‘GüzeI bir gülüş, karanIık bir eve giren güneş ışığına benzer’ demiş Lev ToIstoy… Yaşamın zorluklarıyla boğuşurken öylesine daralıyoruz ki, bir nebze gülmeye şiddetle ihtiyaç duyuyoruz. Bunu gerçekleştirmek için başvurulan yollar arasında kurguların dünyası başı çekmekte. Lakin ekranın da maşallahı var. Yoğun dizi temposunda birbirinin benzeri iç karartıcı dizilerden geçilmiyor. Töreydi, ağaydı, şiddetti, intikamcılıktı, terör mücadelesiydi derken gül gülebilirsen. Dahası filmlerdeki mizah anlayışı da argo ve küfürden ibaret. İşte tam da bu noktada kaliteden ödün vermeden yüz güldürmeyi başaran işler bir başka değer kazanıyor. Gel gör ki kaliteli komedi sunabileni bulmanın zorluğu da aşikâr.
'Hangimiz Sevmedik' bu noktada farkını fark ettirenlerden oldu. Adını, Müslüm Gürses’in seslendirdiği şarkıdan alıp darbeyle yolları ayrılan âşıkların hikâyesini anlatmak üzere yolculuğunu başlatırken, darbe girişimine denk düşerek yarıda kesilip tarihe geçen BSK yapımı TRT 1 dizisi ‘Hangimiz Sevmedik’, yüz güldürme açısından televizyonda bir vaha olmuştu adeta. Moralleri düzelten neşeli temposu, herkesin gönül rahatlığıyla izleyeceği türden içeriğinin yanı sıra seviyeli ve bilinçli
Ara ara diziler âleminden baş kaldırıp ufkumuzu daha farklı işlerle genişletmeye çalışıyoruz ya… Bugünkü yazı da böylesi bir içeriğe sahip! Yenilikleri sunma yolunda ilk durağımız TLC ekranları…
Zira izleyicinin ilgisini çekecek birbirinden farklı programlar ve kaliteli yabancı yapımlarla yayınını sürdüren TLC kanalında renkli bir dünya karşılıyor televizyon izleyicisini. Tehlikenin ve eğlencenin iç içe geçtiği akış bu yönüyle, reyting sisteminin kaygısına kapılarak içeriklerini düzenleyen kanallara kıyasla çok daha yenilikçi duruyor haliyle. Tabii, performans çeşnisinden dolayı sıkıcılıktan uzak olması da ekstrası!
ÇARK: KURTULUŞ OYUNLARI ‘SURVIVOR’A FARK ATAR!
TLC’nin mevcut yayın akışına baktığımızda dünyanın en tehlikeli oyunu olarak görülen ‘Çark: Kurtuluş Oyunları’ ilk gözümüze çarpan oluyor. Çünkü gerek gerçekçi konsepti, gerekse zorluk açısından ekranların fenomenine dönüşen ‘Survivor’la rekabette ona fark atacak kalitede bir program niteliğinde. Ama ne yazık ki izleyici tarafından yeterince fark edildiğini sanmıyorum. Bu oyunların olayı ne derseniz… Bilmeyenlere izah edelim.
