İnsanların eleştiri anlayışı mı gittikçe sığlaştı yoksa bir işi değerlendirirken taraftarlık gözlüğünü takarak bakma modası aldı başını gitti de o nedenle mi duruma göre fikir yürütme alışkanlığı sıklaştı? Artık her ne sebep geçerliyse, bir yığın yersizlik sergileyenlere alkış tutanlar öte taraftan kendi haline bir öykü çizgisi yaratıp içini başarılı performanslarla dolduranlara bin türlü kulp takmaktan çekinmiyorlar.
Oyuncunun canlandırmasını bir yana bırakıp yaşıyla başıyla uğraşmak bu aklın ürünü… Ekrandaki görüntüsüne takıp karalamaya çalışmak bunların marifeti… Olmadı, özel hayatını çomaklayıp bunu diziyle bağdaştırmak gibi boş işlere girişilir. Bu da yetmez, yapımdaki yetişkin karakterlerin duygu dünyasına gem vurulmaya çalışılıp ‘Aman ha falancayla filanca arasında aşk olmasın. Olursa bu hiç uygun düşmez’ türünden bilmişlikler türetilir… Sanki aşk sahneleri sadece gençlere mahsusmuş; çocuklu bekâr kadının sevme hakkı yokmuş gibi! Öte yandan torunu yaşındaki kızla evlenmeye niyetlenen ağa düzenlerini anlatan öykülere veya saman altından su yürütüp işledikleri cinayetleri görünmez kılanların aynı çatı altındaki kırk taklalı yaşam düzenlerine itibar edilirken ne yaşa
Duygular, renkler ve şehirler… Sanatın kesişme noktaları. Renklerle, duygulara bir yol çizerken o yolun içinden geçtiği bir şehir dokusu mutlak vardır. İster belirgin, ister satır aralarında gizli… Sanatçının eserinden, sanatı özümsemeye çalışanın zihnine yarattığı çağrışımlarla hissettirir kendini… Ve sorgulatır… İçinde yaşadığımız şehirleri bizim için güzel kılan nedir? Muhakkak ki, sağladığı olanaklar ve doğal konumu çekicilik unsurudur. Ama şehirleri olumlu veya olumsuz biçimde değerlendirmemizdeki asıl faktör, yaşanmışlıklarıyla hayatımızda bıraktıkları izler yani bizdeki anılarıdır. Velhasıl insan-şehir-sanat bileşiminin özü, ‘yaşanmışlıklar’ oluyor.
Öte yandan şehirlerin, yaşanmışlıklarla kurgulara ilham kaynaklığı etmesi de sanata bir başka katkısı. Hele bir de şehrin anılarda kalan yapısal dokusu işin içine sokuldu mu, sanatın dibine vurmak daha da kolaylaşıyor. Nitekim tarihten gelen rengiyle erguvan olan İstanbul bu anlamda bulunmaz bir nimet. ‘Bu Şehir Arkandan Gelecek’ isimli ATV dizisine de malzeme yaratan İstanbul aşkların, hayal kırıklıklarının, duygusal hesaplaşmaların, özlemlerin ve hüzünlerin şehri olarak bir kez daha kurguların dünyasından gösteriyor
‘Korku batıI inançIarın temeI kaynağıdır, zulmün de birçok kaynağından biridir. Korkuyu fethetmek, biIgeIiğin başIangıcıdır’demiş bilim insanı ve toplumsal eleştirmen Bertrand RusseII. Gerçekten de batıl inançlar, insanları korkutmak ve bu yolla kitlesel baskıcılık yaratmak isteyenlerin en temel aracı olmuşlar tarih boyu. İnsanlığın gelişimini etkileyen zorbalıklar da sırtını bu tarz korkulara dayamış nitekim. Ne yazık ki, bilim ve teknolojinin hayli ilerlemiş olmasına rağmen günümüzde de bu alışkanlık halen iş görür halde.
