Türkiye'de ilk margarini, ilk deterjanı üreten Henkel - Turyağ, yine bir ilke daha imza atıyor. "Bir firmanın müessese olabilmesi için ticari faaliyetlerinin yanı sıra, Türk halkına sosyal içerikli hizmetler de sunması gerektiğine inanan" Henkel grubu Türkiye genelinde "Temiz Aile, Temiz Toplum" kampanyası başlattı.
Yarının temiz Türkiyesini yaratmak için bugünden harekete geçmenin şart olduğuna inanan grup, Türkiyenin dört bir yanında düzenlediği etkinliklerle temiz ve aydınlık Türkiye arayışını sürdürüyor.
İstanbul, Antalya ve Kastamonu'nun ardından Samsun'da düzenenlenen "Temiz Aile, Temiz Toplum" konferanslar dizisinin bu defaki konuğu bendim. Oldukça kalabalık ve duyarlı bir izleyici kitlesi vardı. Memnuniyetle gördüm ki, Samsun'daki temiz toplum ve daha iyi bir gelecek arayışı, diğer pek çok ilden çok daha farklı boyutlardaydı.
Şikayet ve mazeret üretme yerine bir şeyler yapmak istiyorlardı. Çocukları için yapacakları en iyi yatırımın eğitim olduğunu, temiz ve aydınlık Türkiye yolunun yine eğitimden geçtiğini çok iyi biliyorlardı.
19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'i büyük bir coşkuyla karşılayan, yüreklendiren
Hemen her gün gazetelerde Baba’ya teşekkür ilanları var. Temel atma, açılış, kabul, katılım ya da Cumhurbaşkanı’nın da içinde bulunduğu başka bir etkinlik nedeniyle güya şükranlarını bildiriyorlar. Ama aslında topluma "Bakın Cumhurbaşkanı bizim arkamızda" mesajı veriyorlar. Bu da ister istemez haksız rekabet ortamı yaratıyor. Babayı davet etmek, ağırlamak, hele hele gazetelere tam sayfa ilan vermek her babayiğidin harcı değil. Ayrıca Baba’nın da her çağıranın davetine koşması mümkün değil. Buna ne zamanı, ne de enerjisi yeter. Ama maşallahı var. Dünkü programını görünce, bir kez daha helal olsun dedim ama, bazı endişeleri de aklımdan geçirmedim diyemem.
Bir gün önce İstanbul’da çok yoğun bir günün ardından Antalya’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliev’i ziyaret ettiğini de hatırlattıktan sonra işte dünkü programı:
09.30 - Dünya Enerji Konferansı’na katılım (Hilton Oteli)
11.00 - TOBB Başkanı Fuat Miras ve beraberindeki yönetim kurulunu kabul (Çankaya Köşkü)
11.30 - İhracatçılar Meclisi Başkanı Okan Oğuz ve meclis üyelerini kabul
12.00 - Burdur Valisi Necati Develioğlu ve beraberindeki heyeti kabul
Yeni üniversiteye giriş sistemi, liselerde alan seçimini çok önemli hale getirdi. İlk kez bu yıl uygulanacak sisteme göre, kendi alanıyla, yani liseden mezun olduğu alanla ilgili bir fakülte seçen öğrencinin orta öğretim başarı puanı (OÖBP) 0.5 ile çarpılırken, alan dışı tercih yapan öğrencinin OÖBP 0.2 ile çarpılacak. Örneğin Fen / Matematik bölümünden 60 ortalamayla mezun olan bir öğrenci ÖSS / Sayısal puanıyla öğrenci alan bir fakülteye girdiğinde 60 x 0.5 = 30 puan alırken, aynı öğrenci ÖSS / Sözel puanıyla öğrenci alan bir başka fakülteye yöneldiğinde 60 x 0.2 = 12 puan alacaktır. Bir puanda ortalama 10 bin kişinin yer değiştiridiği dikkate alınırsa, alan dışı bir tercihte öğrencinin başarı şansının ne kadar düşük olduğu çok daha iyi anlaşılır.
