“Su”dan sebeplerle inşa edilen mimari eserlerdendir hamamlar. Arapça hamem kökünden Türkçeye geçmiştir; ısınmak, sıcak tutmaktır anlamı; kökeni Asur’a, Roma’ya dayanır
“Su”dan sebeplerle gelişen mimari örneklerin ilk sıralarında su kemerleri, çeşmeler ve hamamlar gelir. Hamam mimarisi elbette yıkanma alışkanlığından, kültüründen doğar. Kayseri yakınlarındaki Asur yerleşkesi Kaniş’te ortaya çıkarılan küvetler, M.Ö. 2000 yılına dair su ve yıkanma kültürü için önemli bir belge niteliğinde kalıntılardır.
Ancak yıkanmaktan öte hamam yapısı Roma ile başlar. Hipocaust adı verilen ısıtma sistemini oluşturan Romalılar, ilk hamam yapılarını Pompei şehrinde inşa eder. Romalılar, hamam mimarisini, çevre ile pasif bireyler arasında aktif ilişkiler kurulması için geliştirir. Hamam mimarisi denilince akla ilk önce Roma İmparatorluğu gelse de “Roma hamamı” denildiğinde akla elbette bütün ihtişamıyla imparatorluk hamamları gelir. Öyle ki bir Roma imparatorluk hamamı on bir futbol sahası
Hacı Bektaş-ı Veli’nin tarihi misyonu; İslam’ı eski Türk inançlarının süzgecinden geçirerek Türk boylarının anlayabileceği ve hazmedebileceği
bir kolaylığa getirmesidir
Anadolu’nun dört velisinden biri sayılan Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan bölgesinin Nişabur şehrinde 13’üncü yüzyılın ilk çeyreğinde dünyaya gelir. Çağdaşları Mevlânâ Celaleddini Rumî ve Şemsi Tebrîzî gibi Anadolu’ya doğru yol alan Hacı Bektaş-ı Veli, kendisini izleyenlerle beraber Anadolu’yu yurt beller. Hoca Ahmet Yesevi’nin misyonunu taşıdığı Anadolu’nun manevi mimarlarından biri olma durumuna yükselir. Onun tarihi misyonu; İslam’ı eski Türk inançlarının süzgecinden geçirerek göçebe ve yarı göçebe Türk boylarının anlayabileceği ve hazmedebileceği bir kolaylığa getirmesi olarak görülebilir.
Baba İlyas ve Baba İshak ayaklanmalarından sonra oluşan sükûnet ortamında Suluca Karahöyük (Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi) adlı beldeye yerleşir. “Eline,
Ateşin sıcaklığı düşer havaya, suya ve toprağa. Ateş varlığını havaya borçludur, su ateşe düşman gibi görünür, toprak ateşe yurt olurTabiatın takvimi her yıl kendisini tarihi takvimdeki olaylar gibi tekrar eder. “Cemre” uzun kış mevsiminden sonra insanların özlemle beklediği bahar mevsiminin ilk habercisidir. Üç zamanlıdır cemre. İlkin havaya, bir hafta sonra suya düşer. Suya düşmesini takip eden yedinci günde de toprağa düşerek ısıtmaya başlar her yanı.
Cemre; sıcaklık, ateş anlamına gelir. Önce havaya düşünce ısıtır havayı, kırılır zemheri soğuklarının şiddeti. Ateş üstünlük sağlar havaya bir anlamda. Havanın kış boyu soğukluğundan nasibini alan su da buz kesilmiştir çoğu yerde. İnsana ve tüm canlılara yakın olan su, bu haliyle uzak kalmıştır kendisine ihtiyaç duyanlara. Ateşin havaya galip gelmesinin ardından su kana kana bekler ateşin kendisine ulaşmasını. Nihayet havayı yendikten sonra ateş suya kavuşur, sarıp sarmalar; adeta gökten düşer suya ve kırar üzerindeki donları, buzları. Böylece söze, dile gelen su kavuşur
Sevgili olan, sevgili kalabilmeyi başaran ve yolları ayrılsa bile birbirlerini sevgiyle hatırlayabilme erdeminde olanların Sevgililer Günü’nü Anadolu’dan bir aşk söylencesiyle kutlamak isterim.
Latin yazar Apuleius’un “Başkalaşımlar” adlı eserinde anlattığı “Eros’la Psykhe” masalının kahramanlarından “Ruh” anlamına gelen Psykhe güzeller güzeli bir kızdır. O denli güzeldir ki bülbüller onun güzelliğini dile dökmekte güçlük çeker, çiçekler Psykhe’den yayılan mis kokuları kıskanırlardı. Lakin hiçbir şey ve hiç kimse Afrodit kadar Psykhe’yi kıskanamazdı; çünkü aşk ve güzellik tanrıçası, en güzel olma vasfını hiç kimseyle paylaşmazdı. Üzerinde “En güzele” yazılı elmayı Paris’ten almasıyla güzelliği tescillenen Afrodit, Psykhe’den nefret ederdi!