Öte yandan korkunun ve buna neden olan hurafelerin ekmeğini yiyen sadece zalimler ve baskıcılık heveslisi olanlar değil kuşkusuz. Kurgu dünyası da batıl inançların temel kaynağı olan korkudan çokça nemalanmakta. Öyle ki, hurafeler sadece zulmün kaynağı olmaktan çıkıp insanları korkutacak işler üretmek isteyenlerin de önde gelen başvuru kaynağına dönüşmekte. Zira insanlar bilinmezin korkutuculuğunun görselliğe dönüşmesini izlemeye fazlasıyla düşkün. Hele gençler ‘korku’ türünün baş meraklıları. Hal böyle olunca da öteki dünyanın olanca ürkütücülüğü korku türünden yapımlara malzeme edilmekte… Hayaletler, üç harfliler, kötü ruhlar film ve dizilerde cirit
‘Ayrılmanın gökteki yıldızlar kadar çeşidi var’ demiş Shakespeare… Ama yaratıcılıklarının seviyesi belli olanlar için ayrılıkların öyle çok çeşidi olmadığı kesin. Hele bizdeki dizilerin finale yollanmasıyla yaşanan ekran ayrılıklarında çeşitlilik hayli kısıtlı. Hatta ayrılmanın yegâne şeklinin reyting gerekçeli olduğunu söylesek yeridir. Reyting beklentisini karşılayamayan dizinin bir çırpıda alınan ayrılık kararıyla dönüşü olmayan yolculuğa yollanması kaçınılmaz. Hal böyle olunca da ne ayrılıkların derinliğindeki mantığın, ne de ayrılıklarla yaratılan haksızlıkların üstünde hiç durulmuyor. Oysa her ayrılık boşa harcanmış emek… Arkada hevesi kursağında bırakılmış izleyici kitlesinin kırgınlığı demek. Bu nedenle de irdelenmesi gerek.
Öte yandan dizilerle yaşanan ayrılıklarda içeriklerin ve oyunculuk kalitesinin bir etken olmadığı gerçeğini de unutmamak lazım. Dahası bazılarının iddia ettiği gibi senaryo-karakter sağlamlığı veya klişelerden arındırılmışlık da ayrılık noktasında dikkate alınan özelliklerden değil. Nitekim bir yığın klişelere yer veren ve alt yapısı olmayan karakterlerle üç satırlık bir öyküyü yürütmeye çalışanların başarısına defalarca şahitlik ettik. Buna
Yerli yapım sayısının belirsiz hale geldiği ekranlarımızda ne yazık ki dünya çapında ilgi gören kaliteli yabancı diziler bulmak hayli zor. Aslına bakarsanız reyting kaygısına düşen belli başlı kanallarımızın sürekli yenisi yaratılan yerli sıradanlıkların ötesinde yabancı dizilere yönelme gibi bir kaygıları da yok. Arz-talep meselesi denebilir bu duruma ama bu yaklaşım ne denli gerçekçi olabilir? Zira izleyici, önüne konan mevcutlar arasından seçim yapmaya mecbur. Yani özetleriyle gece yarısını bulan yerli klişelere rakip, dişe dokunur bir yabancı dizi aynı kuşağa konmuş da izleyici bunu elinin tersiyle mi itmiş? Tabii yok böyle bir şey. Dolayısıyla farklılık isteyenlerin talebinin hiçe sayıldığı bir arz mantığıyla yürümekte ekrandaki işler.
Neyse ki, her Çarşamba 22.25’te ‘Teen Wolf’un final sezonunu yayınlayan, ‘Hooten & the Lady’ dizisinin maceracılığını başlatan ve Doctor Who, Vikings, Arrow, Sherlock gibi yapımlarıyla dikkat çeken TLC bu açıdan can simidi vazifesini görüp eksikliği bir parça gideriyor. Yanı sıra Kanal D’deki eski yerlileri yayınlayan Teve2’nin ‘Banshee’, ‘Pretty Little Liars’, ‘Vikingler’, ‘Kobra Takibi’, ‘İntikam Ateşi’ gibi yabancı dizi seçenekleri de
Birbirinin benzeri konularla bant üretimine geçen dizilerin talep fazlası yaşamaya başladığı ekranlarda yeni yapım yarışı tam gaz sürmekte. ‘Dayan Yüreğim’le yeni dizi atağını başlatan FOX TV de bu yarışa beş yapımla katkıda bulunmayı hedeflemekte… ‘Kırlangıç Fırtınası’, ‘Savaşçı’, ‘Esaretim Sensin’, ‘Çoban Yıldızı’…
Bunları sırasıyla devreye sokmaya hazırlanan kanalın bu arada eskileri tırpanlayacağı gerçeği de malum. Nitekim gün boşaltmak için seçilen ilk kurban, ‘Bana Sevmeyi Anlat’ oldu. Dizinin Pazartesi’ye alınmasıyla gözden çıkartıldığını yazmıştık zaten. Kanalın, finale yollama eyleminin devamını hangi dizilerle getireceğini tahmin etmek de zor değil. Ne yazık ki ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ da bunlardan biri konumunda! Ardından Cuma’dan Salı’ya atılarak denemeye tabi tutulma sürecine sokulan ‘Muhteşem Yüzyıl-Kösem’in geleceğini düşünsek yeridir. Tabii bu meyanda hayli düşük sonuçlarla başlangıcını yapan ‘Dayan Yüreğim’in, gidicilik açısından, akıbetinin pek parlak olamayacağı da ayan beyan ortada.
