Anibal Güleroğlu

Anibal Güleroğlu

guleranibal@yahoo.com

Tüm Yazıları

Dünyayı güzellikleriyle yaşayıp nimetlerinden dostça-kardeşçe faydalanmak varken emperyalizmin gücüyle tetiklenen savaşçılık, Ortadoğu başta olmak üzere farklı ülkelerden olanca korkunçluğuyla gündemimizde. Görünen o ki, ırkçılığı ve din savaşlarını tırmandırarak yeni bir küresel yıkıma doğru ilerleme belirtileri gösteren insanlık, yaşadığı iki Dünya Savaşı’nın yarattığı hüznü unutup gitmiş.

Bu anlamda hem televizyon kanallarına hem de kurgu dünyasına savaşın acı yüzünü ‘hatırlatma’ görevi düşmekte. Nitekim Nazi Almanya’sının yol açtığı İkinci Dünya Savaşı bu hafta iki farklı filmle sinemalarda yaşatılmakta…

Haberin Devamı

Biri, Kuzey Kafkasya Türklerinin acısını, 1940’lardan 1990’lara yayılı bir süreçteki masalsı aşkın sabrıyla işleyen ve ‘Yılanların Öcü’nün yıldızı Hande Soral ile Serkan Şenalp’i buluşturan ‘Birleşen Gönüller’… Ki bunu farklı bir yazımızda ele almıştık.

Diğeriyse, 24 saate çok şey sığdırarak savaşın karanlık yüzünü en yalın biçimiyle veren ve Brad Pitt’i de, Wardaddy lakaplı karakterle, ordunun bel kemiği sayılan çavuş kahramanlığında karşımıza çıkartan ‘Fury’!

SAVAŞIN DÖNÜŞTÜREN YÜZÜ

Öfke, çılgınlık, gazap gibi anlamlara gelen ‘Fury’ kelimesinin sinemadaki yansıması daha önce, 1978 yapımı ‘The Fury’ ile olmuştu. Kirk Douglas ile renklenen yapım, psikokinetik güçlere sahip olan oğlunu kaçıranların peşine düşen bir hükümet ajanının öyküsünü anlatıyordu. Kendi dönemine bakarak fena da sayılmazdı hani.

Kendisi de zamanında Birleşik Devletler Donanması’nda görev yapmış olan David Ayer ile farklı bir savaş filmi olarak yaratılan ‘Fury’ ise bu kelimeyi tanklarına isim olarak seçerek bir anlamda onu da filmin başkarakterine dönüştüren beş askerden oluşan ekibin, verilen görevi hayatları pahasına tamamlama bilincine odaklı öyküsü.

1945 Nisan’ına gidip ABD tanklarının Alman Tiger'lara karşı zayıf durumunu dillendirip, 2. Dünya Savaşı’ndaki en fanatik direnişi ve Hitler’in topyekûn savaş ilanını aktaran söylemle açılışını yapan ‘Fury’, başlangıç sahnesinde at üstündeki yalnız kovboy misali, vurulmuş düşman tankları arasında tek başına gezinen SS subayının Brad Pitt yani Çavuş Don (Wardaddy) tarafından hınçla öldürülüşünün öfkesini yaşatarak, savaşın insanı dönüştürme gücüne tanıklık ettiriyor.

Haberin Devamı

Bu başlangıç şiddetinin sertliğini, başı okşanarak koşumlarından serbest bırakılan beyaz atın özgürlük imgeselliğiyle yumuşatan film, ‘Düşman ateş ederken bir tankın içinde kısılıp kalmak nasıl bir şeydir’ sorgusu çerçevesinde geliştirdiği savaş öyküsünde, tankın paletleri altında ezilip çamurla bütünleşen insan bedenleriyle de, savaşın tüketme gücünü tankların dışına taşımakta.

Savaş ortamındaki kadın çaresizliğini ve hayatta kalma gayretinin vardığı noktayı, ABD güçlerinin Alman kadınlara yaklaşımıyla işleyen ‘Fury’, insan ilişkilerinden diyaloglara, tam anlamıyla savaşın kötü yüzünü gösteren bir gerçekçilikte!

‘İyi savaş yoktur’ gerçeğiyle hareket ederek savaşı çekici kılan diğer filmlerden ayrışan yapımın bir diğer özelliği, eleştirilerle sorguladığı din olgusunu öne çıkartması… ‘Şeytan yandaşlarını korur’ diyerek Nazilere ve Hitler’e göndermede bulunan yapımda İncil’den ayetlerle sürdürülen ve Protestanlığa karşı Katolikliği-Hz. İsa’yı yücelten bir dilin hâkimiyeti hissediliyor. Bu misyon için seçilen karakter ise Shia LeBeouf’un canlandırdığı Boyd “İncil” Swan…

Haberin Devamı

Michael Peña’nın Garcia karakteriyle savaşta görev alan 350 bin civarındaki Meksikalıya selam yollayan yazar-yönetmen David Ayer, 12 haftada çektiği filmde kötülükle iyiliği iç içe geçirmeyi de ihmal etmemiş. Almanya’da olup ‘Düşman ne tarafta’ diye soracak kadar saf ve tecrübesiz olan Norman(Logan Lerman) ile savunmasız vatandaş kesiminin masumiyeti ve savaşın insanı dönüştürme gücü temsil edilmekte.

