‘Ayrılmanın gökteki yıldızlar kadar çeşidi var’ demiş Shakespeare… Ama yaratıcılıklarının seviyesi belli olanlar için ayrılıkların öyle çok çeşidi olmadığı kesin. Hele bizdeki dizilerin finale yollanmasıyla yaşanan ekran ayrılıklarında çeşitlilik hayli kısıtlı. Hatta ayrılmanın yegâne şeklinin reyting gerekçeli olduğunu söylesek yeridir. Reyting beklentisini karşılayamayan dizinin bir çırpıda alınan ayrılık kararıyla dönüşü olmayan yolculuğa yollanması kaçınılmaz. Hal böyle olunca da ne ayrılıkların derinliğindeki mantığın, ne de ayrılıklarla yaratılan haksızlıkların üstünde hiç durulmuyor. Oysa her ayrılık boşa harcanmış emek… Arkada hevesi kursağında bırakılmış izleyici kitlesinin kırgınlığı demek. Bu nedenle de irdelenmesi gerek.
Öte yandan dizilerle yaşanan ayrılıklarda içeriklerin ve oyunculuk kalitesinin bir etken olmadığı gerçeğini de unutmamak lazım. Dahası bazılarının iddia ettiği gibi senaryo-karakter sağlamlığı veya klişelerden arındırılmışlık da ayrılık noktasında dikkate alınan özelliklerden değil. Nitekim bir yığın klişelere yer veren ve alt yapısı olmayan karakterlerle üç satırlık bir öyküyü yürütmeye çalışanların başarısına defalarca şahitlik ettik. Buna karşılık derinliği olan karakter ve konularla varlık gösterenlerin izleyici nezdinde itibar görmediği örnekler de dolu. İlaveten seveni olduğu halde bitirilenler de gani gani.
Diyeceğim o ki; Dizilerin ekrana tutunmasında ne sağlam hikâyenin, ne güçlü bir içerik felsefesinin, ne de oyunculuğun değeri pek yok! Bunun yerine ‘Konusu ne olursa olsun yeter ki desteği olsun’ mantığı hâkim, ekranda yaşanan ayrılıkların çoğunluğuna. Misal, ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’ gayet mesajcı ve yapıcı bir içeriğe sahipti ama ne kanalından ne de yapımcısından yeterli desteği bulamadığı için finale gönderildi. Üstelik ilk 10’un içinde yer alıyorken. Yani aslında bazı durumlarda, özellikle de arkada başka işler varsa, reyting de ayrılmanın yolu olmaktan çıkabiliyor.
Bu saptamaları yapmanın ardından gelelim ekran ayrılıklarındaki son örnek olan ve dört bölümde finale giderek ‘Niye olamadı’ sorusunu ardında bırakan ‘Yıldızlar Şahidim’in ayrılığa giden yoldaki gerçeklerine…
‘YILDIZLAR ŞAHİDİM’İN ÖRNEK ALINASI YÖNLERİ
Bir dizinin dört bölümde de derdini anlatabileceğini gösterir biçimde final yapan ‘Yıldızlar Şahidim’ bu olumlu yönüyle örnek alınmanın ötesinde, jet finale yol açan eksileriyle de dizicilere emsal teşkil edecek yapıda bir iş oldu. Ders alınması gereken bu yönler nelerdir derseniz… Beş maddeyle açıklayalım.
1-‘Yıldızlar Şahidim’in açılışını Fikret ve Zeyno’nun üstünden yapması baş hatası oldu. Gerçek şu ki, töreli-konaklı işler haricinde, karakterlerinin yetişkin kanadını öne çıkartarak başlangıcını yapan diziler bu süreçte ve sonrasında ağzıyla kuş tutsa dahi hak ettiği değeri bulamıyor. Dahası genç kesimi çekmesi de pek kolay olamıyor. Bunun için siz siz olun aynı hataya düşmeyin.
