Bugün gençlik bayramı. Ne güzel. Hangi ülke gençliğinin bizim gibi bayramı var? Oh olsun onlara. Ne çocuk bayramları, ne de gençlik bayramları var. Bayramı olmayan gençliğe gençlik mi denir!..
Eh, bu arada gençliğin dağ gibi sorunları varmış. Olsun. Sanki büyüklerin sorunları yok mu? Ayrıca sorunsuz olur mu? Büyüklerimizin şimdi onca işi gücü varken, bayram da olsa, şimdi orataya çıkıp "ne olacak bizim bu sorunlar" demek ayıp olmaz mı?
Şunun şurasında seçimlerin üzerinden daha bir ay geçti. Meclis başkanı seçilmemiş, hükümet kurulamamışsa ne olmuş? Eskiden çok daha kısa sürede mi hükümet kuruluyordu? Şimdi güzel güzel gençlerin bayramını kutlamak varken, eski defterleri karıştırmanın ne alemi var!..
Bakın bugün devlet büyüklerimiz gençleri ne kadar çok sevdiklerini en güzel sözlerle nasıl dile getirecekler. Ağızlarına sağlık. Şimdi güzel güzel pohpohlanmak varken, eski defterleri karıştırmanın ne gereği var.
Tutturmuşlar bir MC, söyleyip duruyorlar. MC'lerle bugünkü gençlerin ne ilgisi var. On binlerce gencin hapse, mezara gittiği o dönemler artık çok geride kaldı. Şimdi, Demirel'in söylediği gibi üzümün çöpünü,
Koalisyon görüşmelerinde en kilit bakanlık Milli Eğitim. Büyüğünden küçüğüne tüm siyasi partilerin gözü bu bakanlıkta. Eğitimin sıkıntılarını çözmeye talip olduklarından mı? Kesinlikle hayır. Bu konuda DSP dışındaki diğer tüm partiler sabıkalı.
70'li yıllardaki MC hükümetlerinden sonra MHP ve RP, zaten Milli Eğitim'in hep içindeydi. Enerjilerini "daha iyi eğitim"den çok, daha yoğun örgütlenme için harcadılar. Yine aynı şekilde üniversitelerde de müthiş şekilde örgütlendiler. Bu konuda MHP'nin RP'ye göre fazlalığı YÖK içerisinde de kilit noktaları eline geçirmesiydi.
ANAP'lı ve DYP'li Milli Eğitim bakanları ile Kemal Gürüz'den önceki YÖK başkanları, MHP ve RP'nin bu konudaki örgütlenmesini hep uzaktan izledi. Eğitimi dış etkilerden korumaları gerekirken, taviz vere vere hem kendilerini bitirme noktasına getirdiler, hem de eğitimin yozlaşmasına neden oldular.
Her ne şekilde olursa olsun, eğitimin belirli grupların altına girmemesi gerekir. Sağcısı da, solcusu da, dincisi de hep aynı. Amaç "daha iyi eğitim" olmadığı sürece alın birini, vurun diğerine...
MHP, türban ve 8 yıllık kesintisiz eğitim konusundaki tavrını net
ÖSS sorularının çalınmasının eziyetini öğrenciler çekiyor. Hırsız elini kolunu sallayarak sokakta geziyor. Soruları koruyamayan beceriksiz yöneticiler koltuklarında oturmaya devam ediyor. Dershaneler ise verdikleri sözü unutarak dersleri askıya aldılar.
Asıl daha önemlisi bir aylık ertelemenin faturası öğrencilere çıktı. Sanki Milli Eğitim Bakanı "liselerdeki dönem sonu sınavları 6 Haziran sonrasına ertelenecek" dememiş gibi, öğrencilerin canına okunmaya devam ediliyor.
