Geçmişin acılarını geçmişte bırakıp geleceğe güzelliklerle yol almak esastır insan hayatında. Ama geçmişin acılarıyla yüzleşmeden geleceğe umutla uzanmak da ne kadar mümkün olabilir ki? Bunun için belki de en doğrusu, tarihi süreçte yaşananların ve her şekilde iddiaların üstüne sünger çekmeden önce onları tüm yönleriyle ortaya dökmek… Daha net ifadeyle, göçmenlik ve aidiyet duygusunu çarpıştıran tarihin içindeki ‘o an’ları yakalayabilmek!
2014 bu açıdan dikkate değer bir yıl oldu kuşkusuz. ‘Mandela’nın başarılı biyografik anlatımında Afrika’daki beyazların ırkçılığına ve sömürücülüğüne şahitlik ettik. Fatih Akın ‘The Cut’la 1915’in ortamına götürdü bizi. Şimdi de ilk filmi ‘Lüks Otel’ ile Altın Portakal’da En İyi Görüntü Yönetmeni ödülünü kazanan Kenan Korkmaz’ın filmi ‘Gittiler: Sair ve Meçhul’, 1914-1920 yılları arasında yaşandığı iddia edilen Süryani acılarına tanıklık ettiriyor.
Hepsinin de ortak noktası; ‘İnsanın memleketim diyeceği bir yer’ olgusu! İlk ikisinin seyirciye vizyonla ulaşma şansı yakalamış olmasına karşın ne yazık ki ‘Gittiler: Sair ve Meçhul’, ülkemiz sinema alışkanlıkları doğrultusunda, festivallerle yetinmek durumunda…
Biz de bu tür belgeselliğin
Son günlerde, evvel ezel dillere dolanan bir türkü yine gündemde dillendirilir oldu… Reytinglerin kaynağı olan ‘örneklem’ yani evlerine ölçüm aracı konan kesimin profilindeki değişimin tüm toplumun beğenisine endekslenmesi. Bunun başlıca sebebi de, şimdiye dek dikkate alınmayan ve nüfusun yüzde 30’una denk düşen küçük-kırsal yerlere de ölçüm cihazı konma hali!
Ne sakıncası var diye düşünülebilir. ‘Onların da söz hakkı var’ denebilir. Doğrudur. Ama ilk bakışta herhangi bir sakınca görülemese de olayın özü çok derin… Zira reytingleri baz alarak içeriklerin belirlendiğini unutmamak lazım. Dolayısıyla yaşam algıları, büyük kentlerin insanından çok daha mütevazı ve mutaassıp olan az nüfuslu yerleşim yerlerini reyting ölçümlerine katmak, ekrana taşınacak programların içeriğini istenen yönde şekillendirmek adına büyük bir fırsat!
***
Ölçüm aletlerinin konacağı yerleri ve o insanların hangi gruba dahil edilebileceğini kendi inisiyatifinde tutan ve yeterli örneklem yapamayıp reytingleri iyi ölçemediği için RTÜK’ten de çok sert uyarı alan TİAK(Televizyon İzleme Araştırma Komitesi) A.Ş., fırtınanın görünen yüzü. Bu kurum nedir derseniz? Bilinen bir şeyi bir kez daha hatırlatalım.
Son günlerde eskiden beri süregelen bir üçlünün türküsü yeniden mırıldanılır oldu. Tüketici, diziler ve bilinç… Farklı kavramlar gibi görünseler de bu üçü, tam anlamıyla iç içe geçmiş durumda… Özellikle de, kişisel gelişimin yasalarla desteklenmediği yerlerde. Zira yoksulluğun zorunluluğuyla sosyal hayattan uzaklaşıp televizyona mahkûm olma durumunun getirisi, vatandaşın algı dünyasının büyük ölçüde dizilere endekslenmesi! Bunun için yaşam derdine düşmekten toplumsal konulara kafa yoracak hali kalmayan vatandaşı yani tüketiciyi yönlendirmek adına, diziler her anlamda önemli bir araç.
Peki, bu konuda yeterli uygulama adımı atılmış mı? Dizi senaryoları, böyle bir misyonu üstlenmiş içeriklerle çıkıyor mu ekrana?
