Bugün 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü. Geçen haftalarda Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer ile vakıf binasında sohbet etmiştik. Kısmet böyle bir zamanda bunları yazmakmış. Evlere kapandığımız bu günlerde, günün hiç de kolay akmadığı evlerden bahsetmiştim geçen gün. İşte otizmli çocukların olduğu evlerde bunlardan. Özel gereksinimli çocuklar için, düzen değişikliklerine ayak uydurmak, bizler için olduğundan çok daha zor. Neler olup bittiğini anlamlandıramadıkları için, bazı çocuklar içe kapanıyor, bazıları agresif olup, etrafına ve kendine zarar verebiliyor. Anne/babalar bu çocukları evlerde tutmakta çok zorlanıyor. Vakfın uzaktan eğitim için belli uygulamaları var. Ancak elbette bu imkanlar artmalı, özel eğitim öğretmenleri daha çok uzaktan eğitimin içinde yer almalı. Bilinen 400 bin özel gereksinimli çocuk ve sadece 2 bin 600 özel eğitim veren kurum var. Bu kurumların ayakta kalması ve bu süreçte çocukların eğitimden uzak
Gece 3’lerde yatıp, sabah 9’da zor kalkıyorum. Uyku konusunda ergenlere döndüm. Düzen müzen kalmadı. Allah’tan çocuğun uyku düzeni aynen devam ediyor. Ama ben sabahları ayılamayınca, uyanıp kafasına göre takılıyor. Sabah 10’da başlayan canlı derslere zor yetiştiriyorum. Şaka gibi!
O kadar olağandışı bir dönem yaşıyoruz ki, hepimizin düzeni alt üst oldu. Geçişler, biz yetişkinler için, çocuklardan daha zor. Daha düne kadar takvimimin her günü toplantılar, seminerler, organizasyonlar, davetler ile dolu idi. Bir bağımlı gibi, açıp bakıyorum ve o programı görmek beni mutlu ediyor. Oysa şu an boşalan gündemimde, evin içindeki düzeni yönetmekte zorluk çekiyorum.
Ev işlerini planlamak, çocuğun uzaktan eğitimine destek olmak, kendi yazılarımı, tezimi ve işlerimi tamamlamaya çalışmak, sanki dünyanın en zor işi. Belki de öyle. Şu an tüm insanlık en zorun üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Bunları fark etmek, düşünmek ve yazmak bana çok iyi geliyor. Kendimi beceriksizlikle
Tüm dünyada virüsün yayılımını önlemek için #evdekal, #evdehayatvar gibi pek çok kampanya yapılıyor. Kamu spotları ve ünlüler farkındalık yaratmak için hepimize ‘evde kalın’ diyorlar. Doğru, şu an için evde kalmak en mantıklı ve doğru seçenek. Peki ama herkes için evde kalmak güvenli mi? Şiddet gören kadınlar, istismara uğrayan çocuklar için evde hayat var mı? Ve evde kalmak bir kurtuluş mu, tehlike mi?
Şunu biliyoruz ki, çocuğa cinsel istismar yüzde 75 tanıdıktan geliyor. Hele ki aile içinden ise, bu çocuklar evlerde ne yapacaklar? Seslerini nasıl çıkaracaklar? Ya da eşi tarafından şiddete maruz kalan kadınlar ne yapacaklar? Yine yapılan araştırmalar, Türkiye’de şiddet sonucu hayatını kaybeden kadınların yüzde 75’inin evlerinde öldürüldüğünü gösteriyor. Hepimiz için ilişkilerimizi yürütmekte zorlandığımız şu günlerde, bu insanları düşünmeden edemiyorum. Bu konuda lütfen sesimizi çıkaralım. Güvenli evlerimizde, dört duvar arasına
Geçen gün Fransa’da yaşayan bir Türk arkadaşımızla konuştuk. Yaşadıkları bölgede uzun zamandır sokağa çıkma kısıtlaması uygulandığını ve sadece acil ihtiyaçlar için eczane, market gibi yerlere yazılı izin ile dönüşümlü olarak çıkabildiklerini söyledi. 17 metrekare bir evde yalnız yaşıyor. Her sabah ve her akşam evin bir ucundan diğer ucuna volta atarak, 40’ar dakika yürüdüğünü söyledi.
Kimimiz geniş evlerde, kimimiz iki göz odalı evlerde yaşıyoruz. Kimimiz kalabalık aileleriz, kimimiz çekirdek. Ve kimimiz eve sığamamaktan şikayetçiyiz, kimimiz ise bu örnekte olduğu gibi kendi çözümlerimizi yaratıyoruz. İşte bu da bana şunu fark ettiriyor; önemli olan yaşadığımız olay değil, onu nasıl algılayıp, nasıl karşıladığımız. Belki başımıza gelenleri seçme şansımız yok. Ama olayları nasıl yorumlayacağımızı ve nasıl karşılayacağımızı seçmek bizim özgürlüğümüzde. 17 metrekare evde çaresizlikten depresyona girmek mi? Müziği açıp sabah akşam volta atmak mı?
