TÜRKİYE seçim sathı mailine girdiğinden beri, adaydan geçilmiyor. Hepsi de afralı tafralı. Sanki onlar belediye başkanı, milletvekili seçildiklerinde Türkiye'nin bütün sorunları çözüme kavuşacak.
Türkiye bugüne kadar vaatlerle yönetildiği için, politikanın yeni yıldızları da sınırsızca vaatlerde bulunuyor. Vaat şampiyonları ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayları. Biri yerinde yönetimden umudu kesmiş ki İstanbul'u bilgisayarlarla uzaydan yöneteceğini ilan ederken, bir diğeri İstanbul'u bir ucundan diğerine bağlayacak dubalar üzerinde yürüyen deniz yolu vaat ediyor. Öbür adaylar daha paketlerini açmadı. Hele bir açsınlar, siz o zaman yarış neymiş görün...
Adaylar; belediye başkanı, milletvekili, bakan hatta başbakan olsunlar. Gönüllerinden ne geçiyorsa arzularına kavuşsunlar. Onlara bir diyeceğimiz yok. Bizim merak ettiğimiz; ülkeye, vatandaşa somut olarak ne verecekleri.
Örneğin eğitim, gençlik ve istihdam konularında ne düşünüyorlar, ne vaat ediyorlar?
Belediye başkanı,
MİLLİ Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu konuşkan çıktı. Hemen her gün bir demecini okuyoruz. Oysa Hikmet Uluğbay'ın konuşması için tam bir yıl beklemiştik.
Uluğbay bilmediği konularda konuşmazdı. Ekonominin ardından eğitime vakıf olması zaman aldı. Tam eğitim adına üretken bir noktaya geldiğinde de Çillerzede oldu. Gerçi başbakan yardımcılığına ve ekonominin patronluğuna yükseldi ama aklının ve gönlünün eğitimde kaldığına inananlardanız.
Hukuk kökenli Metin Bostancıoğlu da Uluğbay gibi Ecevit'in kayıtsız şartsız güvendiği isimlerden birisi. Ondan habersiz bir şey yapması mümkün değil. Ama verdiği ilk görüntü, Uluğbay'a göre daha toleranslı olduğu. Bu nedenle kemikleşen bazı sorunlara çözüm getirebilir.
Örneğin öğretmenlik konusuna. On binlerce öğretmen açığı varken fen ve edebiyat fakültesi mezunlarının öğretmenlik haklarının ellerinden alınmasına dur diyebilir. Yüz milyonlarca lira ve bir yıla yakın zaman harcayarak öğretmenlik formasyonu kursunu tamamlayan üniversite mezunlarının çilesine son verebilir.
&nbs
ESKİ bayramların coşkusunu son yıllarda yakalamak pek mümkün değil. En önemli nedenlerinden ilki her seferinde bir bahane üretilerek uzatılan "ballı tatiller" ise ikincisi de giderek yaygınlaşan tatil kültürümüz.
Televizyonların yaygınlaşmadığı dönemlerdeki Ramazan eğlenceleri ve devamında gelen bayram şenlikleriyle, şimdikiler arasında adeta çağ farkı var...
Önceden eğlenceli akşam ziyaretleri olurdu. Şimdi ise televizyon karşısına geçip kanallar arasında gezinti en büyük lüks. Hele hele büyük şehirlerde bırakın uzak mesafeli gezileri, komşu ziyaretleri bile tarihe karıştı.
Bayramlarda yurtdışı tatiller, eskiden sadece küçük bir azınlığın imtiyazındaydı. Oysa şimdi bir bakıyoruz tatil amaçlı yurtdışına çıkış yapanların sayısı yüz binlerle ifade ediliyor.
Kış sporlarının yapıldığı yerler dışındaki yurtiçi turistik tesisler de kışa rastlayan bayramlardan pek etkilenmezdi. Genelde kapalı olurlardı. Şimdi ise bir bakıyorsunuz Türkiye'nin dört bir yanındaki tatil köyleri, oteller sayfa sayfa gazete
TÜRKİYE'nin dörte bir nüfusu, bugünden itibaren uzunca bir tatile giriyor. Öğretmenlere, öğrencilere, velilere doyasıya bir tatil diliyoruz.
Bu yılki yarıyıl tatilinin öncekilerden farkı, "ballı" oluşu. Bayram tatili ile peş peşe geldiği için öğrenciler tam 23 gün tatil yapacaklar. Umarız, en iyi şekilde değerlendirirler.
Tatilden amaç, öğrencilerin dinlenerek, eksiklerini tamamlayarak ikinci yarıyıla zinde olarak başlayabilmesi. Ama nedense her defasında tatil bittiğinde öğrenciler ne yeterince dinlenmiş, ne de eksiklerini tamamlamış oluyorlar. "Ballı tatil" sonrasında siz sevgili öğrencilerden aynı sızlanmaları duymak istemiyoruz. Bunun için daha ilk günden bir tatil programı yapmakta sonsuz yarar var.
Örneğin, tatil süresince neler yapmak istiyorsanız bir bir kağıda dökün. Dinlenmeye, eğlenmeye, geziye, kitap okumaya, ders çalışmaya hangi zaman dilimlerini ayıracağınızı, nasıl değerlendireceğinizi ayrıntılı bir şekilde düşünün ve tıpkı bir ders programı gibi kağıda dökün.
