‘Yaratıcı insanlar, başkasının yönlendirmesine izin vermez. Onlar için insanların mutluluğuna yarayan kanunlar yeterlidir’ demiş Goethe… Söz bağlamında çok güzel ve doğru bir tespit... Ama ya işin özünde? Gerçekten de yaratıcı insanlar, başkalarının yönlendirmesine, müdahalesine maruz kalmadan yaratıcılıklarını sergileyebiliyorlar mı? İşin içine maddi bağımlılık girmediği sürece ‘Evet’ cevabını verebiliriz belki bu soruya. Lakin söz konusu geçim derdi oldu mu yaratıcılıkların müdahalelerle kısıtlanması, başkalarının gösterdikleri doğrultuda gelişmesi de kaçınılmazlaşıyor. Paranın konuştuğu yerde insanların mutluluğu veya arzusuna göre gün yüzüne çıkamıyor yaratıcılıklar. Kısacası, her alanda olduğu gibi burada da parayı veren düdüğü çalıyor.
Ne yazık ki bu acı gerçek her yeni diziyle birlikte hedef tahtasına bir kez daha oturtulan senaryo ve senarist bağlamında da hüküm sürmekte. Ben de dâhil olmak üzere dizilerin senaryolarını bolca eleştiriyoruz. Görünürde, eleştirmekte de haklıyız çoğu zaman. Zira gerek içeriklerin klişelerden bir türlü uzaklaşamaması, gerek öykü gelişimlerinde mantıkla bağdaşmayan durumların olması eleştirilerin sebebi. Ayrıca sayıları hızla artan
Bazı tipler vardır, öyle bir tılsımla doğarlar ki her ne yaparlarsa yapsınlar ilgi çekmeyi başarırlar. Gerçek hayatta olduğu gibi kurgu dünyasında da aynı duruma rastlamak mümkün. Kimi karakterler özene bezene yaratılır, yer aldıkları yapımlar ödülleri toplar ama karakter bazında kitlelere hitap ederek gönülleri fethetmeyi başaramaz.
Kimileri de bir anda baş tacı oluverirler. İster sevimlilikten deyin… İster karakterin toplumsal açlığı tatmin eden yönünden. Sonuçta bir şekilde izleyici mayası, hamuruna tutar böylelerinin. Maya bir kez tuttu mu da hamur kabardıkça kabarır. Nasıl ki; ‘Geniş Aile’ dizisiyle gönüllerde taht kuran Cevahir-Ulvi ve Bilal-Müfit karakterleri için de durum bundan ibaret!
Yayınlandıkları dönemde izleyicinin ‘aile komedisi’ merakından da güç alıp ekranın gözdelerinden olmayı başaran ‘Geniş Aile’ dizisinin tekrarlarıyla birlikte gördüğü ilgi malum. Buradan cesaretle yaratılan ve aile olayını dizi mizahının merkezindeki karakterleriyle yürütmeyi tercih eden ‘Geniş Aile: Yapıştır’ filmi de geçtiğimiz yıl beyazperdede yerini almıştı. Ancak gerçek şu ki, hayli basite indirgenmiş konusuyla beklentileri yeterince tatmin edecek gücü yoktu senaryonun. Yine de
Hızla akıp giden hayat treni misali arka arkaya gelip geçiyor sezonlar. Yeni yapımlar başladı başlayacak derken öylesine dalıyoruz ki dizilerin dünyasına, her yeni sezonla birlikte ömrümüzden de bir sezon eksildiği gerçeği gelmiyor hiç aklımıza. Çoğumuzun yegâne eğlencesine dönüşen ekranlardaki hayatlara kapılmış gidiyoruz… Acısıyla-tatlısıyla bize sunulan hayatta bulamadıklarımızı beyazcamın yalan dünyasında bulmak umuduyla.
Kimi zaman dört bir yanımızı saran kötülerin yarattığı sıkıntı yetmiyormuş gibi dizilerdeki acılarla kavruluyor yüreğimiz… Gözyaşı döküyor, öfkeleniyoruz oradaki kötü insanlara. Ama yine de kapılmıyoruz umutsuzluğa. Çünkü biliyoruz… Yaşamın aksine, kötüler hep cezalarını bulur; iyiler de mutluluğa kavuşur sonunda. Yani dramalar deşarj olmak için birebir, haksızlığa uğrayıp da hakkını alamayana.