Altı sıradan insanın, altı ölümcül coğrafyada, 60 gün boyunca hayatta kalmaya
Gidişler çoğu zaman hüzün vericidir. Ama yine de ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir’ deme dayanıklılığını gösterir insanoğlu. Ölenle ölünmüyor, gidenle gidilmiyor ne de olsa. Fakat bu gerçeğe karşın, gidenlerin benliğimizde bir yerlerde iz bıraktığı muhakkak. Nasıl ki, sevdiğimiz dizilerin zamansız vedalarında da içimiz bir tuhaf oluyor. Keşke biraz daha uzasaydı, tadını tam yaşatamadan bitmeseydi serzenişine kapılıveriyoruz. Nitekim bu sezon böylesi duyguları hissettiren yapımlar çok oldu. Umuda Kelepçe Vurulmaz, Ölene Kadar derken şimdi de ‘Dayan Yüreğim’…
‘İyiler hep erken gidiyor. Kötüler bir şekilde kalıyor’ sözüyle ekrandaki tabloyu sitemkâr biçimde ortaya koyan ‘Dayan Yüreğim’i 13 bölümle uğurladık. Ece Uslu’nun canlandırdığı Elvan’ı final bölümünün başında öldürüp içindekileri demeye fırsat bulamayan Fuat’ı özlemlere salan… Atıf’tan boşanan Seray’ı karnında bebeği, yüreğinde anne hasretiyle acılara daldırıp sonrasında güldüren… Yıllar sonra ayaklanan Selim’i ‘Anneler ölmemeli’ isyanıyla baş başa bırakan… İnci ile Taner’i Ekrem’in katili yapıp cezalandıran… Ekrem’e giderayak miras golü attıran… Atıf’a da hüzünle mucizeyi bir arada yaşatan diziyi uğurlamasına uğurladık
Büyük aşklar büyük atışmalardan başlarmış derler… Bazı diziler için de geçerli galiba bu söz. İlk bölümünde çokça eleştiri alan kimi işlere bakıyorsunuz devamında izleyicinin gözbebeği olmuşlar. Esma Sultan ve oğulları çerçevesinde macerasını başlatıp gelinleri olaya dâhil ederek gelişen ‘İstanbullu Gelin’ de bu sınıfta yer alanlardan. Oyuncu uyumu, konusu derken detaylarına kulp takanlar nedeniyle ancak 16’ıncı sıradan gösterebilmişti yüzünü. Sonrasında beşinciliğe kadar yükselebildi. Gerçi arada birkaç sıra oynamaları yaşıyor ama çizgisini bu noktada tutturdu gibi.
Son bölümüyle ‘Aşk ve Mavi’nin birinciliğe kurulduğu Total’de dokuzuncu, AB’de üçüncü olarak hitap ettiği kesimi gösteren dizinin bu performansında Özcan Deniz faktörü önemli bir yer tutmakta. Bununla birlikte erkek oldukları için oğullarına koskoca bir alan veren, Boran yetiştirme merkezinin başı Esma Sultan’ın otoriter anneliğini alabildiğine renkli ve çarpıcı bir biçimde sunan İpek Bilgin’in ağırlığının payı da büyük. Yanı sıra ilk bölümün acemiliğinin atılmasının ardından Aslı Enver-Özcan Deniz ikilisine alışılması ve her karakterin yerli yerine oturmuş olması diziyi sevimlileştirirken içeriğin tüm
‘Günümüz insanı, her şeyin fiyatını biliyor; ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor’ demiş Oscar Wilde. Gerçekten de ne emeğin önemi kaldı, ne de kalitenin. Sevgiler laftan, beğeni hevesten ibaret. Her şeyden kolayca sıkılıp vazgeçebilen insanlık, değerleri yok etme konusunda da altın çağını yaşamakta. Güzellikleri heba etmede müthiş bir yarış var adeta. Yaşamın pek çok alanında kendini gösteren bu durum televizyon dünyası için de geçerli kuşkusuz. İyi olanı elimizin tersiyle itme alışkanlığımızdan nasiplenen diziler de birer birer silinip gidiyor ekranlardan. Büyük umutlarla çıkılan yolda, ederinin hakkını alamadan kolayca harcanmak üzücü bir durum. Lakin talebin üstünde arz olunca, kafalar değişmedikçe hak etmeyenin kolayca harcanmasının da önüne geçilemiyor ne yazık ki!
Ekrandaki bu harcamanın son örneği ‘Ölene Kadar’ dizisi… İddialı biçimde izleyici karşısına çıkartılan dizinin 13 bölümle veda edecek olması, hak edilmemiş bir yollanış tablosu. İlk bölümdeki sonuçlarla bıçak sırtında yol alışın riskini yansıtan yapımı izlerken ‘Bitti, bitecek’ kaygısı taşıyor olmamızsa, öykünün tadını layıkıyla çıkartamama sebebi.
Anlayacağınız, insanların bencillik ve maymun iştahlılıkla
‘Sabret ki her şey hissettiğin gibi oIsun. Sabret ki her şey gönIünce oIsun’ demiş ya MevIana… Bunun bir de ‘Fazla naz âşık usandırır’ yönü var hayatta. Yani sabretmenin sınırı bir yere kadar. İnsanı bir şeye heveslendirip sonunda eli boş bırakılıyorsa o zaman bıkkınlık ve güvensizlik kaçınılmaz olur. Haliyle beklenene karşı soğukluk da baş gösterir.