Bu program yapma
EĞİTİM, gençlik, demokrasi, hukuk gibi etik değerler, reyting uğruna bir kez daha ucuz sömürü kaynağı oldu.
Kadir Çelik'in türbancıların şovuna dönüşen "bi dakka" programlarının ikincisinde de, üniversite sorunları gündeme gelmedi. Ama aşırı uçlardaki öğrencilere, fazlasıyla propaganda olanağı sağlandı.
Kadir Çelik ve arkadaşlarının bu programları yapmaktaki amaçlarının bir avuç politize genç arasında uzlaşma sağlamak değil, aradaki çatışmanın daha da derinleşmesine ortam hazırlamak olduğu da gün gibi ortaya çıktı.
Ancak, olaya "her şeyde bir hayır vardır" mantığıyla yaklaşırsak, iyinin değil de, kötünün nasıl olabileceği konusunda epey fikir sahibi olduk. Bir bir ele alalım:
* Birbirlerini dinlemeye bile tahammül edemeyen militan gençler, bu noktaya nasıl ve nerede geldiler?
* Din gibi kutsal değerleri bile sömürü kaynağı yapan, öğrenci demeye bin şahit isteyen bu militanlar, dinimize göre en yüce kişilerin başında gelen hocalarına karşı gösterdikleri
CUMHURİYET dönemi Türk siyasetine baktığımızda ortaya ilginç manzaralar çıkıyor. Hele bu manzaraya bir de akademik pencereden bakıldığında çevreye ilginçten de öte farklı görüntüler yayılıyor.
Türkiye'yi ilk önceleri Mülkiyeliler yönetiyordu. Sonra Demirel, Özal, Erbakan'la birlikte uzunca süre bir İTÜ dönemi yaşandı. Öteden beri siyasete sıcak bakmayan Boğaziçililer ise Çiller'le şeytanın bacağını kırıp ani bir çıkış yaptılar. Ama arkası gelmedi.
İTÜ'nün boşalttığı mühendis kökenli politikacılar kulvarını ODTÜ'lülerin doldurması fazla uzun sürmedi. Meclis, bürokrasi ve iş dünyasındaki ODTÜ'lülerin sayısı hızla artıyor. Siyasette olmasa bile diğer alanlardaki zirve tutkusunun ne zaman lider çıkarma noktasına geleceği ise merakla bekleniyor...
Bu arada ülkeyi yönetenler ekolünün bir başka ismi ise Harbiyeliler. Onlar da sık sık ülke yönetimine damgalarını vurdular.
Önceki seçimlerde olduğu gibi 18 Nisan seçimleri için de üniversitelerden peş peşe istifalar geldi. Hocalar belli ki yeni Meclis'te
HİKMET Uluğbay'ın son bir haftadır yaşadığı sıkıntıyı, herhalde kimse yaşamamıştır. Hükümet açıklanmasına rağmen hala yoğun bir baskı altında. Bakanlar Kurulu'nun ilanından önce "sakın eğitimi bırakmayın" diye temennilerini dile getirenler, şimdi de "istifa et" diye seslerini yükseltmeye başladılar.
Bu beklentilerin nedeni de, bizzat Uluğbay'ın bugüne kadar sergilediği tutum. Eğitime, demokrasiye, laikliğe, Atatürk ilkelerine, çağdaşlığa sıkı sıkıya bağlı olduğunu samimi bir şekilde gösterdi. İrticayla mücadelede politakcı gibi değil, devlet adamı gibi davrandı. Kendisini milli eğitimle öylesine özdeşleştirdi ki, olası bir DSP iktidarında, banko Milli Eğitim Bakanı olarak görülmeye başlandı. Üstüne üstlük bir de Çiller'in dayatması söz konusu olunca, o koltukta oturması daha fazla istenmeye başlandı.
Milli Eğitim'den başbakan yardımcılığına kaydırılınca, bu kez istifa tartışmaları gündeme geldi. Bu beklentinin sorumlusu da yine kendisi. Çünkü 8 yıllık kesintisiz eğitimi Milli Eğitim Şurası'ndan geçiren Milli Eğitim eski Bakanı Turhan Tayan'ı, eğitime değil de lider ve
HELAL olsun Çiller'e! Politika kurdu diye geçinen yılların Demirel'i, Ecevit'i, Cindoruk'u, Yılmaz'ı, Erez'i ve diğerlerini nasıl da hizaya getirdi. Öldü, bitti denilirken Türkiye'nin gündemine nasıl da oturdu ve isteklerini bir bir nasıl da kabul ettirdi...
ANAP ve Fazilet'in dinci tabanına seçim selamı göndermek için laik, Ataürkçü, çağdaş Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın kellesini istedi ve aldı. Adalet ve Ulaştırma bakanlıklarına kendisine yakın isimleri istedi onları da aldı. Her iki ismin de Çiller kontenjanından olduğu ve Özer Bey'e çok yakın kişiler oldukları dün gün boyu tartışıldı.
Adalet Bakanlığı deyip geçmeyin. Yüce Divan'a giden bütün yollar oradan geçiyor...
Bütün bu gelişmeler olurken Demirel, Ecevit, ve Yılmaz, sadece olayları izlemekle yetindi. Yakında bu izleme kervanına Fazilet de katılırsa hiç şaşırmayın. Hele hele bu gidişle DYP seçimlerden birinci parti olarak çıkarsa Türk halkına hiç kabahat bulmayın. Demek ki halk, Türkiye'yi Çiller'e mahkum edenlere daha az güveniyor...
&n