Romantik komediler deseniz… Birbirinin benzeri hayatlarda, zengin erkeklerin fakir kızları ihya etmesi masalcılığıyla özellikle gençler için bir numara. Kimi zaman da hiç böylesi kaygılara kapılmadan izleyebileceğimiz, yüzümüze bir tebessüm kondurup kafa yorgunluğumuzu gidermemizi sağlayan yapımlar arıyor gözlerimiz. Bulduk mu takılıyoruz peşlerine, onların
Yeni gelenlerin eskileri yerinden yurdundan etmesi, hatta topyekûn defterinin dürülmesine sebep olması, gerçek hayatta sıkça yaşanmanın ötesinde, ekranların da rutinine dönüşmüş durumda. Hani taze kanlara yer açmak için kıdemlilerin köşeye çekilmesi bir bakıma gerekli… Ya da mevcutların dışındaki kişilere de kazanç kapısı yaratılması adına değişme gidilmesi faydalı gibi… Ama neticede bu yol verişler başarılı ve kaliteli olanları hedef alınca, insanın gönlü elvermiyor bu haksızlıklara.
Nasıl ki, FOX TV’nin yeni dizilerini devreye sokarken peş peşe finale yolladığı Kördüğüm ve Rüzgâr’ın Kalbi de böylesi bir tabloda… Zira izleyiciye sunulan apar topar finallerin yarattığı saygısızlık izlenimi fazlasıyla bıktırıcı.
REYTİNG BAHANE, HARCAMA ŞAHANE
Bizim ekranların en büyük gerçeği, kaliteli ve gizemli senaryolara geçit vermemesi! Artık izleyicinin algı kısırlığından mı kaynaklanıyor… Yoksa sürekli ıvır zıvır romantik komedilerin veya saçma sapan polisiyelerin dayatılmasıyla bu yönde bir alışkanlık mı oluşturuldu, bilemem. Ancak görünen gerçek, klişelerin dışında bir şeyler sunmaya çalışanların hesabının çabucak kesildiği! Bu öylesine bariz bir hal aldı ki, yapımın izleyicisi
Televizyonun toplumsal etkisinin her geçen gün daha da artması, sinema dünyamızın bir dönem iyiden iyiye gerilemesine yol açmıştı. Bu da doğal olarak sektörün yanı sıra ‘oyuncu’ açısından da darboğaz yaratmıştı. Neyse ki, her biri sinema filmi uzunluğunda diziler üretmek akıl edildi de hem bu darboğaz aşıldı… Hem de ‘Dizi çekimiyle zaten her hafta bir film yapmış kadar oluyoruz. Öyleyse arada sinema için de bir şeyler çıkartalım’ mantığı işlevselleştirilerek beyazperdemize çeşni türetilmeye başlandı. İyi mi oldu, yoksa kötü mü? Gücü olanın ekranda yer bulup tutunduğu, senaryoların ‘özgünlük’ kavramından giderek uzaklaştığı gerçeğinde bunun değerlendirmesini bir yana bırakıyorum. Ne demişler, ‘Su akar yolunu bulur’… Dizi-sinema-senaryo dengesinde de durum aynı!
