Anibal Güleroğlu

Anibal Güleroğlu

guleranibal@yahoo.com

Tüm Yazıları

Devrim ve uyarlama… Özlerinde çok farklı konular olsalar da, değişim noktasında buluşan bu iki olgunun asıl ortak yönü ‘başarı’ hususunda kendini gösterir. İyi bir devrim, aktörlerinin inandırıcılığının yanı sıra, halkın taleplerini kapsayan ve yaşamsal mantıkla ters düşmeyen bir kabul edilebilirliği yakalamakla hedefine ulaşıp kalıcı olur. Bir uyarlamanın başarısı da aynı şekilde, oyuncularının etkili canlandırmasına ve içerik bakımından hitap ettiği kitleyi cezp edici yeterliliğe sahip olma becerisine bağlıdır.

Haberin Devamı

Bu iki olgunun bir diğer ortaklığı ise halkla buluşma sürecinde gözlemlenmekte… Dolayısıyla her ikisi için de televizyon başta olmak üzere yayın organlarının ve sinemanın değeri büyük.

Şimdi konuya uyarlamalardan girecek olursak… Çok okunan romanlar, her daim yapımcıların ilgi odağı olmuştur. Bu düşkünlüğün arka planında bir anlamda beğenilmiş öykülerin getirisinden nasiplenme isteği yatar. Ne var ki, romanlardan uyarlanan filmlerin ve dahi dizilerin işi, diğer senaryolara kıyasla daha zordur. Zira romanın yarattığı konu aşinalığı hem filmin sürpriz yaratma yönünü yok eder, hem de öykünün tamamına hâkim seyircide, kitapla kıyaslama dezavantajını geliştirir.

Bundan dolayı romandan uyarlanan filmlerde görselliğe hitap eden bir kurgu yaratmayı başarma kabiliyeti önem kazanır. Hedef kitlesini iyi değerlendiren ve onlara hitap edebilecek bir yol haritası doğrultusunda hareket ederek yapımını ortaya çıkartabilen biri, içeriğin ‘bilindik olma’ dezavantajını kolaylıkla avantaja çevirebilir. İlaveten romanları okumamış kitlenin, yapımla ilgili olarak çevreden duyduklarıyla uyanan merakının getirisi de cabası.

Diğer taraftan romanlardan uyarlanan filmlerin oyuncu ve efekt desteğiyle çekici kılınarak beğeni toplama olanağına karşın senaryolarına ilham kaynağı olarak romanları seçen diziler için başarısızlık ihtimali daha yüksektir. Nitekim bunun çok net örneklerine sıkça rastlıyoruz.

‘Bugünün Saraylısı’, ‘Fatih Harbiye’, ‘Yasak’ gibi ekranda istenen başarıyı elde edememiş roman uyarlamalarıyla yakın zamanda şahitlik ettiğimiz bu durum, dizilerin uzun sürelerini doldurmak için, romanların nasıl abuk sabuk ilaveler ve boş konuşmalı ağırlaştırmalarla heba edildiğinin ispatıdır. Oysa romanları filmleri için kullanan yabancılarda tam tersi bir tabloyla karşılaşılır.

Haberin Devamı

Bu kez romanın detaycı akışı, aslına uygun yol alırken sıkıcılığa düşmemek adına kısaltılarak, film süresine sığdırılmaya çalışılır… Ki burada da özünü kaybettirmeden tatminkâr bir uyarlama yapabilme becerisinin gereği öne çıkar. Ancak son yıllarda ‘Harry Potter’ gibi dünya çapında yoğun ilgi gören büyük prodüksiyonlarda final kitaplarını ikiye bölme alışkanlığı gelişir oldu. Buradaki etken, hem tek filmde vermenin yaratacağı süre uzunluğundan kurtulma isteği, hem de bir taşla iki kuş vurma akılcılığı.

İşte devrim ile uyarlama olgularını bünyesinde buluşturan ve dünyada rekorlar kıran fenomen hikaye ‘Açlık Oyunları’nın üçüncü bölümü olan ‘Alaycı Kuş’ da böylesi mantık ve uyarlama özellikleriyle beyazperdede yerini alan bir yapım!

Haberin Devamı

SİMGE VE KURGUYLA ERGENLERE DEVRİMCİLİK DERSİ

Orijinal adı, ‘Mockingjay’ olan ‘Alaycı Kuş’, The Underland Chronicles serisinin yazarı Suzanne Collins tarafından kaleme alınan ‘Açlık Oyunları’ serisinin üçüncü ve son romanı.