Aşk tanrıçasının biricik oğlu Eros’un altın ve kurşun uçlu okları vardı. Eros, kimleri birbirlerine âşık etmek isterse altın uçlu oklarıyla onları
Kuzey Ege’nin en görkemli şehri elbette Bergama’dır. 2 bin 300 yıl önceki dünyanın anıtsal şehridir BergamaAnadolu’nun her yerinde derinleşiriz. Anadolu’yu Anadolu’dan dinleriz ve nihayetinde her defasında olduğu gibi yöneldiğimiz Anadolu’nun Ege’sidir. Kuzey Ege’nin en görkemli şehri elbette Bergama’dır. 2 bin 300 yıl önceki dünyanın anıtsal şehridir Bergama. Helenistik Dönem kralı Lysimakhos, bütün servetini henüz bir şehir görünümünden uzak ve adı Pergamon olan Bergama’da muhafaza etmektedir. Kralın ani ölümünden sonra, hazinesini korumakla görevlendirdiği Philetairos’a yaklaşık 6 bin talent değerinde son derece önemli bir servet kalır. Ve gözlerden ırak bu yerleşke, neredeyse tüm hazinenin imar faaliyetlerine aktarılmasıyla tarih sahnesine çıkmaya başlar. Çocuğu olmayan Philetairos, kardeşinin aynı adlı oğlu I. Eumenes’i evlat edinir. Onun ölümünden sonra yerine geçen I. Eumenes, M.Ö. 261 yılında Sardes (Sart) yakınlarında Selevkos Krallığı ile yaptığı
Gündelik hayatımıza giren, sık veya ara sıra da kullansak her kelimenin bir kökeni bulunur ve onların ulaşılabilen öyküleri, bizleri gizemli bir yolculuğa çıkarır
Hayatımızın içerisinde yer alan pek çok eşyanın ve birtakım kelimelerin etimolojisi (köken bilimi) üzerine bir yazıyla yeniden iyi pazarlar diliyorum sizlere.
Daktilo ile başlayalım. Tanrıça Reha, doğurduğu bütün bebeklerini bir çırpıda yutan kocası Kronos’tan yeni doğuracağı bebeğini kurtarmak için Girit Adası’na kaçar ve burada Dikte Mağarası’na sığınır. Doğum anında bebeğin ağlamasını duyar korkusu ve endişesini yaşayan Reha, doğum sancılarıyla acılar içinde elleriyle toprağı tırmaladığı sırada, parmaklarından “daktil” adı verilen küçük yaratıklar (parmak adamlar) peydah olur. Ve daktillerin anında kopardıkları gürültü sayesinde Reha’nın doğum sancıları Kronos tarafından duyulmaz ve tanrıça bebeğini doğurur. Bebeğe Zeus adı verilir ve daktillerin sayesinde bu genç tanrı, babası Kronos tarafından yutulmaktan kurtulur. Bu mitsel anlatıda
Şayet günümüzde sonu ölümle biten kadına şiddet vakaları varsa bu sorunun temel kaynağı, insanlığın tarihi ve inançların Yaradan’dan ne kadar uzak olduklarıyla ilintilidir
İnsanlığın uygarlaşma serüveni (tarihi) boyunca kadınlar, önce doğurganlığı akabinde besleyici rolleriyle kutsal bir konumdayken, çağdaş denilen şimdiki zamanda, toplum hayatının dışına dinsel gerekçelerle itilmişlerdir. Kadına şiddet, sadece fiziki anlamda düşünülmemelidir; sosyal hayatın her alanında kadınların özgürlüklerini ne gerekçeyle olursa olsun dar sınırlarla belirleyen tüm düşünce ve uygulamalar, ilkel düşünce yapısının en temel göstergesidir.
İnsanlığın yaratıcısı olan yüce Yaradan nezdinde kadın erkek diye bir kategorize yokken, nasıl oluyor da kadından hiçbir farkı olmayan ne fazla ne de eksik tarafı bulunan erkekler, kadınlara yüz yıllardan beri bu zulmü ediyor? Bunun tek bir cevabı vardır: Kutsal kitabı okuyup ama anlayamayan cehalet.
İlk Çağ’dan günümüze kadar hemen hemen bütün kültür ve
Yurdumuzun her yerinde yaşlı, bakıma muhtaç her kim varsa; onların en yakınında bulunanlar, birer Darülaceze gibi onlara destek olmalıdırlar
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda, yaklaşık 600 yıl dünya siyasi, ekonomi ve askerî tarihine yön veren Osmanlı İmparatorluğu en ağır yenilgilerinden birini alır. Bu savaş “93 Harbi” diye bilinir ve yaygınlıkla aynı isimle anılır. Bu savaştan kısa süre sonra da asıl büyük yıkım olan Birinci Balkan Savaşı’nda, Edirne dahi Osmanlı topraklarından çıkar. Küçük Balkan devletleri, Osmanlı’dan kopardıkları yerleri aralarında paylaşırken çıkan sorundan iyi yararlanan Enver Paşa, manevi başkentimiz Edirne’yi yeniden Osmanlı topraklarına katar.
93 Harbi sırasında alınan ağır yenilgiden sonra başta Bosna olmak üzere birçok Balkan şehir ve kasabalarından ana kara olan Anadolu’ya yaklaşık 400 bin göçmen gelir. Büyük bir sefalet içinde ve psikolojik yıkım altında anayurda gelen bu insanlar arasında yaşlı, bakıma muhtaç çok sayıda insan için devrin padişahı II. Abdülhamid Han