Velhasıl peş peşe yapımlarla kafası karıştırılan ve ‘Dizilerden dizi beğen’ şımarıklığına sürüklenen izleyiciyi kapıp ayakta kalmak, ekmeği aslanın ağzından kapmaktan daha
Kahramanlar, yaptıklarıyla toplumda fark yaratanlar, efsaneler… İnsanların vazgeçemediği tutkularından. Lakin sıra dışı yaşanmışlıklar sergileyip ‘Efsane’ olmak da kolay değildir. Binde bir çıkar nesilden nesle aktarılan efsaneler ve kahramanları. Öte yandan herkesin kendi hayatının kahramanı olduğu da kesin. Tabii bu süreçte yücelmek kadar başkalarının gözünde anti kahraman durumuna düşmek de var hesapta. Nasıl ki Kanal D’de başlayan ‘Adı Efsane’ dizisi de bu doğrultuda bir efsane modeli sunmakta izleyicisine. İzleyicinin bir kesimi yüceltirken, diğer taraf görmezden gelmekte...
Geçmişinde basketbol efsanesi olan ancak kariyerinin zirvesindeyken geçirdiği kaza sonucu tüm hayatı değişen Tarık’ın kızlarını yeniden kazanma mücadelesini vererek başlangıcını yapan ‘Adı Efsane’, dramatik bir öykünün komedi ve gençlikle harmanlanmış haliyle yansıdı izleyicisine. Erdal Beşikçioğlu, Rojda Demirer ve Gökçe Bahadır’ı buluşturan yapım hem okul hem de aile dizisi olan içeriğiyle, seçenek bakımından zayıf olan Cumartesi gecesine yeni bir renk kattı. Ancak ‘Survivor 2017’ yarışmasının TV 8 kanalını her iki grupta da zirveye taşıdığı reytinglere baktığımızda karşımıza çıkan tablo, total
Uzun süreleriyle gece gündüz ekranda olup kendilerini ister istemez izleterek hayatımızın bir parçası haline gelen dizilerin yoğun çalışma temposu malum. Bu tempoda gerginliklerin, ayrılıkların yaşanması da kaçınılmaz. Öyle ki zaman zaman başroller bile yapımlarla bağlarını kopartabilmekte. BSK imzalı ‘Hangimiz Sevmedik’ de bu değişim kervanına katılanlardan.
Selen Soyder-Can Yaman ikilisiyle yola çıkan ve Altan Erkekli, Cengiz Bozkurt, Gül Onat gibi isimlerle elini güçlendiren ‘Hangimiz Sevmedik’, ilk bakışta güzel bir çift yaratmış gibiydi. Ama her şeyin bir de görünmeyen yüzü vardır. Dizilerin asıl problemleri de o görünmeyen yüzlerinde yaşanmakta. Bizler Selen Soyder ile Can Yaman’ın yarattığı Itır-Tarık tablosunu memnun mesut izlerken Pazartesi’nin zorlu rekabet ortamında kendini göstermeye çabalayan dizi meğer bir yandan da başrollerin anlaşmazlığıyla boğuşuyormuş. Selen Soyder ile partneri arasındaki gerginlik setteki kavgayla ortalığa dökülüp kırılan kol yen içinden fırlayınca, dizinin iç problemi de saçılıverdi ortalığa.
Sete korumayla gelip sonrasında anlaşmayı karşılıklı sonlandırarak diziden ayrılan Selen Soyder tarafından mahkemeye taşınan ve bardak fırlatmaya