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, bir öğrencinin üniversiteye girişte başarılı olabilmesi için lise 1'de kendisini iyi tanıması, yüksek not ortalaması tutturması ve lise 2'de doğru branş seçmesi gerekiyor.
Şu anda lise 1'de öğrenim gören öğrenciler gelecek yıl, Türkçe / Matematik, Sosyal, Matematik / Fen, Yabancı Dil, Sanat ve Spor bölümlerinden birini seçecekler.
Öğrencilerin bu
Hükümet kurma çalışmalarında en kilit bakanlık Milli Eğitim. Her üç partinin de farklı hesabı var. Her üçü de biliyor ki Milli Eğitim'i alan 15 milyonluk öğrenci, yarım milyonluk öğretmen ve 20 milyonluk veli kitlesiyle çok daha rahat diyalog kurabilecek.
DSP, MHP ve ANAP, ortak hükümet kurmalarına karşın, Milli Eğitim konusunda, kesinlikle birbirlerine güvenmiyorlar. MHP DSP'yi, DSP de MHP'yi kadroculukla suçluyor. En iyi çözüm gibi görünen ANAP'lı bakan formülüne ise başta ANAP olmak üzere yine üç parti de karşı çıkıyor. ANAP, birbirlerini henüz hazmedemeyen ortakları arasında şamar oğlanına dönmekten korktuğu için, DSP daha önceki ANAP'lı bakanlar döneminde olduğu gibi yine FP ve MHP'ye taviz vereceği için, MHP de DSP'nin etkisinde kalıp Milli Eğitim kapılarını MHP'ye kapatacağı için ANAP'a karşı çıkıyor...
Hükümette üç tür bakanlık var. Birincisi ve siyasiler tarafından en fazla tercih edileni Milli Eğitim, İçişleri ve Köyişleri gibi kadrolaşmaya yönelik bakanlıklar. İkinci kategoride ise rant yönelik bakanlıklar var. Örneğin Enerji, Bayındırlık ve kamu bankalarından sorumlu devlet bakanlıkları gibi. Üçüncü grupda ise suya sabuna
Hafta sonu LES (Lisansüstü Eğitim Sınavı) vardı. Mastır ve doktora yapacakların mutlaka bu sınava girmeleri gerekiyor. N. Erben de bu sınava girecek adaylardan biriydi. Yıllardır bu sınavın heyacanını yaşıyordu. Pazar sabahı bütün belgelerini hazırladı evden çıktı. Sınav salonuna gitti. Sırasına oturdu. Kaleme, silgiye varıncaya kadar her şeyini masaya koydu. Ama bir türlü, evden çıkarken çantasına yerleştirdiği Sınav Giriş Belgesi'ni bulamadı. Sınav başlamak üzereydi. Durumu salon görevlilerine iletti. Uzun süren konuşmalardan sonra sınava girmesi kabul edildi. Çünkü oturduğu sırada, sınav cevap kartında ismi yazıyordu. Diğer kimlik kartlarıyla da o kişinin kendisi olduğunu ispatlamıştı. Gönül rahatlığıyla sınava başladı. Aradan yarım saat geçmemişti ki, gözetmenler geldi ve ÖSYM'den aldıkları talimat doğrultusunda sınavı terk etmesini istediler. Morali altüst oldu. Ne olup bittiğini anlamadan da kendini kapının önünde buldu. Benzer olaylar ÖSYM'nin yaptığı diğer sınavlarda da yaşanıyor. Muhtemelen 6 Haziran'da yapılacak ÖSS'de de gerçekleşecek.
Sınavın güvenirliği elbette önemli. Ama yılda bir yapılan sınavlarda böylesine olağanüstü nedenlerle,
Bazı gazeteler, "Okullar erken kapansın" diye kampanya başlattı. Günlerdir Milli Eğitim Bakanlığı'na söylemedik laf bırakmadılar. Bu arada rehberlik uzmanları, veliler, psikologlar, öğretmenler ve bilumum uzmanlar da okullar niye erken tatil edilmiyor diye veryansın ediyorlarmış. Yapılan haberlerde, bu uzmanların adı sanı yok. Eğer gerçekten varlarsa, ortaya çıksalar da biz de bu derin görüşlerinden biraz yararlansak...
