SİYASETE atılanların en önemli gerekçelerinden biri de ülkeye ve halka hizmet. Eğer söylediklerinde samimilerse, eğitimden daha iyi bir hizmet alanı bulamazlar. Üstelik bir taşla iki kuş vururlar. Bilgi Çağı'na girilirken İyi bir eğitimle hem vatandaşa, hem de ülkeye en büyük katkıyı sağlamış olurlar.
Dünyanın tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde olduğu gibi, bizdeki son seçimlerde de eğitim ve gençlik, sonucu belirleyen önemli etkenlerden biri olacak. Eğitim ve gençliğe yatırım yapan kazanacak, ciddiye almayanlar, büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Sadece genel seçimlerde değil, yerel seçimlerde de en önemli kozlardan biri yine eğitim olacak. ANAP'ın İstanbul aday adaylarından Ali Talip Özdemir bu durumu ilk fark edenlerden biri oldu. Özdemir seçilmesi halinde İstanbul'da görev yapan tüm öğretmenlere lojman vaat etti. Onun da söylediği gibi katrilyonluk bütçeye sahip İstanbul Belediyesi için her öğretmene bir lojman yapmak, sıradan bir iş ama bugüne kadar düşünülmedi.
Ayrıca İstanbul'da iki milyon öğrenci var. Evet
ÜNİVERSİTE giriş sınavı için geri sayım başladı. Yeni sisteme göre yapılacak tek aşamalı sınav, pek çok sorunu da beraberinde getirecek. Konuya duyarlı veli, öğrenci ve öğretmenler fazlasıyla tedirgin. Ne kadar başarılı olursa olsunlar, haklarının yeneceği kuşkusu içindeler. Onları rahatlatması gereken YÖK, ÖSYM ve MEB'den ise tek satırlık açıklama yok.
2 Mayıs'ta gerçekleşecek olan Öğrenci Seçme Sınavı'nda, hangi tür sorular sorulacağı konusunda hala her kafadan bir ses çıkıyor. YÖK ve ÖSYM'nin, "Daha önceki ÖSS'lerde ne sorulduysa, yine aynı tür sorular sorulacak" şeklindeki açıklamalarına karşın, nereden çıktığı belli olmayan söylentiler öğrencilerin kafasını karıştırmaya yetiyor.
Bu konuda YÖK ve ÖSYM'nin mi, yoksa öğrencileri daha çok çalışmaya zorlayan dershanecilerin mi haklı olduğunu 2 Mayıs'ta göreceğiz...
İçerik konusundaki belirsizlik, en fazla ilk 10 bine oyanayan başaralı öğrencileri etkiliyor. Aileleri, öğretmenleri ve kurs hocalarının en büyük yakınmaları bu konuda. "Sınav kolay olacak açıklamaları, tempolarının
BÜTÜN dünyayı kasıp kavuran grip, ülkemizde de etkisini göstermeye başladı. Kendi olmasa da yakın çevresinde bu salgın hastalığa yakalanmayan yok gibi.
Hastalandığımızda doktora gidecek kadar ciddiye bile almadığımız grip, meğer dünyanın en yaygın bulaşıcı hastalığı imiş. Her yıl dünyada 500 milyondan fazla insan bu kolay yakalanılan ama zor kurutulunulan hastalığın pençesine düşüyormuş.
Ciddiye alınmadığında ölümcül hastalığa da dönüşen gripten, yüzyılın başlarında her yıl 35 - 40 milyon insan yaşamını yitiriyormuş. Henüz nedenleri ve tedavisi tam olarak belirlenemeyen grip, kontrol altına alınmaması halinde ölümcül etkisini göstermeye devam ediyormuş.
Griple nezlenin birbirinden farklı olduğu ve soğuk algınlığının bu hastalıklarla pek bir ilgisinin bulunmadığı da öğrendiklerimiz arasında.
Durduk yerde gribe bu ilginiz nedir diye soracak olursanız. Açıklayayım: Çevremdeki aile yakınlarından iş arkadaşlarıma kadar pek çoğu grip olmuş durumda. Ben ve pek çoğumuzda her an olabilir. Belirtileri
ÜNİVERSİTE adaylarından sonra, fen liseleri adayları da adeta moral çöküntüsü içerisinde. Ama bu kimin umurunda? Bakanın mı, YÖK Başkanı'nın mı? Her ikisinin de biraz olsun öğrencileri düşündüğünü sanmıyorum. Eğer aksi olsaydı, yüz binlerin sesine kulak verirlerdi.
YÖK, bir dayatmayla üniversite adaylarının kazanılmış haklarını gasbetti. Kazanma şanslarını büyük ölçüde azalttı. Lise 1'den itibaren başlatılması gereken sistemi, lise 3 ve mezunları da içine alacak şekilde bir anda uygulamaya koydu. Bu yüzden de daha önceki kurallara göre kendilerini yönlendiren gençler, mağdur duruma düştü.
Şimdi aynı dayatmayı Milli Eğitim yapıyor. Başvuru için 15 gün öncesine kadar Türkçe, Matematik ve Fen Bilgisi derslerinin toplamının 12 olmasını isteyen bakanlık, şimdi her bir dersten en az 4'le sınıf geçme kuralını getirdi. Bu yüzden şu anda bütün dersleri 5 üzerinden 5 olan bir öğrenci bile, 6'ncı sınıfta bir dersi 3 olduğu için sınav hakkını yitiriyor.