Önceki filmde güç alanına atılan bir okla yakılan özgürlük ateşinin başlattığı isyan sonrasındaki yıkım ve Başkent’e direniş sürecini yansıtan ‘Alaycı Kuş’un birinci bölümü, kahramanımız Katniss Everdeen’in, doğru olduğunu bildiğin şeyle başla, telkinini ve dostlukları yok eden ‘Açlık Oyunları’nın yarattığı pişmanlıkla duyulan ölüm arzusunu vererek açılışını yapıyor.

Serinin ikinci bölüm finalinde neler yaşandığını bilmeyenler için pek bir anlam ifade etmeyen bu dramatik başlangıcı, ‘Tarih yazmak için mükemmel bir mesaj lazım’ diyen devrim yönetimi tarafından seçilen Everdeen’in ‘devrim yüzü’ olma yapılandırmasıyla sürdüren ‘Alaycı Kuş’, o andan itibaren yönetmen-kameraman işbirliğindeki kurgusallığın ve televizyon yayınlarının devrimlerde ve baskıcı yönetimlerin kalıcılığında ne denli önemli bir araç olduğunun ispatına dönüşüyor.

‘Anlatmak ayrı, göstermek ayrı’ mantığıyla ‘Alaycı Kuş’un başlattığı yangını körüklemeye ve insanları devrime inandırma objesi olmaya ikna edilen Everdeen’in öfke kaynaklı devrimci cüretkârlığını sergileme sürecini ikinci filme saklayarak gelişen senaryo, bu bölümde sadece Başkent’in yarattığı yıkım ve yeni bölgenin yapılanması üstüne yoğunlaşmakta. Bunun neticesinde filmde karşılaşılan tablo, ‘Bir devrim başlangıcının anatomisi’ durumunda.

Dolayısıyla tarihten ders almayanların bedel ödemeye hazır olması gerektiği gerçeğini, devrimlerin sorununun alevlerinin çabuk sönmesi olduğu vurgusuyla buluşturarak devrimler için özverinin önemine odaklanan birinci bölüm içeriği, Çeyrek Asır Oyunları’ndan etkilenerek başkaldıranlarla Panem’in kalbi arasında bir iletişim savaşından ibaret.

Savaşta en asil prensiplerin bile esnetilebileceği felsefesinden hareketle Everdeen’in varlığını ‘Alaycı Kuş’ sembolüyle bütünleştiren yapım, tıpkı önceki bölümlerinde olduğu gibi burada da televizyonun etki alanını öne çıkartmakta. Öyle ki, bir okla havadaki uçağı vurma becerisindeki Everdeen’in tıpkı bir film çekme kurgusallığındaki ‘devrim çağrısı’ ile Başkent’in ‘radikalleri sindirme’ taktikleri hep televizyon aracılığıyla işlevselleştirilmekte.

Devrimi ve otoriter yönetimi, reyting peşinde koşturan kanalların ekran çekişmesine döndüren ‘Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1’, bunu yaparken aynı zamanda yönlendirmeyle devrim sembolü olunamayacağını, doğallık taşımayan hiçbir yapımın kitleleri peşinden sürüklemeyeceğini de göstermekte. Dikkate değer bir masaj!

Başkan Snow ile Başkan Coin’in yönetim tarzlarını kıyaslama fırsatı da yaratıp, üst sınıfa dahi ayrıcalık tanımayan, içkiyi yasaklayan ve herkese eşit bir yaşam düzeni getiren devrimin demokrasisi gerçekten özlenen bir düzen mi, diye sorgulatan filmin eksilerine gelince… Kısıtlı mekânda minimuma çekilmiş heyecansız aksiyonuyla temposunu o denli düşürüyor ki, ergen seyirci kitlesine odaklanan varlığı bilim kurgu olmaktan çıkıp simge ve televizyon destekli günümüzün ‘devrim dersi’ne dönüşüyor!

Sonuçta; Katniss- Peeta-Gale aşk üçgeni yaratmaya çalışarak romantizm beklentilerini tatmine soyunan… Bir yandan da ‘Sakın yaralı olduğunu gösterme’ nasihatiyle devrimci savaşçılık taktikleri vermeye girişip propaganda videolarının önemini ve sabotajla desteklenen hakiki isyanların nasıl olacağını açığa çıkartan… Bu arada Başkan Snow’un beyaz güllerinin ölümcül öyküsünü de izah eden ‘Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1’, yönetimlerin insanları kıvama getirme akılcılığıyla gerçek devrimin nasıl yapılacağının aşamalarını işlediği birinci bölümünde yeterli heyecanı uyandıramasa da, noktalandığı yerden ikinci filmin çok daha çatışmacı ve duygu yüklü olacağının sinyalini vererek beklentileri diri tutma özelliğinde… Harry Potter misali, ‘Açlık Oyunları’ finalinden yeterli tatmini alabilmek için ikinci bölüme kadar sabır.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal