Normal021falsefalsefalseTRX-NONEX-NONE
Karşımda oturan bayan danışanım, yarı suçluluk yarı şikayet dolu bakışlarla bana bakarken son zamanlarda bu evlilik profiliyle ne kadar sık karşılaştığımı düşünüyorum. Maalesef sadece onaylandığını hissetmek, evliliğini bitirmeye hakkı olduğunu duymak için gelmiş. Yanlışını düzeltmek ve evliliğini kurtarmak için değil. Duyguları çabalayacağı noktayı aşmış geçmiş çünkü. Uğruna çaba göstereceği hislerini çoktan tüketmiş. Böyle durumlarda hep, “keşke” diyorum, “Keşke zamanında gelselerdi ve mutluluk şansını kaçırmasaydı bu çift.”
Danışanım onaylanmaya ihtiyaç duyuyor, çünkü evliliğini bitirmek istemesinin sebeplerinin genel kabul görmüş toplum kurallarına uygun karşılanmayacağını hissediyor. Annesine, teyzesine anlatsa “Kızım kocanın kıymetini bil, bak adam üstüne titriyor. İçkisi kumarı yok, sana iyi davranıyor. Sadık da. Daha ne istiyorsun” la başlayan, “Bak biz nelere katlandık, evliliği yıkmak bu kadar kolay mı” larla devam eden cümleler duyacağını biliyor. Ama istemiyor işte, aşk kaçmış gitmiş. Saygı uçup giderken kanadına sevgiyi de takmış.
Elbette sevginin saygının olmadığı bir evliliğin sürdürülmesi sağlıklı değil. Ancak kendiliğinden uçmuyor evliğin içindeki muhabbet kuşları. Bu sebeple danışanımı, eşine karşı artık saygı duymamasının nedenlerini sorgulamaya davet ediyorum. Arkadaş sohbetlerinde eşini şikâyet ederken kullandığı cümleleri bir kenara bırakarak, büyüteci eline alıp kendi hatalarını da gözden geçirmesi için yardımcı olma teklifimle birlikte.
Sert bir yapısı olduğunun farkında ama yine de keşfettiklerine şaşırıyor. Evet, güçlü bir kadın olmaktan mutlu. Kariyerinden, hırsından, hayattaki duruşundan memnun. Ama kendisiyle barışık olmasını sağlayan bu gücünün, zaman zaman evliliğinde ezici olabildiğini görüyor. Aslında hayata karşı, herkese, hatta eşine karşı bile duyduğu bir güvensizlik var. Fark ediyor ki çoğu zaman eşini bir tehdit olarak algılamış. Taviz verirse eşi kendisini ezecek, kısıtlamalar başlayacak, kendisi olamayacak gibi hissetmiş ve kalkanları elinde başlamış evliliğine.
Kim gibi olmaktan korkmuşa örnekler çok zaten etrafta. Annesi gibi, teyzesi gibi, küçükken sıkça ağlarken gördüğü komşuları gibi olmaktan çok korkmuş. Kimseden izin istemek zorunda olmayan, kendi kararlarını verebilen, ezilmeyen bir kadın olmak istemiş. Elbette hakkımız var buna. Sağlıklısı da bu zaten. Kadın ve erkeğin yan yana durabildiği, kadının erkeğin gölgesinde kalmadığı, eşit haklarla yaşadığı bir hayat, zaten insani gereklilik. Bu çağda, bu eşitliğin doğruluğunu tartışan ya da yanlışlığını savunan zihinlere sabrımız bile yok artık.
Danışanıma hayattan taleplerine sonuna kadar katıldığımı söylüyorum. Bir kadının ayakları üzerinde durabilmesi, kendini ezdirmemesi, son derece doğru ve artık en azından büyük şehirlerde olağan. Ama aklım eşini tehdit olarak görmesinde takılıyor. Eşi gerçekten tehdit mi acaba, danışanım izin verse onu ezebilecek bir eş mi? Hani derler ya, yüz verse astarını ister mi?
İşte, yanlış burada başlıyor aslında. Hayır, eşi son derece yumuşak, eşinin başarılarından övünen, ona engel değil her zaman destek olmaya hevesli ve son derece saygı gösteren biri. Bu güne kadar hiçbir kararı tek başına almamış, danışanımın fikirlerine her zaman saygı duymuş, onun isteklerine hep kulak vermiş bir eş. Kendi ailesinde, babasının tartışmasız otoritesinin annesini ne kadar kısıtladığına, ne kadar mutsuz ettiğine şahit olmuş. Bu sebeple evlilik hayallerinde hep, her şeyi paylaşabileceği, eşinin arkasında değil yanında yer alacağı bir çift olmak olmuş.
