TÜRKİYE'de güzel şeyler de oluyor. Bunlardan biri de dün Adana'daydı. İlk ve ortaöğretimde fen ve fizik eğitimi tartışıldı. Fizikçilerin böylesine duyarlı bir kitle olduğunu, bir vakıflarının, dergilerinin ve kendilerini sürekli yenileyen hizmet içi kurslarının bulunduğunu öğendim. Sevindim. Keşke diğer öğretmenler de bu kadar mesleklerine sahip çıkabilseler diye iç geçirdim.
Türk Fizik Vakfı tarafından, Çukurova Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleşen Fizik Kongresi'nde Fizik öğretiminin sorunlarının yanı sıra, genel eğitim porblemleri de uzun uzudayı ele alındı. Sempozyum bugün de çeşitli oturmlarla devam ediyor.
Benim katıldığım panelde okullarda fen ve fizik öğretiminin sorunları tartışıldı. ODTÜ, Boğaziçi, Çukuroava Üniversitesi'nden öğretim üyeleri ile MEB'den yetkililer vardı. Gerek sabahki bilgilendirici oturumlarda, gerekse öğlenden sonraki tartışmalarda çarpıcı noktalar ele alındı. İşte onlardan bazılar:
. Ders kitaplarında büyük sorun yaşanıyor. Çok yanlış var. Öğrencinin ilgisini çekmiyor. 8 yıla yönelik kitaplar
CUMHURBAŞKANI "Demirel", cumartesi günü 2. Bilim Şenliği'nin açılışında söylediklerinin inandırıcılığından şüphe etmiş olacak ki, "biz burada kendimizi mi kandırıyoruz"? deme gereğini hissetti. Pek çok kişi gibi ben de oğlumla birlikte büyük bir heyecanla Bilim Şenliği'nin açılışına gittim. Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Sonuç tam bir felaket. Ortada hazır olan bir şey yok. "Ancak üç - beş gün sonra tam anlamıyla hazır hale gelir" dediler. O halde niye açıldı? Cumhurbaşkanı, kurdele kesmekten öte detaylarla niye hiç ilgilenmedi? Evet Sayın Demirel, hem kendinizi, hem de bizi kandırıp duruyorsunuz. Sizi televizyondan izleyenlerin detaylardan hiç haberi olmuyor. Eminim sizin de olmuyor. Sizin için önemli olan kameralar. Kurdeleyi kesip, bir de nutuk attınız mı, göreviniz tamamlandı sanıyorsunuz. Günde 8 - 10 etkinliğe katılacağınıza zamanınızı biraz da detaylara ayıracak şekilde planlasanız çok daha iyi olmaz mı?.. Cumhurbaşkanı'nın açılışlarda bir görünüp, hemen kaybolması moral açısından inanın yarardan çok zarar getiriyor. Dört
MİLLİ Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın inadı yüzünden 25 bin lise 1 öğrencisinin, aktif öğrencilik hayatı sona erdi. Tek hataları, sınıfta kalmaktı...
Eğer her hata yapan kapı önüne konulsaydı, şu anda Türkiye'yi yönetenlerin hiçbirinin o makamlarda oturmamaları gerekirdi. Ama söz konusu öğrenciler olunca, tepelerine biniliyor, sokağa atılıyor...
Milli Eğitim Bakanlığı, özellikle Bakan'ın inadı yüzünden, mahkeme kararlarına rağmen öğrencileri okullarına devam ettirmedi. On binlerce aile bu yüzden üzgün, kırgın...
Öğretim yılının sonu yaklaşıyor. Aynı mağduriyetlerin bu yıl da yaşanmasını istemiyoruz. Geçen yıl, öğretmen, öğrenci, veli ve okul idareleri, öğrencilerinin bu duruma düşmesinden büyük üzüntü duydu. Onlar her zamanki gibi kararın yumuşatılacağını, yapılan sınavların geçerli sayılacağını bekliyordu. Olmadı...
Şimdi yine aynı sahneler yaşanmasın! Öğrencinin sınıfta kalıp, kalmayacağına politik irade değil, öğretmenler karar versin. Ama sonuçlarını da düşünerek... Öğrenciler de, en kötü
ÖZEL Türk ve yabancı okul başvuruları bu akşam sona eriyor. Ama hala pek çok kimsenin başvuruların başladığından haberi bile yok. Kaçıncı sınıf öğrencileri sınava katılacak, o bile tam anlaşılmış değil. Bugüne kadar 5. sınıf öğrencileri giriyordu. Oysa şimdi 8. sınıflar yarışacak ama, iyi duyurulmadığından olsa gerek onlar da farkında değiller. Gerçi olsa ne olacak? Başvurular beşe mi katlanacak hayır. Sadece biraz daha artar o kadar...
Anadolu liseleri ve kolejlerde yeni dönem, sorunları da beraberinde getirecek. Örneğin yabancı dil konusu, ilköğretimden liseye geçiş, dershaneye kaçış nasıl halledilecek? Hala açıklığa kavuşmuş değil.
