“Cennet bahçesi” olarak bildiğimiz Güneydoğu Anadolu bölgemizin, dinî, askerî, ticari bakımdan Gaziantep ile birlikte iki önemli kentinden biridir Diyarbakır
Eski adı Amed olmakla birlikte 20’nci yüzyılın sonlarında Diyar-ı Bekr olarak anılırdı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Diyarbakır” telaffuzu üzerine bu isimle tanıyoruz. Maden ilçesi yakınlarında bulunan Çayönü Höyüğü, Diyarbakır’ın kültürel tarihini milattan önce 7500’lere götürür. Neolitik dönem Anadolu’sunda ilk evcilleştirmenin gerçekleştirildiği yer olarak ön plana çıkar. Bu kadim şehri mart sonu ile nisan ayı ortalarına kadar gezmelisiniz. Diğer seçeneğimiz elbette ekim ayının ortası ile kasım sonlarına doğru olmalıdır. Yılın diğer aylarında sıcak sizi Diyarbakır’ı severek tanıyabilmenize engel olabilir.
Görkemli surlar
Şehrin en görkemli kültürel mirası elbette askerî bir mimari olan surlardır. Bazalt volkanik taşlarla inşa edilen surlarında yedi kapı bulunmasına rağmen,
Artvin’den Zonguldak’a kadar tüm Karadeniz şehirleri arasında tarihin her döneminde Trabzon en önemli merkez olarak karşımıza çıkar.
Yılın her mevsimi türlü türlü renklerle seyreylediğimiz Karadeniz Bölgesi’nin kadim şehri Trabzon’a merhaba bir kez daha! M.Ö. 7’nci yüzyılda Milet kökenli kolonistler tarafından kurulan şehrin ismi “Trapezus”, masa anlamına gelir. 1204 Latin istilasında Konstantinapolis’ten kaçan Bizans prensleri Trabzon’da Komnenos Krallığı’nı kurar. Yüzyıllar sonra Fatih Sultan Mehmet (1461) Trabzon’u Osmanlı sınırlarına katınca, sancak şehri olarak şehzadenin görev yeri olur. Cumhuriyet dönemimizde de şehir, bu merkezi konum değerini muhafaza etmektedir.
Atatürk Köşkü
Şehir, sahilden çamlığa kadar bir yamaca inşa edilmiştir. Eş deyişle aşağıdan (sahilden) yukarıya (çamlığa)… Şayet Trabzon’u tanımak isterseniz yukarıdan aşağıya doğru gezmeyi tercih edin. Şehrin en yukarısında Atatürk Köşkü bulunur. Konstantin Kabayanidis adlı Trabzon doğumlu bir
İlkbahar tanrısı Adonis’in bahar bereketini getirdiği Manisa’nın, kültür tarihimizin birbirinden değerli miras eserlerini muhafaza eden sıcacık bünyesi vardır.Manisa’nın M.Ö. 6’ncı yüzyılda Lidya uygarlığı ile başlayan kadim tarihi, cihan devleti Osmanlı ile devam etmiş ve gerek şehir merkezinde gerekse ilçelerinde bu iki zaman aralığına serpiştirilen eserlerle Anadolu kimliğini son derece zengin ve çeşitli bir şekilde günümüze kadar taşımıştır. Lidya uygarlığı, Pers istilası ile son bulmadan önce altın ile gümüş madenlerinin karışımıyla elde ettikleri elektron ile ilk sikkeyi (para) basmıştır. Dünyanın ilk alışveriş merkezi Kayseri iline çok yakın olan Kaniş-Kültepe yerleşkesinde, M.Ö. 12 binli yıllardan başlayan bu ticaret Manisa’nın yanı başında bulunan ve Lidya devletinin başkenti olan Sardes’te (Sart) ilk paranın darp edilmesi ile ticari sürecin kesintisizliğine işaret eder.
Öte yandan, miladi ilk yüzyıl içerisinde dünyanın ilk yedi kilisesi Ege Bölgesi’nde oluşturulmuştur. (Kilise bina değil, bir cemaat anlamına
Anadolu’nun her yerinden tüm Anadolu ve dünyaya merhaba deriz; ancak Konya mevzubahis olunca, “Aşk ile kalın” demeliyiz.Neolotik dönemden başlayan serüvenini günümüze kadar taşıyabilmiş en önemli şehir Konya’dan aşk ile selam olsun! İnsanoğlunun uygarlık tarihine ilkin mülkiyet anlayışıyla katkı sunmasının yanı sıra ana tanrıça formunda, bakışların Anadolu’ya çevrilmesini sağlayan Çatalhöyük ile Konya’nın takvimsel tarihi başlar.
Zamanın içinde gençleşen ve zamana ayak uydurduğu için genç kalabilen Konya, Anadolu uygarlıklar tarihinde her dönem merkezi konumunu muhafaza edebilmiştir. Erken Hristiyanlık sürecinde Aziz Paul ve yol arkadaşı Aziz Barnabas, günümüz Konya’sına çok yakın mesafede bulunan Listra ve Klistra adlı yerlerde verdikleri vaazlarla Konya’nın arkaik merkezi konumunu önemseyerek kullanmışlardır.