Danışanıma soruyorum, “Bu karakterde bir eşiniz varken, gerek var mıydı bu kalkanları kuşanmaya?” Hayır, yokmuş. O gereksiz kalkanlar, yıllar geçtikçe duvarlar örmüş aralarında. Kendini ezmek isterken, o korktuğu zalim kişiye asıl kendisi dönüşmüş fark etmeden. Eşine sorsak, danışanımı nasıl tarifler acaba? . “Muhtemelen dediğim dedik, inatçı ve bencil der” diyor danışanım. Çünkü düşünüyor da yönetimi tek başına eline almış aslında, paylaşmamış. Örneğin evin bütçesi danışanımın kararlarıyla yürüyor. Nereye ne harcanacağına o karar verirmiş hep. Tatilde gidilecek yerler hep onun seçimi. Sosyal ziyaretleri zaten bir çok kadın gibi kendisi planlıyor ama iş tek başına sosyalliğe gelince pek tavizkar sayılmaz. Örneğin eşinin arkadaşlarıyla tek başına dışarı çıkmasına izin vermiyor. Çünkü evli bir adamın tek başına program yapmasını doğru bulmuyor. Sebep? Çünkü yine onu korkutan bir tehdit hissediyor işin içinde. Ya bunu alışkanlık haline getirirse, ya hiç kendisine danışmadan program yapmaya başlarsa. Eşinin böyle bir yatkınlığı olmadığını, önlem dediği şeyin boşu boşuna konmuş, uzun vadede bıkkınlık yaratacak gereksiz bir kural olduğunu biliyor aslında. Gereksiz çünkü hem eşinin böyle bir tarzı yok hem de zaten gerekirse, bu problemi o zaman çözmek için uğraşır.
Evet, hiç birimiz yönetilmek istemiyoruz, yöneten olmak görünürde daha kolaylaştırıyor hayatı. İyi de Kızılderili kabilesi değil ki, evlilik bu. Gerek var mı bu yöneten yönetilen hiyerarşilerine. İş evliliğe gelince yönetebildiğimiz insan aşık olduğumuz insan olmaktan çıkıyor. Aynı adamı başka şekilde sıfatlandırmaya başlıyoruz. Aşkın ilk günlerinde “Çok güçlü, çok akıllı, çok…” diye nitelendirdiğimiz adamı, “Çok beceriksiz, ben olmasam yapamaz” diye şikâyet etmeye başlıyoruz. İlk başlardaki parlak sıfatlarla birlikte aşk da eriyip gidiyor, çünkü aşkın doğası hayranlık üzerine kurulu. “Çok”larla başlayan parlak sıfatlarla bezediğimiz insana aşık oluyoruz.
Dominant kadınlara yüklenip durdum ama erkeklerin hiç mi suçu yok? O da ezdirmeseydi kendini diye düşünmekte haksız değilsiniz. Bu noktada iki farklı teoremi masaya yatırmak gerek. Baskın karakterler rahatça yönetebilecekleri, daha edilgen eşleri bilinç altı bir dürtüyle seçmiş olabiliyorlar. O zaman seçim noktasına dönüp bakmak gerekiyor. Bize uygun olduğunu düşünerek seçtiğimiz eşimiz bir dönem sonra aslında tamamen aynı özellikleri nedeniyle vaz geçiş noktasına getirebiliyor bizi. O zaman “Ben güçlü bir insan arıyorum hayatımda. Saygı duyabileceğim, tutku hissedebileceğim birini istiyorum” sonucuna varmak niye. Demek ki seçim noktasında ne aradığımız konusunda yanılmışız. Başka birini çok mutlu edebilecek eşimizi, bir yanılsamayla bize uygun zannetmişiz demektir.
Diğer olası duruma gelince. Genelleme yapmak doğru değil ama en azından bahsettiğim çiftim için geçerli gerçek, görünenden çok farklı. Tanışmak ve danışanımı daha iyi anlamak için ofisime davet ettiğim eşi, bu durumun zamanla değişecek bir sorun olduğuna inanmış hep. Eşinin hırçınlığını ve otoriterliğini hep annesinin ezilmişliğine olan isyanına bağlamış. “Zaman içinde benim babasına benzemediğimi anlar ve sakinleşir diye düşündüm hep.” Diyor. Ama maalesef zaman ilişkideki tutkuyu da, aşkı da eskitmiş. Karşılıklı yılgınlık ve boş vermişlik almış yerlerini.
Danışanım seanslarımızda çok şey fark etti. Hep şikâyet ettiği, kendi yanlış yargıları sonucunda artık sevgisinin kalmadığını zannettiği eşine haksızlık yaptığını, onu doğru tanımlamadığını hissetti. Eşine doğal davranma şansı vermediğini, eşinin evliliklerinden kendisinden çok daha fazla şikayetçi olduğunu, fakat sabırla beklediğini anladı. Hayata karşı dik durmakla, evlilik içersinde baskın olmanın aynı şey olmadığını, saldırı olmayan yerde savunmanın da şiddet yarattığını gördü. Güvenli bir liman olması gereken evliliğe, severek seçtiği insana bu kadar temkinli yaklaşmasına hiç gerek yoktu aslında.
Güven en önemli unsur ilişkilerde. Kendimize güven de, en az eşimize duymamız gereken güven kadar önemli. Kendimize, dengeli bir ilişkiyi hak ettiğimize, sorunlar çıktığı zaman çözebileceğimize, yanında hesapsız hissedebileceğimiz insanı seçtiğimize de güvenmek gerek. Aksi takdirde korkularımızı bastırmak için silahlanmak zorunda kalıyoruz. Korkumuzu zalimlikle bastırmaya çalıştığımız noktada evliliğin dengesi bozuluyor maalesef.
Eşitliliği tartışmıyorum. Kadın olmanın lüksü naiflikten vazgeçmemek gerek. Biz kadınlar kadar erkeklerin de ihtiyacı var bu naifliğe. Kendilerini güçlü hissetmek, biz kadınlar için bir şeyler yapabildiklerini hissetmek sadece onlara değil evliliğe de iyi geliyor. Edindiğimiz rolleri değiştirmek değil, geliştirmek gerek.