Bu konuda veli ve öğrencilere bir dokunun bin ah işitin. Haksız da sayılmazlar. Bütün düzenlerini 2 Mayıs'a göre kurdular. Ödevlerini, sınavlarını, devamsızlık durumlarını hep o tarihe göre ayarladılar. Sorular çalınıp sınav iptal edilince, beklediler ki kendilerini anlayan birileri çıksın. Öğretmenler, okul yöneticileri bu konuda katı mı katı. Belki bakandan bir destek gelir diye gözler ona çevrildi. İlk birkaç gün sakinleştirici, moral verici birkaç söz söyledi, ama onun da arkası gelmedi.
Öğrenciler şimdi sıkıntılı bir ikilem içerisindeler. Okul derslerine yoğunlaşıp liseden mezun olsalar, üniversiteyi kazanmaları tehlikeye girecek. Okul derslerini boşlayıp,
Türkiye'nin kaderini artık türban belirliyor. Seçimlerde en büyük koz türbandı. Hükümet pazarlıklarında da yine en büyük sorun türban. Yıllardır üniversitelerde türban dışında başka konu konuşulmaz oldu. Sokak gösterilerinin odağında da yine türban var. Türkiye'de dönen dolapları bilmeyen biri, dışardan baktığında sanır ki bu ülkenin türbandan başka sorunu yok.
Suni türban krizleri yüzünden Türkiye'nin gerçek sorunları hep gözardı edildi. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bekliyorduk ki Türkiye'yi 2000'li yıllara taşıyacak hükümetin protokolünde ciddi projeler olsun. Ama görüldüğü kadarıyla türban ve 8 yıllık kesintisiz eğitimde tavizin ötesinde ciddi bir şey yok.
MHP de, tıpkı Fazilet Partisi gibi seçim öncesinde türban konusunda büyük vaatlerde bulundu. Yasağı kaldıracağını, türbana özgürlük getireceğini söyledi. Hala aynı şeyleri telaffuz ediyor. Dahası 8 yıllık kesintisiz eğitim konusundaki duyarlılığa rağmen, uygun ortam bulduğunda kaldıracağını hiç çekinmeden dile getiriyor.
MHP'ye tabii ki şans tanınsın. Elbette onlar da vatandaşın isteği doğrultusunda iktidara gelsin. Ama bu deneme süreci REFAHYOL serüvenine dönüşmesin. RP de o
Şu günlerde veliler harıl harıl okul arıyor. Parası olan kolejlerin peşinde, olmayanlar iyi devlet okullarından birine girebilmenin yolunu bulmaya çalışıyor.
Veliler, çocukları için daha iyi bir geleceğin, daha iyi bir eğitimden geçtiğinin artık fazlasıyla bilincinde. Bu yüzden varını yoğunu çacuğunun eğitimi için harcamaktan çekinmiyor. Özel okullardan umudunu kesenler ise iyi bir devlet okuluna giden yolun zor sınavlardan ve etkili bir torpilden geçtiğini çok iyi biliyorlar. Dershanelere akan yüzlerce trilyonun ve torpil olabilecek hemen herkesin kapısının aşındırılmasının nedeni bu. Bu aşamada en yoğun başvurulan kaynaklardan biri de biziz. En çok sorulan soru: Hangi okul daha iyi?
Belli bir okul ismi vermektense, beklentilerini ve seçeneklerini öğrendikten sonra söz konusu okulların artılarını, eksilerini anlatmaya çalışıyoruz. Belli bir okul üzerinde karar kılındıktan hemen sonra ikinci soru geliyor: Peki bu okula nasıl gireriz?..
Yolunu, yöntemini, açıkladıkları kuralları söylüyoruz. Sınav varsa sınavı kazanmalarını, yoksa iyi bir torpil bulmalarını, o da yoksa yüklü bir bağış yapmalarını öneriyoruz.
Her ne
Öğrenci etkinlikleri çerçevesinde dün Trakya Üniversitesi'nin konuğuydum. Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli ile birlikte 14 ilçede 20 binden fazla gence yükseköğrenim olanağı sunan Trakya Üniversitesi, pek çok açıdan geniş imkanlara sahip. Her şeyden önce Edirne'nin hoşgörülü sosyal ortamı, başka illerden gelenler için altı çizilecek önemli bir avantaj.