Bakın bu konuda bize ulaşan yüzlerce mesajdan birinde Gizem Seyman ne diyor:
&nb
ANKARA Arı Koleji öğrencisi Burcu'nun intiharı, dikkatlerin yeniden gençlere yönelmesine neden oldu. Burcu, kolejli olmasaydı, aynı okuldan peş peşe üç kişi intihar etmeseydi ve daha da önemlisi ölen güzel bir genç kız değil de erkek olsaydı, medyanın ilgisi yine bu kadar yoğun olur muydu? İşte o tartışılır. Örneğin aynı okuldan diğer iki öğrencinin intiharı neden hiç gündeme gelmedi?..
Cinnet salgını gibi, intihar salgını da aldı başını gidiyor. Hemen her gün gazetelerin bir köşesinde Burcu'nunki gibi manşetlere çıkmasa da birkaç intihar haberi görmek mümkün. Çoğunluğu da genç.
Gençleri böylesine umutsuzluğu düşüren ne? Olayların kökenine inmedikçe sağlıklı gerekçeler bulmak mümkün değil.
Aslında intihar noktasına gelmeden önceki aşamalar çok önemli. O noktaya gelinceye kadar gençlerle hiç ilgilenmeyip intihardan sonra ah, vah etmek biraz günah çıkarmak olmuyor mu?
İntihardan önce, örneğin gençler neden tarikatlara, terör odaklarına, uyuşturucuya, fuhşa, şiddet olaylarına giderek artan bir
TÜRK eğitim sisteminin en büyük zaaflarından biri de yabancı dil eğitimi. Nedense bu konuda bir türlü başarılı olamıyor. Yıllardır ne öğretmen açığını kapatabiliyor, ne de üniversite bitirinceye kadar gençlere kendilerini ifade edebilecekleri kadar yabancı dil öğretebiliyor.
Ailelerin bu yöndeki istekleri arttıkça da yeni arayışlar içerisine giriliyor. Bakanlığın bu konudaki son umudu ise sözleşmeli öğretmenler.
14 Ocak tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararına göre, İngilizce öğretmeni açığı, sözleşmeli öğretmenlerle kapatılacak. Bu amaçla 5 bin yeni öğretmen alınacak. İlköğretim okullarında görevlendirilecek bu öğretmenlere günlük 8 milyon lira verilecek. Ancak haftada 4 günden fazla çalışamayacaklar. Yani ayda en fazla brüt 128 milyon lira kazanabilecekler.
Sözleşmeli İngilizce öğretmeni olabilmek için eğitim fakültelerinin İngilizce öğretmenliği bölümünden, diğer fakültelerin İngiliz ve Amerikan dili edebiyatı bölümünden, yabancı diller yüksek okullarının İngilizce mütercim / tercümanlık bölümünden mezun
MİLLİ Eğitim Bakanlığı uzun süredir kendisini 2000 yılına hazırlıyor. Bu konuda peş peşe projeler üretiyor. Dünya Bankası'nın da desteklediği bu yeniden yapılanma projesinin toplam maliyeti 10 milyar dolar. Yani 3.2 katrilyon lira.
Proje hayata geçtiğinde, tam gün eğitim gerçekleşecek ve öğrenciler 30'ar kişilik sınıflarda öğrenim görecekler. Kesintisiz 8 yıllık temel eğitimden tüm çocuklar yararlanacak. Bilgisayar destekli eğitim ve liseyi bitirinceye kadar en az bir yabancı dil, projenin önemli ayaklarından ikisi.
Yeniden yapılanma projesinin iddialı söylemlerinden biri de ezberci eğitimden uygulamalı eğitime geçileceği yönünde. Hatta hayal gibi görünen, sınavsız üniversite modelinin kademeli olarak birkaç yıl içerisinde uygulamaya geçeceği de ısararla vurgulanıyor. Diğer ayrıntılar da dikkate alındığında, eğitimdeki yeniden yapılanma çalışmaları, kaçırdığımızı sandığımız Bilgi Çağı'nı yakalamamıza olanak sağlayabilir.
Umarız bu güzel gelişmeler kısır siyasi çekişmelere kurban olmaz. Ekonomi kökenli Uluğbay'ın milyarlarca
UZUN bayram tatilinde en yaygın iletişim ve eğlence kaynağı, tüm eleştirilere rağmen yine televizyondu. İki hafta daha sürecek olan yarıyıl tatilinin gözdesi de yine televizyon olacak. Çünkü daha farklı seçenekler hem kış koşullarına uygun değil, hem de bu kadar ekonomik ve renkli değil.
Peki böylesine ilgi gören televizyonlar, memnuniyet açısından bakıldığında izleyiciden geçer not alıyorlar mı? Evet demek biraz zor.
Müşteri, yani izleyici hazır olunca televizyonların yeni arayışlar içerisine girmelerine de gerek kalmıyor. Kırk yıllık temcit pilavları bir kez daha ısıtılıp seyircinin önüne kondu. Ben bu filmi, programı, sanatçıyı, belgeseli, eğlence programını daha önce izlemiştim deyip başka kanala kaçsanız da değişen bir şey yok...
TRT, "Televizyon Yayınlarının Türk Toplumu Üzerindeki Etkileri" konulu bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırmaya göre okul çağındaki çocuklar, boş zamanlarının yüzde 77'sini televizyon izleyerek geçiriyor. Oyun çağındaki çocukların oyun için ayırdıkları süre ise sadece yüzde 11. Çünkü oyuncaklara ve