Öte yandan ekranda sevilen isimlerin hemen akabinde beyazperdede yer alması da günümüzün vazgeçilmezi. Hoş Yeşilçam döneminde televizyon ve dizi modası mı varmış ki, o devrin ünlenen yüzleri buralardan sinemaya geçiş yapsın? O da ayrı. Üstelik o devirde sürekli aynı isimleri yıldızlaştırıp filmlerde oynatmanın tekelleşme yarattığı da aşikâr. Günümüzde hiç değilse ekran performanslarıyla dikkat çekenlerin ve dizilerdeki
Dizilerin yeni sezon performanslarıyla ilgili kritiklerimize ‘Kiralık Aşk’la devam ediyoruz. Geçen dönemin popüler romantik komedisi olmayı başaran dizi, reytingleriyle de ispatlandığı üzere, izleyici kitlesini memnun edip korumayı sürdürme konusunda kararlı yapımlardan. Totaldeki birinciliğiyle yıllara meydan okuyan ‘Arka Sokaklar’la rekabete tutuşarak AB’de zirveye yerleşen ‘Kiralık Aşk’ın bu sıralama başarısı kuşkusuz tüm yapımlarda saptadığımız gibi esas kriterimiz değil. Asıl üstünde durduğumuz detay, dizinin yeni sezonunda sergilediği içerik performansı! Bunu nasıl bulduğumuza gelirsek…
İlk etapta görünen tablo ‘Kiralık Aşk’ın da tıpkı karakterler arasında kişilik değişimi yaratarak ilerlemeyi seçen ‘Tatlı İntikam’ gibi başa sardığı yönünde. Neriman’ın katakullileriydi, yandan yandan dürten dış mihraklardı derken bir yığın badire atlatıp işin ‘Evet’ kısmına gelmişken Defne’nin durup durup tam da mutluluğa yürünen yolda kabaran dürüstlük duygusuyla itirafta bulunması sonucu, kafası bozulanın kapağı Avrupa’ya atma klişesini yerine getirerek Ömer’i yaban ellere yollayıp nikâhı yalan eden senaryo, Pamir karakteriyle yeni bir ‘Kiralık Aşk’ yaratma peşinde. Bunun için de yine
‘Her şeyin en mühim noktası başlangıcıdır’ demiş Eflatun. Bu sözün ne denli doğru olduğunu her bölümüyle bir sinema filmi uzunluğunda olmak zorunda bırakılan dizilerde alabildiğine gözlemlemekteyiz. En mühim noktanın başlangıç olduğu gerçeğiyle hareket eden senaryolar, ilk bölümlerinde tüm malzemelerini tüketip sonrasında dişe dokunur gelişmeler yaratamama sıkıntısı içinde. Tabii bu olumsuzlukta, artık bıkkınlık vermeye başlayan ve gittikçe daha çok izleme güçlüğü yaratır hale gelen süre uzunluğunun etkisinin büyük olduğu aşikâr. Bununla birlikte dizi dünyamızın ciddi biçimde öykü kısırlığı çektiği de bir gerçek. Nasıl ki, özgün senaryolar yerine sürekli oradan buradan devşirme işler ekrana sürülmekte.
Dahası dizilerin uzun sürelerini aynı konuyu lastik gibi uzatarak, klip misali verilen şarkılarla ya da gereğinden çok ağır çekim kullanarak doldurma kolaycılığına kaçanların dar çerçeveli öykülerle yola çıkmaları da başlı başına bir sorun. Nitekim Mart’taki başlangıcında işaret ettiğimiz ve doğacak sıkıntıyı farklı yazılarda vurguladığımız ‘Tatlı İntikam’ da bu sorunu fazlasıyla yaşamakta. Oyuncuların yüzü suyu hürmetine ilgi görerek ayakta kalan ve bu ilgiyi yaz boşluğunda da
Yeni sezonun dizileri yüzlerini gösteriyorlar ama görünen o ki, Eylül ayının yenileri meze niyetine sofraya sürülmekte. Çünkü yeni yeni hazırlanmaya başlayan asıl ağır toplar arkadan gelecek. Ay Yapım’a geçen ve Kerem Bürsin için hazırlanan ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ de bunlardan biri. Peki, ne demek ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’? Bu sözün ve dolayısıyla dizinin özüne daha kolay inebilmek adına bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum.
Konstantinos Kavafis’in ‘Şehir/Kent’ şiirini duydunuz mu hiç?
‘Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına’ der hani… Duymadınız mı? Peki, Ezginin Günlüğü dinlediniz mi hiç dersem. Eminim daha çok çağrışım yapacaktır böylesi. Her neyse… ‘Bu şehir arkadan gelecektir’ diyen satır, insanın nereye giderse gitsin bağlılıklarından kurtulmasının, geçmişinden kopmasının zorluğunu işaret eder kısaca.
Nitekim Ay Yapım’ın ağır toplarından diyebileceğim yeni dizisinin tanıtımına baktığımızda ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ derken aynı kopamazlık ve geri dönüş temasıyla hareket edileceği ayrıntısı çarpıyor gözümüze. Evet,