Hele hele ücretler, giderek caydırıcı boyutlara ulaşıyor. Devletin de, özel okul sahiplerinin de, eğitimi bir kazanç kapısı olarak görmesi, ücretlerin her yıl ikiye katlanmasına neden oluyor. Enflasyonun böylesine tırmandığı bir ortamda, ücretlerin aşağı çekilmesi için özel okul sahipleri, Ankara, İzmir ve Mersin'deki kolejleri yakın incelemeye alabilir, devlet de vergi oranlarında indirim yapabilir. Yoksa bu okullara giden öğrenci sayısı
EĞİTİM ve öğretim dar kalıplara, ideolojilere, teknolojik saplantılara ve çıkar hesaplarına sığmayacak kadar ciddi bir olay. Birey açısından olduğu kadar, toplumsal açıdan da eğitilmiş insan gücü, bir ülke açısından en büyük değer.
Bilim ve bilim adamları nadide bir çiçek gibidir. Sadece paraya değil, özgür ve saygın ortama, her şeyden de önemlisi zamana ihtiyaçları vardır. Şipşakçı anlayış onlara göre değildir. Koruyucu, kollayıcı, teşvik edici bir yaklaşım ararlar...
Türkiye bilim ve teknolojiyle çok geç tanıştı. Üretmekten çok, transfer etti ya da kopyaladı. AR - GE laboratuvarları son yıllarda kurulmaya başladı. Ama, kısa sürede pek çok alanda önemli mesafeler kaydettik. Avrupa kalite ödüllerini alan firmalarımız, dünya devleriyle yarışan markalarımız oldu.
Eğitimde geldiğimiz nokta ise, kişi başına düşen 3.6 yıllık bir eğitim süresi, yüzde 17'lik yükseköğretimde okullaşma oranı ve sayıları giderek artan çağdaş eğitim kurumları.
Son günlerde "eğitim 2000" diye bir sürü proje ortalıkta
YILLARIN röportajcısı Özcan Ercan, bayram öncesinde, MGK raporlarıyla gündeme gelen Fethullah Hoca ile Milliyet için bir röportaj yaptı. Gazetede okuduk...
Sanıyorum arife günüydü. Televizyon kanalları arasında dolaşırken, bir de ne göreyim bizim Özcan'la Fethullah Hoca'nın röportajı yayınlanıyor. Hoca atıyor, tutuyor, herkese meydan okuyor. Bu arada uzun uzadıya fakirlik edebiyatı yapıp, papyonlu garsonların hizmet ettiği çok katlı bir saray yavrusunda yaşamını sürdürüyordu. Kamera bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyor. Arada bir de Özcan'ı enseden gösteriyordu.
Özcan'ın deplasmanda olduğu her halinden belliydi. Hoca, ara sıra yanındakilere dönüp söylediklerinin teyidini alıyor ve bozuk plak gibi aynı hikayeleri anlatıp duruyordu.
İzlerken, B>Milliyet için yapılmış bir röportaj, nasıl olur da Samanyolu'nda yayınlanır diye kafamdan bin tane soru geçti. Öyle bir hava verilmişti ki, Özcan, sanki o röportajı Milliyet için değil, Samanyolu için yapmıştı...
Araya bayram tatili girdi ve bu arada Özcan yurt
Enflasyon, terör, cehalet, trafik ve ardı arkası kesilmeyen kısır siyasi çekişmeler. Türkiye'nin gündemini bunlar oluşturuyor. Liderler, ne kadar iddialı laflar etseler de, ne enflasyon düşüyor, ne de trafik kazaları azalıyor...
Geçtiğimiz hafta Karne'de, "Kronik hale gelen enflasyon nasıl düşer?" diye ortaya bir soru atmış ve "Siz neler öneriyorsunuz?" demiştik. Çok ilginç öneriler geldi. Emekli Oya Yalçın'ın ki, biraz farklı. O, kafayı milletvekillerine takmış. Sanıyorum, pek çoğunuzun duygularına da tercüman olacak. İşte önerileri:
1. Milletvekili sayısı 300'e indirilsin.
2. Maaşları da yarıya indirilsin. Onlar da vatandaş gibi kıt kanaat geçinmeyi öğrensin. Belki o zaman halimizden anlarlar.
3. Görevlerinden zaman ayırarak düğün, nikah ve açılış törenlerine devletin parasıyla uçmasınlar.
4. Meclise üç gün, en fazla bir hafta devam etmeyen, çalışmaları akasatan milletvekilleri, 657 sayılı devlet memurları gibi müstafi sayılsın. En azından gelmedikleri
ATATÜRK, ülkenin geleceğini, en zinde güç olarak gördüğü gençlere emanet etti. Oysa gençliğin durumu ortada, bırakın ülkeyi kurtarmayı, kendi dertlerine düşmüşler...
İnsanın aklına şu soru geliyor: Türkiye'yi yıkmak, Atatürk'e ihanet etmek isteyenler, acaba, onun en çok güvendiği kesimi, yani gençleri harcayarak mı, amaçlarına ulaşmak istiyor?..
Anayasa'ya göre, gençlerin geleceğinden ve her türlü zararlı faaliyetlere karşı korunmasından aileleri kadar, devlet de sorumlu.
Devleti yönetenlerin uyuşturucuya karşı gösterdikleri duyarlılığı ve genç tıp öğrencisi Kanat'ın göz göre göre ölümünü dün ele almıştık. Bugün ise cehalet" boyutuna değineceğiz. Meşhur 58. maddenin, devletin gençleri zararlı alışkanlıklardan koruyacağına ilişkin ilk bölümünden sonraki ikinci bölümü aynen şöyle: "Devlet, gençleri cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır." Cehaleti önlemenin en geçerli yolu, gençlerimizi çağdaş eğitim normlarına göre yetiştirmek. Peki bunu yapabiliyor