BİR ay sonra okulların kapanmasıyla birlikte 15 milyon öğrenci sokaklara dökülecek. Tatil, az buz değil. Tam üç ay...
Üç ay boyunca çocukları evde tutmak mümkün değil. Sokağa çıksa oyun oynayacak, spor yapacak alan yok. Birkaç yüz bin öğrenciye hitap eden yaz okulları ise cep yakıyor.
Uzun yaz tatili, çocukları okuldan soğuttuğu için çağdaş ülkelerin hemen hemen hiçbirinde itibar görmedi. Ortalama tatil süresi çoğunda 1 - 1.5 ay. Onun da bir bölümü eğitimin devamı olarak çeşitli etkinliklerle geçiyor. Öğrencilerin okulda oldukları saatler kadar, okul dışı zamanlarıyla da yakından ilgileniyorlar. Çünkü bu durumu da, eğitimin bir parçası olarak görüyorlar...
Bu yaz okulların kapanmasıyla birlikte büyük bir gerginlik yaşanacak. İlk sinyaller şimdiden gelmeye başladı. Önceki gün yazdığım "TBMM'deki kutsal ittifak" da yangına körükle gidiyor.
Uzun yaz tatilinde yapacak başka bir aktivite olmadığı için pek çok aile çocuğunu hem oyalansın, hem de bir şeyler öğrensin diye Kuran kursuna gönderiyordu.
TBMM'deki muhafazakar kesim, 8 yıllık kesintisiz eğitim yasasını hala hazmedebilmiş değil. Her fırsatta yasayı delmek için güç birliği içindeler.
Zorunlu eğitim yasasının 18 ağustos 1987'da yasallaşmasından hemen sonra, Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuran Kursları Yönetmeliği'nin 4. maddesinde değişik yapmaya yönelik bir yönetmelik hazırlayarak aynı hafta içerisinde yürürlüğe koydu. Bu yönetmelikten amaç, TBMM'nin reddetiği 4. maddeyi, yönetmelikle uygulamaya sokarak, 8 yıl yasasını daha uygulama geçilmeden delmekti.
Ama, yürürlülükte kalma süresi uzun sürmedi. İlköğretim 5. sınıftan itibaren öğrencileri Kuran kurslarına yönlendiren bu takiyye yönetmelik Danıştay tarafından 1 şubat 98'de iptal edildi. Gerekçe çok açık: 1)Anayasa'ya aykırı, 2)Milli Eğitim Temel Kanununa aykırı, 3)Tevhid-i Tedrisat Kanununa aykırı.
Ama bu iptal kararı, TMBMM içindeki kutsal ittifakçıları yıldırmadı. DYP, Fazilet, MHP ve ANAP, sanki Danıştay sözkonusu kararı iptal etmemiş gibi arka arkaya, adeta birbirleriyle yarışırcasına yeni kanun teklifleri
YÜKSEKÖĞRETİMİN, daha doğrusu gençliğin sorunlarını günlerdir yazıyoruz. Üniversiteye giren, giremeyen, mezun olan hepsi bin pişman. Sorunlar çözülmez mi, elbette çözülür. Ama el birliğiyle...
Hemen her konuda şuralar, sempozyumlar, üst düzey toplantılar yapılıyor. Ama gençliğin sorunları bir türlü ele alınmıyor. Gençler perişan, aileler mutsuz, trilyonlar havaya gidiyor, üniversiteler dökülüyor, diplomalı işsizlerin sayısı her geçen gün artıyor ama, sorunla ilgilenen maalesef yok.
Gelecek hafta, Gençlik Haftası. 19 Mayıs da, gençlerin bayramı. Örneğin gelecek hafta içerisinde Cumhurbaşkanı Demirel, gençlerle ilgili tüm yetkilileri bir araya toplayarak, "Gençlerimizin moralini bozan sorunlara acil çözüm getirin" talimatı veremez mi?..
Bu toplantıya kimler katılabilir? Örneğin: Başbakan, parti liderlerinin tümü, Genelkurmay Başkanı, Milli Eğitim Bakanı, gençlikten sorumlu Devlet Bakanı, Çalışma Bakanı, Maliye Bakanı, DPT Müsteşarı, YÖK Başkanı, işçi, işveren, meslek odaları temsilcileri, Üniversitelerarası Kurul Başkanı, YURTKUR
2000'li yıllarda en değerli hazine bilgi olacak. Daha çok, daha iyi eğitim alan kişi ve toplumlar, diğerlerinden bir adım daha önde olacak. Bu yüzden, çocuklarımıza bırakacağımız en iyi mirasın eğitim olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Aslında son yıllarda Türkiye eğitimin önemini keşfetti. Eğitim sektörüne akıtılan katrilyonlar bunun bir göstergesi. Ama bu kaynaklar ne kadar verimli kullanılıyor? İşte tartışılması gereken konu bu.
En büyük eksiklik, sağlıklı bir eğitim politikamızın olmaması. Ortalama 1.5 yılda bir Milli Eğitim Bakanı değişiyor. Üstüne üstlük, bırakın farklı partileri, aynı partiden peş peşe gelen bakanlar bile birbirinin yaptığını bozuyor. Bu yüzden de en önemli unsurlardan biri olan istikrar bir türlü yakalanamıyor.
Yapılan araştırmalara göre, iyi diye daha uzaktaki okullara gitmek için harcanan paralar, en yakındaki okullar için harcansa, kısa sürede çok daha iyi sonuç alınabilir ama, olmuyor. Yine aynı şekilde dershane ve yurtdışına harcanan paralar, akıllı projelerle yükseköğretim kurumlarına
CUMHURBAŞKANI Demirel, Başbakan Yılmaz ve diğer liderler, katıldıkları her toplantıda Türkiye'nin öncelikli meselesinin "eğitim" olduğunu söylüyorlar. İşte kendilerine fırsat: Eğitimin, bu dönemde, artık kangren haline dönüşen giriş sınavlarından daha büyük sorunu yok. Çözsünler bu sorunu, tarihe geçsinler.
Giriş sınavları yüzünden eğitim sistemimiz felç oldu. Öğrenciler okul yerine dershanelere yöneldi. Kaynaklar daha iyi eğitim için değil "manyakça" bir yarış için tüketildi, tüketilmeye de devam ediyor.
Üniversiteye giriş sorunu 20 yıl önce de vardı, şimdi de var. Üniversite önündeki yığılma azalacağına giderek artıyor. Batılı ülkeler, gençleri yükseköğrenim görsün diye teşvik ederken, biz önlerine engel çıkartmaktan öte hiçbir girişimde bulunmuyoruz.
Yükseköğrenimde okullaşma oranı açıköğretim hariç yüzde 17'lerde. Oysa Avrupa ortalaması yüzde 45'lerde, ABD, Kanada, Japonya gibi bilgi toplumlarında ise yüzde 70'in üzerinde. Üstelik eğitimin kalitesi de bizdekinden çok daha iyi.
Son 20
TÜRKİYE'de bu haftanın en çok konuşulan konusu, kuşkusuz üniversite seçme sınavı ÖSS olacak. Bir milyon 318 bin ailenin gözü, kulağı dün sınav sonuçlarındaydı. Yüz binlercesi sevindi. En azından ikinci basamak sınavı için vize almışlardı. 700 binden fazlası ise, maalesef bu yarıştan koptu. Hayallerinin gerçekleşmesi bir başka bahara kaldı.
Onlardan biri olmak gerçekten çok zor. Dün pek çoğuyla telefonda görüştük. Teselli etmeye çalıştık ama nafile. Ateş düştüğü yeri yakıyor...
Her şeyden önce ÖSS ve ÖYS'nin bir sıralama sınavı olduğunu hatırlattıktan sonra, bazı ilginç analizler yapmak istiyorum:
Söz konusu sınavlar öğrencilerin başarılı ya da başarısız olduğundan çok, sıralama yapıyor. Örneğin, adayların tamamı 100 üzerinden 100 puan alsa bile, ÖYS sonunda bir milyondan fazlası yine elenecek. Çünkü kontenjan yok. Yani kazanan çalışkan, kaybeden başarısız demek çok zor. Örneğin şampiyon öğrencilerden Burak Bal ile Onur Kaya'nın puanları aynı. Her ikisi de 179.696 puan aldı. Aynı şekilde aşağılara indikçe aynı puanı alan öğrenci
ATETÜRK ve arkadaşları, Cumhuriyet'in ilanından hemer sonra, modern Türkiye için atılıma başlarlar. Öncelikli konularının başında eğitim gelir. Tevhid - i Tedrisat Kanunu ile, önce tüm okulları tek çatı altında toplayarak medreselerin karanlığından kurtulurlar, ardından da harf inkılabı ile çağdaş eğitim standardını hedef alırlar.
Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin olanakları sınırlıdır. Anadolu'yu bir ağ gibi saran yabancı misyoner okulları da rahatsızlık vermeye başlar. Okulları kapatmak ya da gidişi önlemektense onların karşısına daha iyi eğitim veren özel eğitim kurumları açma fikri doğar. Türk Eğitim Derneği (TED) 70 yıl önce işte böyle bir arzuyla, eğitime gönül verenlerin desteğiyle, Ankara'da kurulur. İlk başkanı İsmet İnönü'dür. Önce Ankara'daki TED Koleji açılır. Ardından da bu yıl 40. kuruluş yıldönümünü kutlayan Zonguldak TED Koleji ve diğerleri gelir.
40. yıl etkinlikleri çerçevesinde verilen "Son Beş Yılda Eğitime En fazla Katkıda bulunanlar" ödülünü almak için hafta sonu Zonguldak'taydım. Her yönüyle farklı bu şirin kentimizi ve TED Koleji'ni yakından tanıma
ÜNİVERSİTELERDE türban konusu eylül ayında oldukça baş ağrıtacağa benziyor. Eğer şimdiden yeterince tartışılmaz ve kamuoyu yetirince bilgilendirilmezse, suni gerginliklere bir yenisi daha eklenir.
Oysa artık yeni öğretim yılında öğrencilerin de, öğretim üyelerinin de, velilerin de beklentisi huzurlu eğitim.
Aslında çok daha önce yapılması gereken şimdi yapılıyor. ÖYS kılavuzlarında, öğrencilere kılık kıyafet yönetmeliği hatırlatılarak, üniversitelere türbanla girilemeyeceği uyarısı yapılacak. Kayıtlar sırasında da türbanlı fotoğraflar kullanılamayacak.
ÖYS'de ise türban konusunda bir sınırlama yok. YÖK Başkanı Gürüz bu konuda "Henüz öğrenci statüsü kazanmadıkları için üniversite giriş sınavlarında bir sınırlama getirmemiz mümkün değil" diyor.
Yeni duruma göre öğrenciler bir tercihle baş başa bırakılıyor. Eğer üniversitede okumak istiyorsan, derslerde kılık kıyafet yönetmeliğine uymak zorundasın. Bunu kabul ettiğini de kayıt aşamasından itibaren göstermelisin deniliyor.
&n