynı çizgi doğrultusunda alabildiğine hissedilmekte.
Genelinde arabesk dilden kurtulamayıp konuları derine inmeden, dar çerçeveden yansıtan sinemamızda ve tabii ki dizilerimizde ortaya çıkan en büyük kurgusal eksiklik, tür konusunda kendini gösteriyor.
Korku türünde, eskiye kıyasla daha çok örnek çıkartıp teknik desteğin sayesinde bir parça dişe dokunur işler üretiliyor. Ancak burada da senaryo yaratıcılığına rastlamanın pek imkânı yok. Tıpkı dizilerdeki gibi, üç aşağı beş yukarı aynı tema çevresinde dönülüyor. Bazıları içinse, ‘Hollywood çakması’ etiketi gayet denk düşüyor.
Öte yandan bilim kurgu konusu sektörümüzün derin yarası! Dizileri geçtim, 100’üncü yılın övgüsünü çeşitli kutlamalarla yansıtırken, Yeşilçam kalıplarının modernleştirilmiş tablosundan kayda değer bir üstünlük yaratılamadığını, beyazperdede yer alan filmlerle ispatlayan sinemamızda bu yönde bir gayret de yok. Öyle ki,
Âdem ile Havva’dan bu yana yasak olanın çekiciliği malum… Kişi için kötü olanı da cazip hale getiren bu yaklaşım, kurgu dünyasının sarıldığı bir can simidi. Dizilerin ve filmlerin anti kahraman yaratma düşkünlüğü de bunun yansıması. Uçlardaki karakterler bir başka çekici olunca, hemen her yapıma bir tane yerleştirmek kaçınılmaz oluyor haliyle. Şimdilerde ekrandaki en başarılı örnek, ‘Kara Para Aşk’ın Metin-Fatih’i!
Erkan Can tarafından ustalıkla canlandırılan psikopat Tayyar Dündar’ın oğlu olarak kötülüğü soydan alan Fatih, nam-ı diğer Metin karakteri Saygın Soysal’ın role uygun performansı sayesinde ‘Kara Para Aşk’ın kanı-canı haline gelmiş bulunmakta…
***
Son demde babalığını tokat gibi yüzüne vurup Tayyar’ın parasının üstüne oturarak dizideki etkinliğini artıran Fatih’i, amca-babayı koltuğundan edip dili kesilen annesinin öcünü alma yolunda ilerlerken, öne çıkartan detay Nilüfer’e karşı hissettiği tutkulu aşkın gücü.
Kötülük ve gaddarlığı, tutsak edilen kadına karşı en doğal haliyle gelişen aşkla buluşturma becerisini sergileyen senaryonun hakkını veren Saygın Soysal, ‘Muhteşem Yüzyıl’daki Mercan Ağa’lığının ardından bambaşka bir kişiliğe bürünerek kendini
Star TV’deki başarılı performansının ardından TV 8’in ilk dizisi olarak akıllarda yer eden ‘Kaçak Gelinler’e, ne yazık ki kanal değişikliği pek yaramadı gibi…
Star’dayken ‘Ulan İstanbul’un peşi sıra gelip reytinglerin ikincisi olan ‘Kaçak Gelinler’, aldığı sonuçlarla şimdilerde hayli gerilerde. Hak ettiğinin ötesindeki reyting haliyle de, dizilerin birer birer harcandığı şu günlerde, akıllarda soru işaret uyandıran yapımlar arasında yer almakta.
ŞebSel’ciler başta olmak üzere fanatik bir izleyici grubuna sahip olan ve Star’daki yayın gününü ‘Reaksiyon’ dizisine kaptırarak ‘Kalktı mı’ kaygısını gönüllere düşüren yapımla ilgili olarak takipçileri bir kez daha kaygılı… TV 8 de, dizi harcama modasına uyup ‘Kaçak Gelinler’in defterini dürecek mi diye düşünülmekte!
Ne de olsa, diğer kanallar içeriğin ve kadronun güzelliğine, takipçilerine aldırmadan, ilk 10 içinde yer alan yeni yapımları dahi ‘reklam geliri’ bahanesiyle finale bile gerek görmeden bir çırpıda harcamakta.
Ancak dizinin üç güzeli Selin Şekerci, Deniz Baysal ve Açelya Topaloğlu’nun ‘3 Adam’ programına konuk olup aşka dair sözleriyle hoşluklar yaşatmasına… İlaveten, beklenmeyen misafirler olarak dizinin üç
Dünyayı güzellikleriyle yaşayıp nimetlerinden dostça-kardeşçe faydalanmak varken emperyalizmin gücüyle tetiklenen savaşçılık, Ortadoğu başta olmak üzere farklı ülkelerden olanca korkunçluğuyla gündemimizde. Görünen o ki, ırkçılığı ve din savaşlarını tırmandırarak yeni bir küresel yıkıma doğru ilerleme belirtileri gösteren insanlık, yaşadığı iki Dünya Savaşı’nın yarattığı hüznü unutup gitmiş.
Bu anlamda hem televizyon kanallarına hem de kurgu dünyasına savaşın acı yüzünü ‘hatırlatma’ görevi düşmekte. Nitekim Nazi Almanya’sının yol açtığı İkinci Dünya Savaşı bu hafta iki farklı filmle sinemalarda yaşatılmakta…
Biri, Kuzey Kafkasya Türklerinin acısını, 1940’lardan 1990’lara yayılı bir süreçteki masalsı aşkın sabrıyla işleyen ve ‘Yılanların Öcü’nün yıldızı Hande Soral ile Serkan Şenalp’i buluşturan ‘Birleşen Gönüller’… Ki bunu farklı bir yazımızda ele almıştık.
Diğeriyse, 24 saate çok şey sığdırarak savaşın karanlık yüzünü en yalın biçimiyle veren ve Brad Pitt’i de, Wardaddy lakaplı karakterle, ordunun bel kemiği sayılan çavuş kahramanlığında karşımıza çıkartan ‘Fury’!
SAVAŞIN DÖNÜŞTÜREN YÜZÜ
Öfke, çılgınlık, gazap gibi anlamlara gelen ‘Fury’ kelimesinin sinemadaki
Türk sinemasının 100’üncü yılında bir film festivalini daha geride bıraktık. Gezi olaylarını anlatan belgeselde küfür bulunduğu gerekçesiyle yaşanan sansür tatsızlığının gölgesinde başlangıcını yapan 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Antalya EXPO Center’daki ödül töreniyle sona erdi.
Dünyanın en büyük festivalleri arasına yerleşmeyi hedefleyen Altın Portakal, Kobani ayarıyla yan etkinliklerini iptal edip yolunda ilerlerken her yıl olduğu gibi yine ödüllerden ziyade konuşmalarda verilen mesajlar öne çıktı... Altın Portakal edebiyatına bir katkı olarak biz de üstünde duralım istedik.
***
Festival tarihinde en fazla ödül alan kadın oyuncu olmanın gururunu taşıyan ve yeni sinemamızla övünen Hülya Koçyiğit, sinemacılarımızı başarılı bulup daha çok çalışmalarını tavsiye eden Cüneyt Arkın, Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’den aldığı ödülün ağırlığıyla çökme esprisi yapan ünlü aksiyon yıldızı Jean Claude Van Damme gibi isimlerin yer aldığı ödül töreninde ‘Dünyanın en büyüğü olma’ mantığıyla bağdaşmayan iticilikte sahneler yaşandı.
Yayın saatinin kısıtlılığını ‘Başka taraftan kısarız’ diyerek geçiştiren, sunucu Korhan Abay’ın ödülü alacak yönetmenin adının