***
Yıl 2011… Tüketici hakları konusunda vatandaşı bilinçlendirmeyi hedefleyen Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın bulduğu formül, rotayı dizilere çevirmek. Bunu gerçekleştirmek için izlenecek yol, reytingi yüksek dizilerde tüketici hakları konusunu işlemek.
Yıl 2012… Vatandaşların, kredi kartı ve tüketici kredisi kullanımı konusunda bilinçlendirilmesi için hazırlanan Finansal Okur-Yazarlık Strateji Belgesi adı verilen yol haritasının formülü, sevilen dizilerde,
Eskiden, ‘Tüfek icat oldu mertlik bozuldu’ denirmiş… Şimdilerdeyse ‘sosyal medya’ çıktı, mertlik başta olmak üzere her nane bozuldu. Bu bozulma, cep telefonu kullanma görgüsüzlüğünden magazin uydurukçuluğuna cümle konuda dozu tutturamayanlar nezdinde kendini bolca göstermekte. Tabii bunun sonucunda da bizim sosyal medyamız habersel boşluklarla dolmakta. Alın size en güncelinden olup her devirde benzerlerine rastlanabilme özelliği taşıyan birkaç örnek…
Haberlere göz gezdirirken bir bakıyorsunuz elin adamları, bizim pek de önemsemediğimiz Rus ekonomisinin Batı için yaratacağı felaketi analiz edip NASA’nın Mars’ta bulduğu metan gazı üstüne kafa yorarak kızıl gezegende yaşamın varlığına dair kanıtların peşinde. Buna karşılık dünyayı ayağa kaldıran okul baskınını dahi pek umursamayan bizimkilerin dikkat kesildiği konularsa bir garip. Yoksa ‘Çok daha önemli’ mi demeliyim? Karar sizin…
Mesela; ota püsüre, dalından kopmaya hazır yaprak gibi sallanan sosyal medyamız Rober Hatemo’nun ‘Pabucumun Dünyası’ adlı parçasına klip çekerken yaptığı dans esnasında ağ kısmı patlayan pantolonuna kafayı fena takıyor. Öyle ya oyunculukları-yetenekleri tartışmaya fazlaca açık olan isimlerin
TRT1, ‘Diriliş Ertuğrul’ ile 2014 bitmeden tarihin ekran yüzünü güldüren bir yapıma imza atarken ‘Patron Mutlu Son İstiyor’ ile Türk Sineması’nın 100’üncü yılının açılışını yapan sinema perdeleri de tarihi yaşanmışlıklara dair yapımlarla dolmaya başladı. Son örnek Hz. Musa’nın Mısır prensliğinden peygambere dönüşümünü ve İbranileri Kenan’a götürme yolculuğunu, Christian Bale’in doğal canlandırması ve Ridley Scott’ın yönetmenlik yeteneğiyle birleştiren ‘Exodus: Tanrılar ve Krallar’…
Ancak Tevrat’tan alıntılarla gerçekleştirilen ve ABD’deki ilk gösteriminin ardından ‘ırkçılık’ eleştirilerine hedef olarak sosyal medyada sansasyon yaratan ‘Exodus: Tanrılar ve Krallar’ın kritiğine geçmeden 2014 içindeki ‘tarih-din’ tür özellikli yapımları kısaca anımsayalım…
2014 VİZYONU ‘TARİH’TE BEREKETLİYDİ
Hemen her yıl böylesi konularda filmler üretilir kuşkusuz. Ama bana göre içerik çeşitliliği bakımından 2014’ün bereketi biraz daha fazla oldu. Kimi ilahi aşka dairdi, kimi mitolojiye… Bazısı dini konuları işledi, bazısı da tarihin savaşçı yüzünü.
Önce ‘Yunus Emre Aşkın Sesi’ ile savaşın kol gezdiği Anadolu’nun derinliklerine dalıp ilahi aşkın tarihi öyküsünü izledik. Sonra ‘Herkül:
Çoklu zekâ kuramına göre belirlenen formatıyla Emre Karayel’in sunumunda ekrana gelen ‘Akıl Kârı’, Hüseyin Avni Danyal’la her bölüm 500 bin lira kazanma şansı tanıyan lakin katılımcılarını bunu ellerinde tutmak için çok çabalamasını gerektiren ‘Joker’ derken, yayına soktuğu yarışma formatlarına yeni bir pencere açan TRT 1, bambaşka bir konsepti izleyicinin huzuruna çıkartmaya hazırlanıyor.
Doğayla iç içe, kendi işini kendin gör tarzı yarışmacılığın yaşandığı atmosferi ‘Ana Ocağı’yla kuran TRT 1, böylece ‘çiftlik’ modasına da uyuyor. Ama burada bir ayrım yapmak gerek. Zira ‘Ana Ocağı Çiftliği’nin hedefi diğerlerinden çok farklı.
Her hafta değişik katılımcıların yer alacağı bu yarışmanın çiftliği; öyle pasaportla girilebilen, katılımcıların inisiyatifi doğrultusunda sıfırdan yaratılmış bir dünya değil. Yarışmacılar, sınırlı kaynaklarıyla her anlamda yeni bir düzen kurmaya çalışmayacaklar. Dahası, izleyiciye uzun vadede netice veren bir ütopya da vaat etmiyor.
Dolayısıyla yaptığı örnek projelerle televizyonculuğumuzda ayrı bir yere sahip olan ve bir dönemin suskunluğunun ardından günümüzde yeniden atağa kalkan TRT 1’in yeni yarışması, ütopik yaratıcılıktan ziyade aslında var
Son zamanlarda ekranlar insana dair haberlerle dolu. Kimi Yavuz Bingöl’ün sözlerinden başlatılan tartışmadaki gibi kişi bazında zümrelere yönelik… Kimileri de Suriye’den, Amerika’dan ve farklı ülkelerden yansıyan kıyımları, insani tepkilere. Hem de onca teknolojik gelişmenin, yüzyılları devirmenin ırk ayrımcılığını yok etmeye yetemediğini, gücü elinde tutanın her daim insanlığa kara lekeler sürmeye hazır olduğunu gösteren türden.
Çağ değişiyor, aşk masal oluyor ama ölüm gerçeğinin herkesin başında olduğunu umursamayan insanın, insanı farklılıklarından dolayı katletme hırsı... Körü körüne eleştirme mantığı hep aynı kalıyor!
Yok olan hayatlar… Parçalanan aileler… Ve sürgünler… Kimi kez bir paragraflık haber dahi olamayan bu öykü girdabında yaşananlar o denli çarpıcı ki, geçmişten günümüze böylesi utanç tablolarının kurguların dünyasındakilere ilham kaynaklığı etmesi kaçınılmaz doğal olarak. Berlin’den Cannes Film Festivali’ne, Altın Ayı’dan Altın Portakal’a bol ödüllü yönetmenimiz Fatih Akın da böylesi hassasiyetle filmlerini yapıp, ‘insan’a kayıtsız kalamayanlardan.
‘Siyasetçi değilim, sinemacıyım’ diyerek en baştan bu yönde gelebilecek eleştirilere kapısını kapatan ve
Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında Kanal D ekranından izleyiciyle buluşan ve Çarşamba gecelerinin yüksek reyting alan başarılı yapımlarındandı Ankara’nın Dikmen’i… Öyle ki totalde Muhteşem Yüzyıl’ın hemen ardında yer alıp Kara Para Aşk’ı bile geride bırakıyordu. Özellikle ‘Bize Her Yer Şanzelize’ parçası başta olmak üzere tüm manidar parçalarıyla ilgi çekiyordu.
Tabii ki her yapımda olduğu gibi onu da beğenmeyen ve itici bulanlar vardı. Kimileri sadece ‘komedi’ olarak değerlendirse dahi bir kısım izleyici de Dikmen’in ve Zirek’in konuşma biçimleriyle tavırlarının gereğinden fazla abartılı olduğu düşüncesindeydi. Hatta Ankaralıları aşağıladığı görüşünde olanlar dahi mevcuttu. Yine de beğeniler ağır bastı.
Bu ikileme aldırmadan yolunda ilerleyerek yaz tatiline giren yapımın kırılma noktası yeni sezon oldu.
***
Dizi bolluğu yaşanan yeni sezonda Kanal D’nin yapımlarına gün bulma sıkıntısından mıdır, yoksa doğrudan doğruya geçen sezonda kazanılan başarıdan mütevellit gelişen maliyet yükseltici anlaşmazlıklardan mıdır bilinmez, Ankara’nın Dikmen’i bir süre yayın belirsizliği yaşadı. Sonra, izleyicinin beklentisine rağmen bir türlü Kanal D’nin yeni döneminde görünmeyen