‘Savaş asla sessizce sona ermez’ sloganına sahip yapımın en dikkat çeken yönlerinden biri de, Alman savaşçılığının, çoluk çocuk demeden zorla asker yapılanlardan soyutlanıp, askere gitmek istemeyen Almanları asarak korku salmaktan çekinmeyen SS subayları ve Naziler üstüden yansıtılması…

Son tahlilde; ‘Ordu hata yapmaz’ diyerek militarist bir yaklaşım da sunarken, 300 düşman askerine karşı beş ABD’liye kahramanlık destanı yazdırıyor ‘Fury’… İnsanlara ve hayatın akışına dönüşüm yaşatan savaşta, hayallere ve geleceğe dair planlara yer olmadığı gerçeğini ‘dostluk-dayanışma-babacan korumacılık-inanç’ olgularıyla harmanlayarak veren film, ‘İdealler barışçıldır, tarih ise şiddet doludur’ saptaması üstünden mantığını özetliyor. Tüm bu özellikleriyle de, insana ve savaşa dair klasik film savaşlarından farklı olan gerçekçi bir yapım kimliğiyle karşımıza çıkıyor ‘Fury’! Brad Pitt’in ve tüm ekibin savaşçılığını izlememek hata olur.

HARRY POTTER ROMANTİK KOMEDİDE ÇOK BAŞARILI…

Yıllar boyu Harry Potter olarak seyirciyle buluşup sonradan bu kimlikten bir çırpıda sıyrılmak pek kolay değil. Şimdilerde Azkaban Tutsağı’ filminin Çapulcu Haritası’ndaki ayak izlerine bakıp ‘gizli seks sahnesi’ iddiasına maruz kalan Harry Potter serisinin sonlanmasının ardından ‘Siyahlı Kadın’, ‘Öldüresiye Sevmek’ gibi yapımlarda rol alan Daniel Radcliffe, canlandırdığı farklı karakterlere rağmen akıllarda Harry Potter kimliğiyle kazınmış bir kere…

Sihirdi, gerilimdi, dönem filmiydi derken şimdi de romantik bir komedi olan ve Toronto Film Festivali’nde olumlu eleştiriler alan ‘What If/Ya Aşksa’ isimli yapımla karşımıza çıkan Daniel Radcliffe, sonlanmış bir ilişkinin acısını yaşayan ezik Wallace karakterinde hayli başarılı.

Evin çatısına tüneyip 379 gündür saklanan mesajı silmenin gecikmiş kararlılığına tanıklık ettiren ‘Ya Aşksa’, aşk üstüne aptalca mısralarla oluşturulan buzdolabı edebiyatının, anlamsız sohbetler ve kanepe sevişmesine karıştığı partideki tanışmayla başlatıyor romantik komedisini.

Kişiliğinin arka planında anne-baba ihanetinin izlerini taşıyan ve aldatma olgusunu tıp fakültesinden terkle savuşturmaya çalışan Wallace ile ölü ünlülerin içinde kalan dışkı miktarları üstüne uzunca bir muhabbet sergileyerek bilimsel bilgilendiriciliği sayesinde yemek masasındaki romantizmi sıfırlayan yapım, bu yolla tıpta ayıp olmadığını da gösteriyor.

Doktorluk mesleğinin, sadece Türkiye’de değil Kanada gibi nüfusu daha az yoğun ve gelişmiş yerlerde de zor şartlar altında icra edildiğini 18 saat çalışan ve 15 dakikalık yemek molasıyla yetinme söylemiyle saptayan yapım, animasyon dünyasının emek isteyen yüzünü de Chantry’nin melek misali uçan çizimlerinde yansıtarak adeta bir meslek çeşnisi hedeflemiş.

Zoe Kazan’ın canlandırdığı Chantry ile Wallace arasında gelişen, niteliği netlik kazanmamış yakınlaşmada, ‘Bir kadın bir erkekle cinsellik yaşamadan sadece arkadaş olabilir mi’ sorgusunu yaratırken bir yandan da yeni ilişkilerdeki yakınlaşmanın kaçınılmaz çekiciliğini açığa çıkartan senaryo, içeriğindeki mizahi ilginçliğiyle de fark yaratma yoluna gitmiş.

Avrupa kıtasının aslında Asya’nın bir uzantısı olduğunu savunup ‘kıta’ sıfatının, Avrupalıların kendilerini Asya’dan ayırma isteğiyle geliştiğini dillendiren içerik, Birleşmiş Milletleri karikatürize etmek için Baş Müzakereci Ben(Rafe Spall) karakterini kullanıp farklı esprilerle renklenen Chantry-Wallace ikilisinin aşkı keşfetme sürecine tat katmış.

Giden erkeği kıskandırmak için bir başka erkekle yatma formülüne sıcak bakan kız kardeş Dalia(Megan Park), seks üstüne Tako keyfi sürme meraklısı Allan(Adam Driver) ve çılgınlıkta Adam’la eşdeğer Nicole (Mackenzie Davis) karakterleriyle öyküsünü zenginleştirirken ‘Aşk, kendi kakanı yemek gibi bir şey’ diyerek, kimilerince yadırganacak bir romantik aşk söylemine sahip olsa da ‘Ya Aşksa’, mutluluğa giden yolun bulunmasına dair keyifli bir örnekleme…

Daniel Radcliffe’in Harry Potter sevimliliğini hissettirdiği ‘Ya Aşksa’nın en büyük özelliğiyse; benzerlerine kıyasla ayakları yere basan, abartılar taşımayan, alabildiğine gerçekçi ve samimi bir aşk komedisi sunması! Hele finali harika. Harry Potter tutkunlarına ve eğlenceli bir aşk öyküsü izlemek isteyenlere tavsiye edilir.

Anibal GÜLEROĞLU

www.twitter.com/guleranibal