İnsanların eleştiri anlayışı mı gittikçe sığlaştı yoksa bir işi değerlendirirken taraftarlık gözlüğünü takarak bakma modası aldı başını gitti de o nedenle mi duruma göre fikir yürütme alışkanlığı sıklaştı? Artık her ne sebep geçerliyse, bir yığın yersizlik sergileyenlere alkış tutanlar öte taraftan kendi haline bir öykü çizgisi yaratıp içini başarılı performanslarla dolduranlara bin türlü kulp takmaktan çekinmiyorlar.
Oyuncunun canlandırmasını bir yana bırakıp yaşıyla başıyla uğraşmak bu aklın ürünü… Ekrandaki görüntüsüne takıp karalamaya çalışmak bunların marifeti… Olmadı, özel hayatını çomaklayıp bunu diziyle bağdaştırmak gibi boş işlere girişilir. Bu da yetmez, yapımdaki yetişkin karakterlerin duygu dünyasına gem vurulmaya çalışılıp ‘Aman ha falancayla filanca arasında aşk olmasın. Olursa bu hiç uygun düşmez’ türünden bilmişlikler türetilir… Sanki aşk sahneleri sadece gençlere mahsusmuş; çocuklu bekâr kadının sevme hakkı yokmuş gibi! Öte yandan torunu yaşındaki kızla evlenmeye niyetlenen ağa düzenlerini anlatan öykülere veya saman altından su yürütüp işledikleri cinayetleri görünmez kılanların aynı çatı altındaki kırk taklalı yaşam düzenlerine itibar edilirken ne yaşa kanca atılır, ne de kime neyin yakıştığına.
Velhasıl; Olanca aymazlıkları ve tartışmacılığı bünyesinde barındırıp stilini yaratan televizyon dünyasındaki dizi algısı da tıpkı demokrasi mantığındaki çifte standartlılık gibi bir hayli garipleşti… Daha doğrusu yanlı hale geldi. Hal böyle olunca da bazı yapımlar hak etmedikleri sıralara yükselirken bazıları olması gereken yerin altında kalıverdi. Nasıl ki, bir yazımda Karagül’ün İstanbul şubesi olarak görüp artısıyla-eksiğiyle ele aldığım ‘Dayan Yüreğim’ de ikinci grupta yer alanlardan. Yani hak ettiği değeri bulamayanlardan! Bundan dolayı diziyi bir kez daha irdelemeyi tercih ettim.
‘DAYAN YÜREĞİM’ KENDİNİ TOPLADI AMA…
Her şeyden önce ‘Dayan Yüreğim’ dizisinin kusursuz bir iş olmadığı saptamasını vurgulayarak başlamak istiyorum söze. Yapımla ilgili ilk değerlendirmemde de belirttiğim üzere öykünün çıkış noktasını ‘Umuda Kelepçe Vurulmaz’a benzetmesi hoş olmamıştı. Ama Elvan’ın yaşam mücadelesi ve diğer detaylarla bu olumsuzluğu kırmayı başardı. Yanı sıra baba Tahir’in tablosunu ve cinayet sürecini de inandırıcı bulmamış; Elvan’ın erkek mağduriyetini öykü akışında hiç hissedemediğimizden dem vurmuştum. Dahası Cengiz’e karşı taviz vermeyen Şanal Ailesi’nin ve Taner’in, paragöz yenge Suzan’la muhatap oluşunu çokça yadırgamıştım… Ki halen bu konuyu mantıksız buluyorum. Yani Suzan’ın elinde hiçbir koz yokken ikide bir telefonlaşıp buluşmalar, ondan yardım istemeler neyin nesi? Anlamak zor.
Anlayacağınız başka yapımdan esinti hissettiren ve FOX ekranında tutunma kaygısının da hâkim olduğu ilk bölümlerinde ‘Dayan Yüreğim’in olumsuzluklar sergilediği aşikâr. Ancak bu kusurlar, hem her haftaya haldır haldır senaryo yetiştirmenin dayanılmaz ağırlığında fazlaca büyütülecek türden olmadı hem de ilerleyen bölümlerdeki gelişmelerle arka plana düşürüldü. Bu gelişmeler nedir derseniz… Sıralayalım hemen.
-İlk etapta Elvan’ın dramatik yüzü değişti. Dizinin ağır dram havasından çıkıp ‘güçlü kadın’ imajına odaklanması yapımı ilk bölüme kıyasla ileriye taşıyan baş detay oldu. Bu sayede özverili anneliğe-güçlü kadınlığa çokça yakıştırdığım Ece Uslu’nun Elvan karakteri dizideki yerine iyice oturdu.
-Cansel Elçin’in canlandırdığı Fuat ile Elvan’ın doğal akış içinde yakınlaştırılarak dizideki aşk olgusunun Atıf-Seray-Rıfat üçgenine sıkışıp kalmasının önüne geçilmesi de yapımın kendini toplamasına etken ayrıntılardan oldu.
-‘Dayan Yüreğim’i eleştirirken dizideki dengeyi sağlamak için Taner-İnci-Ekrem kanadının daha çok işlevsel kılınmasının gerektiğini işaret etmiştim. Bu noktada da senaryonun olumlu geliştiğini söyleyebilirim.
-Atıf ile Seray’ın arasında ilişkinin başlaması, üstelik bu birlikteliğin abartısız bir dille sunulması artı hanesinde. Böylece diziye gençlerin ilgisi daha çok çekilir. Bununla paralel olarak, başlarda yetersiz yansıyan Berk Atan ile Nilay Deniz’in performanslarında bu sürecin aşılıp daha yoğun bir evreye girilmesi de ‘Dayan Yüreğim’in gelişimlerinden.
-Dizinin temelini atan Selim kanadına baktığımızda, orada da bir gelişim mevcut. Obez Senem’in şiddetine maruz kalmasına öfkelendiğimiz, yatalak çocuk rolünün hakkını veren Brad Berke Bayrak’la sevdiğimiz Selim’in yavaş yavaş hareketlenmesi de, dizinin konu durağanlığını kıran umut verici bir ayrıntı olarak kayda değer.
-Tüm bunlara ilaveten yıllar sonra ekrana dönüp öyküye yeni bir kanat açan ve geçmiş dizilerin havasını solutan Ayşegül Atik’in diziye ayrı bir renk kattığını da söyleyelim.
SONUÇTA; Elvan’da işi abartıp mantıksızlık yaratma hatasına düşmeyerek en doğru hareketini yapan ‘Dayan Yüreğim’ başlangıca kıyasla kendini bir hayli geliştirmiş ve toplamış durumda. Ama ne yazık ki bu performansın izleyici kanadındaki yansıması beklendiği gibi değil. Açıkçası ‘Dayan Yüreğim’ içerikte gelişim kaydetse bile hak ettiğini bulamaz halde.
İşte bunu sağlamak için de kanalın ve yapımcısı Endemol Shine Türkiye’nin destek performansına ihtiyaç duyulmakta. Zira dizinin reklamının ve yeni bölüm tanıtımlarının yeterli oranda yapılmadığını düşünüyorum. Sanki diğer işler arasında arka plana atılmış havası uyandırıyor. Hani bu durumda ‘Dayan Yüreğim de tıpkı Umuda Kelepçe Vurulmaz gibi sahipsiz bırakılıp kaderine mi terk ediliyor’ diye düşünsek yeridir! Umarım yanılırız.
Anibal GÜLEROĞLU