Günlerdir sosyal medya paylaşımlarını okuyorum. Herkes duygularını öyle güzel dile getiriyor ki. Ekonomik ve sosyal olarak bambaşka hayatlardan gelmiş olsak da, hepimizin göğsünde koca bir taş var şu günlerde. Bir an geliyor öyle ağırlaşıyor ki nefes alamıyoruz, bir an geliyor biraz hafifliyor sanki… Ailemizi, sevdiklerimizi, ülkemizin ve dünyanın geleceğini, çocuklarımızı nelerin beklediğini düşünüyoruz.
Koca bir belirsizlik göğsümüzdeki taşı ağırlaştırıyor.
Dün şehirler arası yolculukların da valilik izni ile yapılması kararı çıkınca, Bodrum’da olan annem ve babamı düşündüm. Virüs haberleri ilk çıktığında, “gelmeyin sakın, orası daha güvenli” demiştik. Şimdi bir tarafım yanlış mı yaptık diyor, bir tarafım ise yine de İstanbul’dan iyidir diyor. Yılın büyük bir zamanı Bodrum’da kalmadıkları için söylendiğimizde annemin, “İnsan yaşı ilerledikçe sevdikleri yakınında olsun istiyor. Görüşemesek de yakın olalım istiyoruz” demesini şimdi çok iyi anlıyorum. Kim bilir
"Bir insanı tanımak için onunla yolculuğa çıkın" denir ya. İşte onu, “Bir insanı tanımak için onunla karantinaya girin” olarak değiştirebiliriz sanırım. Koronavirüsün bizi evlere kapamasıyla, eşlerimiz, sevgililerimiz, çocuklarımız ve aile büyüklerimizle ilişkilerimizi gözden geçirir olduk. Bu süreçten zaferle de çıkabiliriz, kaybederek de. Ancak hem kendi ihtiyaçlarımızı, davranışlarımızı fark etmek ve dile getirmek, hem de karşımızdakinin ihtiyaç ve davranışlarını görebilmek için fırsatımız var. Mutfak ya da giysi dolaplarımızı düzenler gibi, ilişkilerimizi de düzenleme, fazlalıkları atıp, eksikleri tamamlama zamanı şimdi.
Seçim şansımız var
Çocuklar iletişim kurabilmeyi/kuramamayı, çatışmaları çözümlemeyi, iyi bir insan olmayı, başkalarıyla ilişki kurmayı, olayları yorumlamayı ve birey olarak seçim yapıp, insiyatif alabilmeyi ebeveynlerinden öğrenir. Böylesi olağanüstü bir süreçte çocuklarımıza nasıl yol gösterici olacağımızı seçmek bizim elimizde.
Okullara verilen aranın 30 Nisan’a kadar uzatıldığı haberi ile bir kez daha sarsıldık. Elbette önceliğimiz çocuklarımızın sağlığı ve güvenliği. Ancak sürecin oldukça zorlayıcı geçeceğini her gün biraz daha anlıyorum. Asker gibi gün saymaya başlamıştık ama tezkere için daha çok beklememiz gerekecek anlaşılan. Bu hazırlıksız yakalandığımız, mecburi süreç, okulsuz eğitim ve eğitimin yeniden yapılandırılması gibi tartışmaları daha bilinçli bir şekilde gözden geçirmemize yarar umarım. Bizim de ebeveyn olarak önceliğimiz, çocuğumuzla ilişkimize öncelik vermek ve evin içinde kusursuz değil, yeterince iyi bir eğitim ortamı yaratmak olmalı.
Görüntülü oyun dönemi
Dün okulun açılışının biraz daha geç olacağını kızıma söylediğimde çok üzüldü ve hemen birkaç arkadaşı ile görüntülü konuşmak istediğini söyledi. Son 10 günde, 10 yılda yüklemediğim uygulamayı bilgisayarıma yüklediğim için, birini açtık ve arkadaşlarını aramaya başladı. Bir süre
Yeni nesil korona, genci yaşlısı, kadını erkeği, çalışanı çalışmayanı hepimizi aynı kaygı ve korkularda buluşturdu ve eve hapsetti. Hepimiz evde olunca da mutfak faaliyetleri tabii ki üç kat arttı
Bir sabah uyanacağız ve birisi çıkıp gülerek “şaka yaptım” diye bağıracak ve sonra tüm dünya kaldığı yerden devam edecekmiş gibi hissediyorum. Sanırım pek çoğumuz benzer hallerdeyiz. COVID-19 denilen bu virüs genci yaşlısı, kadını erkeği, çalışanı çalışmayanı, ünlüsü ünsüzü hepimizi aynı kaygı ve korkularda buluşturdu ve hepimizi evlerimize hapsetti. Hem kendimizin hem sevdiklerimizin sağlığı için endişelenirken, bir taraftan da ekonomik kaygılar var. Gelişmelerden habersiz kalmak istemiyoruz ama aşırı bilgi kirliliği kaygı seviyemizi arttırıyor.
Tüm bu zorlanmalar arasında belki de biz ebeveynleri en zorlayan şey; çocuğumuz için moralimizi yüksek tutmaya, kaygıyı, sıkıntıları, gözyaşlarını kontrol etmeye çalışmak zorunda olmak. Biz yetişkinler olayları bir miktar daha anlamlandırabiliriz ama çocukların tüm bu olan biteni