Anadolu’nun bir Türk yurdu olmasıyla başlayan süreçte ise Konya başkentlik seviyesine ulaşarak dinî, sivil, askerî ve ticari mimari eserlerle
Sembolizm; insanoğlunun açıklarken gizlediği bazen de gizlerken mümkün olduğu kadar açıklayabildiği bir bilim dalıdır. Simgelerin, sembollerin, her zaman bir başkaları tarafından neyi ifade ettikleri hep merak edilmiştir
Gerçekle hayalin buluştuğu noktada semboller aniden karşımıza çıkar. Sembolizm, insanoğlunun açıklarken gizlediği bazen de gizlerken mümkün olduğu kadar açıklayabildiği bir bilim dalıdır. Tüm kültür katmanlarının dinî kökenli ürünlerinin içine sızmış; yaratılmış, şekillendirilmiş ve bin yıllar boyunca taşındığı yerlerdeki kişiler, toplumlar tarafından kabul gördükten sonra yeniden anlamlandırılmış olan simgelerin, sembollerin, her zaman bir başkaları tarafından neyi ifade ettikleri hep merak edilmiştir.
Herhangi bir sembolün anlamını ve ait olduğu toplumda üstlendiği ortak dil olan görevini çoğu zaman çözümlemek durumunda kalırız. Mistik ve gizemli kimi sosyoekonomik gruplar içerisinde sembol dili oldukça renkli ve zengindir. Mensup oldukları tarikat veya grubun üyeleri arasında birbirlerini
Bir insan şayet kendisinde beğenmediği bir huyunu, olası kusurunu değiştirebilmişse o insan mucize gerçekleştirmiş sayılırKimi filozof ve bilgeler tarafından söylenmiş öyle sözler, tarif edilmiş öyle kavramlar vardır ki, tüm çağlar boyunca insanlığa hem öğüt hem de ders niteliğindedir. Bir şeyi tarif ve tanımıyla bilmek ayrıdır; o şeyi yaşayarak öğrenmekse başka bir eylemdir. İster filozof ister bilge olsun, her bir düşünce insanı, yaşayarak öğrenen ve akabinde bu öğrendiklerini bir öğreti biçiminde dile getiren can yolcularıdır. Keza vaaz ettikleri şeyleri önce kendileri yaşarlar akabinde yeniden bir başka halde vaaz etmeye devam ederler. Kusur, günah, erdem, cömertlik, tevazu, hoşgörü gibi birçok kavram, yaşanmadan dile getirilemez. Kusur işlemeyen biri kusurun ne olduğunu nasıl bilebilir veya cömert olmayan biri maddenin geçiciliğini nereden öğrenebilir?
Heraklitos, Pisagor, Yunus, Mevlânâ ve daha nice bilge, yaşamları boyunca hem yaptıkları hatalardan öğrendiler hem de gerçekleştirdikleri ulvi eylemler sayesinde
Mesnevisinde kandil bulunan kandiline benzer. Sabahlardan daha nurlu bir suretle parlar. Hakikati arayan gönüller için bir cennettir; mesnevinin pınarları var; dalları, budakları var. Bu pınarlardan birine selsebîl derler ki, o da başlangıcı keşfetmektir
Mesnevi “hakikate ulaşmak isteyenler ve Yaradan’ın sırlarına agâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur.” Hazreti Pir Mevlânâ, ilahi aşktan esinlenerek meydana getirdiği eserini bu ifadelerle tanıtır. Mesnevi, makam sahiplerince, kalpleri uyanık insanlarca en hayırlı duraktır. En güzel dinlenme yeridir. Hayırlı insanlar, iyi kimseler, orada yerler içerler neşelenirler. Nitekim Hakk, Kur’ân’ı Kerim ile çoğunun yolunu akıtır, çoğunun yolunu doğrultur. Şüphe yok ki mesnevi; temizlenmiş kişiler için gönüllere şifadır. Huyları güzelleştirir, gönülleri temiz insanlardan ve hakikati sevenlerden başkalarının mesneviye dokunmalarına müsaade yoktur.
Mesnevi bir edebiyat türü olup “ikişer ikilik” anlamına gelir. Fuzuli, Hafız gibi birçok şairin mesnevi
Bir mitin hayal ürünü söylencelerine “mitos”, gerçeğe dayalı köken bilgisine de “logos” adı verilir. Bir mit, yazıya geçirildiği an adı edebiyat olur. Mitlerinden yoksun toplumların edebiyat ve sanat dünyaları gelişemezİnsan zekâsının bilimsel sorulara verdiği bilim dışı karşılıklar evresine mitolojinin bir tanımı olarak bakılabilir. Mitler, insan düşüncesinin (düş gücünün), toplumsal bilinç dışının ürünleri olarak on binlerce yılın toplumsal deneyim, duygu, korku, endişe ve tüm kabullenişlerini ifade eden anlatılardır. İnsan öteki dünya inancını keşfettiği anda ilk mitini yaratır.
Mitlerin kökenlerindeki tema, karşıtlıklar üzerine kuruludur. Mit bir çeşit dünya düzeninin yansımasıdır. Doğa ile kültür arasındaki en üst seviyedeki çatışmalar belirgindir: Çiğ-pişmiş, evcil-vahşi, hasta-ilaç, zekâ-güç gibi…
Mitler ayinseldir; canlı birer organizma gibidirler. Her bir söylencenin birçok değişik anlatısı vardır.
Mitosların varlığı
Toplumlar kendi