Nasıl ki, ‘Vatanım Sensin’ izleyicisine tam da bu duyguları yaşatıldı. Nedeni malum… Kalp çarpıntısıyla beklenen Cevdet-Azize buluşmasına dair umutların kof çıkması!
Yoğun tepkilere neden olan bu sürpriz gelişim dizinin gelecek bölümlerini ve reytinglerini nasıl etkiler, bilemem. Ama işin asıl üstünde durulması gereken boyutu yarattığı hayal kırıklığından ziyade bu aşamaya nasıl gelindiği hususu olmalı! Buluşma işini ileriye bırakıp farklı gelişime kapı açan senaryonun Cevdet’le ilgili gerçeği Azize yerine Tevfik’e öğrendirtmesinin öykünün gidişatı açısından gerekli olduğunu varsaysak bile, sabırların isyana dönüşmesine sebep olan Azize karakterinin yapılandırılmasındaki aksaklığı görmezden gelmemiz mümkün değil.
‘VATANIM SENSİN’ AZİZE’YLE DİBE VURUYOR
Hiç şüphesiz ‘Vatanım Sensin’ ekrandaki kayda değer yapımlardan. Benim
Shakspeare ‘Aşk bir deliliktir’ dese de, insanlar bu deliliği tüm güzelliği ve trajedisiyle yaşamaya her daim gönüllü oluyor ne hikmetse. Öte yandan gelişiyle birlikte aklı-mantığı arka plana attıran ve insanların en ilgi duyduğu konulardan olan aşkın günümüz dünyasındaki algısı daha bir başka. Gururla, akıllı uslu yaşanan aşklardan ziyade, gizli kapaklı yürütülen şekilleri revaçta. Artık heyecan çıtasının yüksekliğinden midir, bilinmez. Risk taşımayan ve akışına gelişen aşklardan çabucak bıkıveriyorlar. Nitekim klasik romantizmi öteleyerek kendi değerlerini topluma yerleştiren popüler kültürle körüklenen bu zihniyet, dizilerin aşk hallerine de etki ediyor. Gerçek hayatla paralel gelişen yapımlardaki köşe kapmacalı aksiyonu bol olan, abartılı söylemlere sahip aşk öyküleri daha fazla ilgi görüyor.
Misal, Kanal D’nin ‘Aşk-ı Memnu’ dizisini yeniden yayına sokacağı haberi sevinç yaratıyor da, Show’un ‘Aşk ve Gurur’u hak ettiği izleyiciyi bulamıyor. Bilinçli bir dizi tüketicisi olarak bu duruma kızmamak elde değil. ‘O Hayat Benim’in her türe uyan sündürmeli aşk hallerini bir tarafa bırakırsak ‘Bodrum Masalı’ ve ‘Hayat Bazen Tatlıdır’ dizilerindeki aşklara karşı mücadele verme
Düşünüyorum da, şimdiye dek ne kadar çok ‘Ders olmalı’ dediğimiz gidişler yaşandı şu ekranda. Hatalı başlangıçlar, yetersiz performanslar, birbiriyle bağdaşmayan oyuncular, mantıksız gidişatlar ve oradan buradan alıntılarla doldurulan senaryolar… Hepsi de yüzlerine güvenilen isimleri bir araya toplamanın başarı için yeterli olduğunu sanıp az emekle işi götürmeye heveslenenlerin sergilediği tablonun olumsuzluk unsurlarıydı. Tüm bunları ayrı ayrı yapımlar için detaylarıyla değerlendirip ortaya koyduk ve ‘Aynı hevesi taşıyan yapımcılar için bu erken finaller ders olmalı’ uyarısıyla dikkatlere sunduk.
Gel gör ki, bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu söyleyerek insanların uslanmazlığını işaret eden atalarımızı haklı çıkartırcasına, bu uyarılara kulak asmamaktaki kararlılık yeni yeni ‘Ben yaptım oldu’ heveslerini doğurdu. Star TV ekranına tutunamayarak altı bölümde finale gitme durumunda kalan ‘İçimdeki Fırtına’ da bunlardan biri oldu. Dizi yapma heveslilerine ‘Son ders olmalı’ diyerek bu hale nasıl gelindiğine bir kez daha bakalım şimdi.
‘İÇİMDEKİ FIRTINA’DA BALIK BAŞTAN KOKMUŞTU
Güzel ve yakışıklı olmanın başarılı oyunculuk için yeterli olamadığını en net biçimde