İstanbul, sadece deprem riskiyle değil, aynı zamanda doğasına aykırı yapılaşmanın getirdiği tehlikelerle de karşı karşıya. Şehirleşme sürecinde kaybedilen, üzeri kapatılan veya yönü değiştirilen dereler, bugün ciddi risklerin merkezinde yer alıyor. Eskiden İstanbul’un doğal su yolları olan bu dereler, artık yerlerini beton yapılara bırakmış durumda. Özellikle kaybolan dere yatakları üzerine inşa edilen yapılar, hem deprem hem de sel ve heyelan gibi afetlerde büyük yıkım tehlikesi barındırıyor.
Marmara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden Prof. Dr. Cemalettin Şahin, İstanbul’daki kaybolan dereleri, bu dereler üzerine gerçekleşen yapılaşmaları ve değişen coğrafi yapının şehir üzerindeki etkilerini, Milliyet’e anlattı.
‘Dere yatakları yapılaşmaya açıldı’
Prof. Dr. Cemalettin Şahin, İstanbul’da 200’den fazla sokağın adının, geçmişte var olan derelerden geldiğini, ancak bu derelerin bugün artık fiziki olarak arazide bulunmadığını belirterek, “İstanbul 1950’lerden itibaren büyük miktarda göç almaya başlamış ve bu süreç 1985’den sonra da yeni bir ivme kazanmıştır. Göçler ile artan nüfus neticesinde şehir hızla ve kontrolsüzce büyümüştür. Bu, hızlı bir yapılaşma ve yeni yerleşim alanları demektir. Yerleşime açılan sahalarda bulunan birçok dere de bundan nasibini almış, bu derelerin vadi tabanları yerleşim alanı haline gelmiştir. İstanbul’un şehirleşmesi ve mekansal olarak büyümesiyle birlikte dere yatakları zaman içinde yapılaşmaya açıldı. Üzerlerine asfalt yollar yapıldı, evler inşa edildi. Bir kısmı yer altına alınarak kanalizasyona bağlandı, bir kısmı ise tamamen kayboldu” dedi.
‘Sel olaylarını daha sık görüyoruz’
Prof. Dr. Şahin, bu durumun iki büyük tehlikeyi beraberinde getirdiğini belirtti. Birinci riskin sel tehlikesi olduğunu söyleyen Şahin, “Yağışlı dönemlerde akarsu yataklarında toplanan sular, artık doğal akış yollarını bulamıyor. Çünkü dere yataklarının büyük bölümü yerleşim alanına dönüştü. Bu nedenle İstanbul’da sel olaylarını daha sık görmeye başladık” ifadelerini kullandı.
‘Yıkılma riski yüksek’
İkinci ve daha önemli riskin ise deprem riski olduğuna dikkat çeken Şahin, “Halk arasında ‘dere yatağı’ olarak bilinen alanlar, bu vadi tabanları, akarsuların taşıdığı alüvyon dediğimiz gevşek malzemelerin biriktiği sahalardır. Bu sahalarda zemin sağlam değildir. Deprem anında bu gevşek zeminler, üzerindeki yapılar için çok ciddi bir risk oluşturur. Binalar, zeminin zayıf olması nedeniyle deprem etkisini daha şiddetli hisseder ve yıkılma riski artar” dedi.
Onlarca dere
Prof. Dr. Şahin, İstanbul’da yapılaşmaya açılan dereleri şöyle sıraladı: “Halkalı Deresi, Tavukçu Deresi (Çavuşpaşa Deresi), Soğuksu Deresi (Cinli Deresi), Çörekçi Deresi (Çırpıcı Deresi) ve İplikhane Deresi gibi derelerin üzeri tamamen yapılaşmış durumda. Anadolu Yakası’nda ise Kurbağalıdere, Seyit Ahmet Deresi, Çamaşırlık Deresi, Bekar Deresi, Burhaniye Deresi, Kuzguncuk Deresi, Küçüksu Deresi ve Göksu Deresi.”
210 dere bugün sokak
İstanbul’da zamanla doğanın ve su kaynaklarının nasıl yapılaşmaya dönüştüğünü gösteren ilginç bir tablo var. Bugün İstanbul’da tam 210 sokağa dere, 160 sokağa çeşmeye ve 62 sokağa da kuyu ismi verilmiş durumda. Bu da bize şunu gösteriyor, bir zamanlar doğanın ve su kaynaklarının canlı olduğu bu yerler, şehirleşmenin etkisiyle yapılaşmış ve bugünkü halini almış.
Fay doğuya ilerliyor !
Marmara Denizi’nde 23 Nisan’da meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremin ardından, İTÜ öğretim üyesi jeofizik - sismolog Prof. Dr. Tuncay Taymaz, bölgedeki fay hattının hareketlerini değerlendirdi. Taymaz, depremlerin Marmara’nın orta-batı bölgelerinden doğuya doğru ilerlediğini, bu hareketin İstanbul’a daha yakın ve daha yoğun nüfuslu bölgeler için büyük risk anlamına geldiğini döyledi. Prof. Dr. Taymaz’ın değerlendirmeleri şöyle:
Gerilim doğuya sıçradı
“Son depremler fay üzerindeki gerilmenin doğuya doğru aktığını gösteriyor. Artık Büyükçekmece açıklarına kadar geldik. Küçükçekmece, Bakırköy, Yeşilköy ve Adalar’a kadar olan alan risk altına girmiş durumda. Bu alanlarda kırılmayan segmentler, büyük deprem üretme potansiyeli taşır.
‘Stres birikiyor’
Büyükçekmece açıklarında bir dirsek yapısı var. Bu ya küçük küçük kırılmalarla boşalacak ya da bir anda büyük bir deprem açığa çıkacak. Kilitli segmentler tek başlarına 7.0 ila 7.2 büyüklüğünde bir deprem üretebilir. Eğer birbirlerini tetiklerlerse, bu büyüklük 7.3 ila 7.4’e kadar çıkabilir.
‘20-30 katına kadar yükseltti’
Prof. Dr. Taymaz, 23 Nisan’daki Mw 6.2 büyüklüğündeki depremin İstanbul’da beklenenden çok daha fazla hissedilmesiyle ilgili de “Deprem kaynağında S dalgalarının büyüklüğü 20 kat arttı. İstanbul’daki zemin koşulları da bu şiddeti 20-30 katına kadar yükseltti. O nedenle insanlar büyük bir panik yaşadı. Normal şartlarda Mw 6.25’lik bir deprem bu kadar şiddetli hissedilmezdi” dedi.
‘İyi ve kötü haber’
Prof. Dr. Taymaz, fayın doğuya doğru kaymasıyle ilgili de, “Fayın doğuya kayması kötü haber. Çünkü batıda, yani Tekirdağ açıklarında nüfus daha az. Doğuya kaydıkça İstanbul gibi çok yoğun nüfuslu bölgeleri tehdit etmeye başlıyoruz. Can kaybı, ekonomik kayıp ve altyapı zararları açısından risk büyüyor. Öte yandan bu küçük depremler sayesinde büyük depremin büyüklüğünde ondalık düzeyde azalma olabilir. Ancak bu, büyük depremin olmayacağı anlamına gelmiyor. Asıl sorun tehlike / tehdit değil, olası afet ve risk yönetimi” dedi.