Önce ben konuştum, sonra öğrenciler. Meğerse ne kadar dolularmış. Göze çarpan en çarpıcı nokta bu. Üniversite yönetimiyle sanki aralarında kalın bir duvar var. Bir telefonla ya da birkaç dakikalık görüşmeyle çözülebilecek sorunlar canlarını sıkar noktaya gelmiş. Bir yandan "üniversite sorunlarımıza ilgi göstermiyor" derken, öte yandan öğrenci temsilcilerinin belirlendiği seçimlere ilgisiz kalıyorlar.
Rektör Prof. Dr. Osman İnci de bu konuda dertli mi dertli: "Aday olacak öğrenci bulamıyoruz. Seçimlere katılım en fazla yüzde 35. Üniversite yönetim kurulu toplantısına çağırıyoruz, gelen yok" diyor.
Sorunlar samimiyetle ortaya konduğunda, yaklaşım da samimi oluyor. Bir ara söz dönüp dolaşıp türbana geldiğinde, rektörün söyledikleri tüm Türkiye'nin kulağına küpe olacak cinstendi:
Çağımız tanıtım çağı ama pek çok kimse hala bunun farkında değil. Dünyanın en iyi ürününü de üretseniz, en iyi hizmetini, en iyi eğitimini de verseniz, eğer kendinizi iyi tanıtamıyorsanız yeterince alıcınız olmaz. İyi bir prestij ve iyi bir vizyon için kaliteli bir ürün kadar iyi bir tanıtım da çok önemli...
Diğer ürünlerin tanıtımı bir yana eğitim sektörümüz bu konuda tam bir kısır döngü içerisinde. El alem dünyanın öbür uçundan gelip kendi öğretim kurumlarını tanıtırken, bizimkiler sadece izlemekle yetiniyorlardı. Neyse ki yeni yeni eğitim fuarları düzenlenmeye başladı...
Batılı üniversitelerde tanıtım ve pazarlama ofisleri, akademik birimler kadar önemli. Bir yandan sundukları eğitim olanaklarını, iyi şekilde tanıtarak ilgiyi artırırken, öte yandan da bir tek kontenjanın bile boş kalmaması için yatak pazarlayan turizmcilerden daha profesyonel davaranıyorlar. Böylece bir taşla birkaç kuş birden vuruyorlar.
Hem popüler hale geldikleri için en iyi öğrencilerin ilgi odağı haline geliyorlar, hem de mevcut eğitim olanaklarını en iyi şekilde değerlendiriyorlar.
Tabii bizde üniversitelerin tüm geliri devletten olduğu için
Din, türban, Atatürk, laiklik, milliyetçilik, çağdaşlık, Alevilik vb. pek çok konuda istismara fazlasıyla alışmıştık. İstismarcılığı ilke haline getirenlerin son zamanlarda dört elle sarıldıkları yeni konu ise bilim oldu.
İlimle, bilimle uzaktan yakından ilgileri olmayan bu kronik istismarcılar, yine kendileri gibi kronik istismarcı olan sözde bilim adamlarının, sözde bilimsel çalışmaların arkasına saklanıyorlar.
Hasan Ağabey'in (Pulur) yazdığı gibi kronik istismarcıların, numaralı cumhuriyetçilerin sözde entelektüellerin, kara çarşaflıların, kara kafalıların tek hedefi var, o da bir türlü içlerine sindiremedikleri laik Türkiye Cumhuriyeti.
72 üniversite rektörünün, üniversite senatolarının, bilim adamlığı diğerleri gibi su götürmez on binlerce bilim adamının kara kafalılarla ilgili düşüncelerini, bilimsel çalışmalarını görmemezlikten gelen, bu ilkesizliği ilke edinen yanar - döner istismarcılar, bağımlı vakıfların, darneklerin raporlarını, nabza göre şerbet veren araştırma şirketlerinin çalışmalarının ve aynı yolun yolcusu hocaların görüşlerini, hiç utanmadan sanki bilimin ortak sesi gibi sunuyorlar.
Köşelerinde