2-Canan Ergüder ve Mesut Akusta’nın oyunculuk gücüne sırtını dayayarak yola çıkıp Berk Cankat ile Özge Gürel’in çekiciliğine güvenen dizinin diğer karakterlerini karikatürize bir üslupla işlemesi de dikkate alınması gereken detaylardan. Yani bir dizinin başlangıçtaki tablosunda ana mesele, başkarakterlere yoğunlaşmaktan ziyade yapımın bütününe katkıda bulunabilecek yan karakterlerin derinliğe inebilmekte yatıyor. Çünkü bu detaylar diziyi çekici kılarak izlenme isteği uyandıran sevimlilikler!
3-Anlatım dili de dizinin kaderini belirleyen etkenlerden. Diziyle ilgili ilk bölüm sonrasındaki yazımda da belirttiğim gibi ‘Yıldızlar Şahidim’in müzik dünyasıyla ve starlıkla ilgili gerçekçi bir dili vardı. Bu benim gözümde güzel bir detaydı ama ne yazık ki yapımın en büyük handikabı oldu. Zira romantik komedilerin masalcılığına vurgun gençleri çekmek için gerçekçi söylemden ziyade hayalciliği besleyen sunumlar gerekli. Bunu yapmayan işlerin sonu belli. Nitekim şov dünyasının içyüzünü işleyen N’olur Ayrılalım veya dizicilere dokunduran Rengârenk de tıpkı starlığın dışarıdan göründüğü gibi olmadığını dillendiren ‘Yıldızlar Şahidim’ gibi vakitsiz ayrılıklar yaşadı. Demek ki neymiş, sektörel gerçekçiliği dillendirmeye soyunan yanarmış!
4-Bir diğer detay tempo... Bizim izleyici alelacele yapılan girişlerden hoşlanmıyor. Çünkü hızlı başlangıçlar içeriği karmaşıklaştırırken dizilerin takibini de zorlaştırıyor. Hal böyle olunca da ağır sahnelere alışkın izleyicinin ondan ona atlayan gidişatı algılayıp yapımı benimsemesi ancak üçüncü dördüncü bölüme kalıyor. Yayıncının bu kadar sabrı varsa ne âlâ da… Star gibi dört bölümden defter düren çıkarsa, o zaman ‘Yıldızlar Şahidim’ misali yandı gülüm keten helva.
5-‘Yıldızlar Şahidim’in dezavantajlarından biri de ekran çıktığı gün oldu. Bu, rakiplerinden kaynaklı bir dezavantaj değil; doğrudan kanalıyla ilgili. Şöyle ki, Star izleyicisi Cuma akışında ‘Kiralık Aşk’a ayarlamıştı kendisini. Sezon ortasında gelen final, hayal kırıklığı yaratmanın yanı sıra bu yapımın yerine gelecek olanın da önünü tıkadı. Anlayacağınız ‘Yıldızlar Şahidim’ ilk darbeyi kendisini ‘Kiralık Aşk’ın yerine koyan kanalından yedi. Bu da demek oluyor ki, ya sevilen bir diziyi sezon ortasında finale yollamayacaksınız… Ya da yerine getireceğiniz yapımın, tepkili izleyicinin yaratacağı peşin haksızlığa maruz kalacağını hesaba katıp yeni diziye karşı toleranslı olacaksınız. Sevilen bir işin saatine yerleşecek olan dizilerin bu gerçeği göz önüne almaları şiddetle tavsiye edilir.
Sonuçta; Medyanın desteğinden yeterli derecede nasiplenemeyen ve tanıtımı diğer yapımlara kıyasla eksik kalan ‘Yıldızlar Şahidim’, çok güzel bir iş olma potansiyeline sahipken, ekrandan ayrılmanın başlıca yolu olan reyting bahanesiyle finale yollanan diziler kervanına katıldı.
Giderayak yıldızların dünyasında dost bilinenlerin sahteliğine işaret eden yapımın oyuncularını başka işlerde görme umuduyla uğurlarken, yeni diziler için işaret ettiğimiz detaylarıyla örnek alınması gerektiğinin altını bir kez daha çizelim. Aksi takdirde aynı mantıkla yola çıkacak olanların aynı kaderi paylaşmaları büyük ihtimal.
Anibal GÜLEROĞLU