Bugüne kadar eğitim sorunlarıyla pek ilgilenmeyen ama "erken tatil" söz konusu olunca, kampanyalar düzenleyen bu tatilsever meslektaşlarımıza göre, okullar 25 Haziran yerine, 1 Haziran'da kapansa, eğitimin bütün sorunları bitecek. Osmanlı Maarif Nazırı gibi, onlara göre de şu okullar olmasa, çocuklarımız yıl boyunca oh ne güzel tatil yapacaklar. Kardı, yağmurdu, sıcaktı, soğuktu, sınavdı, ödevdi, hiçbir sıkıntı çekmeyecekler, dört duvar arasında sıkışıp kalmayacaklar...
Okulları erken tatile sokmayan bakanlık, tatili geciktirinceye kadar, gidip balık istifi sınıflar, kapalı köy okulları, boş geçen dersler, çağdışı ders kitapları, çocukların ruh sağlığını bozan müfredat programlarıyla uğraşmalıymış. Ha bu arada eğitimde
Seçimdi, hükümet kurma çalışmalarıydı derken pek çok sorun gibi üniversiteler de unutuldu gitti. Hemen hepsinin değişik sıkıntıları var. Örneğin İstanbul Üniversitesi’ni ele alalım. Binlerce öğrenci harcını zamanında yatırmadı diye sınıfta bırakıldı. Bugüne kadar, gecikmeli yatırandan faiziyle birlikte harcı alınırken, şimdi öğrencilerin bir yılı yakılıyor. Hatta bazılarının üniversiteden kaydı siliniyor. Üstüne üstlük birçok üniversitede böyle bir uygulama söz konusu değilken.
Rektör Alemdaroğlu, pek çok konuda duyarlı bir isim. Parasızlık, unutkanlık ya da ihmalkârlık nedeniyle de olsa, sanıyorum öğrencilerin bir yıllarının yanmasına müsaade etmeyecetir. Bir de benim anlamadığım, büyükler ne kadar ihmalkârlık yaparsa yapsınlar onlara hiçbir cezai müeyyide uygulanmazken, öğrencilerin anında cezalandırılması. Örneğin parti liderlerini ele alalım. Seçimlerin üzerinden bir ayı aşkın süre geçmesine rağmen hâlâ hükümeti kuramadılar. Onların hükümeti kurmayı geçiktirmekle ülkeye verdikleri zarar, öğrencilerinkinden milyonlarca kez daha fazla. Onlara hiçbir ceza verilmezken, öğrencilerin canına okunması, gerçekten anlaşılır bir durum değil.
Ateş
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı atama yönetmeliği, öğretmenlerde huzur bırakmadı. Her maddesi tepki yaratıyor. Tıpkı daha önce yayımlanan diğer yönetmeliklerde olduğu gibi...
Örneğin Karedeniz’de görev yapan öğretmenleri ele alalım. Düne kadar zorunlu hizmet bölgesi sayıldığı için o bölgede görev yapan öğretmenler, bir an önce 3 yıllık zorunlu hizmet süresini doldurup farklı bölgelere gitmeyi düşünüyorlardı. Oysa yeni çıkan yönetmelikle Karadeniz, zorunlu hizmet bölgesi olmaktan çıkartıldı ve o bölgede yıllardır görev yapan öğretmenlere, yeniden zorunlu hizmet mecburiyeti getirildi. Bu durumda öğretmenler kızmasın da ne yapsın?
Bir başka gurup ise yine başka bir haksızlığa isyan ediyor. Yönetmeliğin 7. madesine göre, il merkezlerinin dışında bulunanlar, il merkezlerini isterken okul ve kurum adı yazamıyor. Bunun anlamı, torpil bulamadıkları için hep kıyıda köşede kalanlar yine mağdur olmaya devam edecekler. Yolunu bulup kent merkezine tayinini çıkartanlar, hizmet puanları düşük olmasına rağmen kent içi tercihte bulunurken, yıllarını taşrada geçiren kıdemli öğretmenler yine ezilmeye devam edecekler. Şimdi bu duruma isyan etmesinler de