David Goldsmith’in “Paid to Think” kitabına göre, bir şirkette işler kötüye gidiyorsa, üst düzey yönetici aşağıdaki durumlarla karşılaşır:
* Projeler ve verilen görevler istenilen biçimde sonuçlanmıyordur.
* İşler zamanında bitirilemiyordur.
* Çalışanlarınız, bilmeleri gereken konularda sorular sormaya başlamışlardır.
* Kararlar iyi düşünülmeden, sallapati verilmeye başlanmıştır.
* Kararlarda şeffaflık azalmış; bunun yerini acelecilik ve telaş almıştır.
* Toplantılar verimli ve sonuç verici olmamaktadır.
Bir şirketin üst düzey yöneticisi, “düşünmek için para alan adam”dır. Mesaisinin büyük bir bölümünü düşünmeye ayırmak zorundadır. Bir şirketin başına getirilen kişi, işini sırasıyla şu aşamaları geçirerek yapar:
1) Gerçekleştirmek istediği veya kendisinden istenilen sonuçları, hedefleri belirler.
2) Bu hedeflere ulaşmak için strateji geliştirir. İyi düşünülmüş bir strateji, beklenen sonuçları vermese bile kötü bir stratejiden iyidir.
3) Belirlediği stratejiyi uygulamak üzere, makro taktikler üzerinde çalışır. Makro taktikler, daha az zamanda ve daha az işgücü ile istenilen hedefe ulaşmayı sağlayacaktır. Yine bu aşamada, rakiplerin önüne nasıl geçilebileceği düşünülür.
4) Uygulama planı detaylandırılır; kronolojik bir “iş planı” hazırlanır. Karşılaşılacak dar boğazlara karşı, “b planı” belirlenir. “İş planı”nın uygulanmasında kullanılacak işgücü ve işgücünden beklenen maharet seviyeleri belirlenir. Çalışanların en az yüzde 51’i, bu “iş planı” ile hedefe ulaşılacağı fikrinde olmalıdır.
5) “İş planı” uygulanmaya başlanır. Uygulama süreci içinde, pratikteki ihtiyaçlara göre bir takım değişiklikler yapılabilir. Önceliklerin seçimi, “düşünmek için para alan adam” tarafından
Dünya borsacılarının genel bir anlayışı var. “Endeksler ocak ayını yükselişle kapatırsa, tüm yıl yükseliş sürer” düşüncesindeler. Gerçekten de, ocak aylarında ABD endekslerinin en az yüzde 4 yükseldiği yıllarda, endekslerin yıllık ortalama yükselme hızı yüzde 15.1 olmuş. Bu yıl ocak ayında Standard & Poors Endeksi’nde yüzde 5’lik bir yükselme yaşandı. İstanbul Borsası’nda da benzer eğilimler göze çarpıyor.
ABD borsa şirketlerine güven
ABD yatırımcıları son gelişmelerden sonra, borsalarda hisseleri alınıp satılan şirketlere daha fazla güveniyorlar. Ancak, ABD’li yatırımcıların % 79’u hâlâ finansal sisteme ve banka hisselerine yeterince güvenmiyor. Güvensizliklerinin nedenlerini aşağıdaki biçimde sıralayabiliriz:
* Finansal şirketlerin ve bankaların bilanço ve verileri yeterince şeffaf değil. Bu konuda sistemi denetleyici kurumlar da yeterince şeffaflık içinde olamıyorlar.
* Bankalar batık kredilerini bilançolarında açıkça göstermeye başladıktan sonra ABD Hazinesi tarafından yapılan “stres testleri”nde bile sağlıklı gösterildiler.
* Bankalar güçlü olsa idi, Fed (ABD Merkez Bankası) bankalara sıfıra yakın faizle kredi verir miydi?
Bizde olsun gelişmiş ülkelerde olsun iktisatçılar, ekonominin genel durumuna bakar; kamu otoriteleri veya bilgi derleyen kurumlar tarafından kendilerine sunulan verileri değerlendirir ve çoğu zaman iyimser bir tavırla görüşlerini ortaya koyarlar. Ekonominin genelini değerlendirdikleri için de orman içindeki çürümüş ağaçları ve bunların sayısı ile büyüklüğünü çoğu zaman gözden kaçırırlar.
Öte yandan, ekonomilere ve tek tek şirketlere not veren değerleme (rating) kuruluşları bile, bilerek ya da bilmeyerek yatırımcıları ve karar vericileri yanıltabilir ve yanlış yönlendirebilirler. Son global kriz sırasında, bu örnekleri bolca yaşadık.
Son günlerde, bütün dünya bir iyimser havaya girdi veya sokuldu. Dünya ülkelerindeki ekonomi yöneticileri, krize doğru teşhis koymuş görülüyor. Borsalar yükseliyor. Sanki kar yağmış, kötülüklerin hepsi göz önünden silinip gitmiş gibi bir görünüm var. Oysa, orman değil de tek tek ağaçlar ele alındığında, sorunların sürdüğünü görüyoruz.
Başta bankalar olmak üzere dünyadaki büyük şirketlerin yöneticileri, krizin etkilerinin henüz ortadan kalkmadığını ve gidilecek epey yolları olduğunu kabul ediyorlar. Zaten, kapitalist sistemde, önce bankaların
Tarihçi Steven F. Hayward, “Anayasa’nın özüne ne kadar sadık kaldıkları” kriterinden hareketle, ABD başkanlarına not vermiş. Bizde böyle bir not kolay kolay verilemez. Çünkü ya yaşayan cumhurbaşkanı veya başbakanlar notlarını kabul etmez ya da politik taraftarlar ayağa kalkar.
Hayward, birinci dönemi için Obama’ya “F” (geçmez) notu verirken; sınıf geçmesinin, ikinci dönemine bağlı olduğunu söylüyor; Obama’nın anayasal yetki limitlerini zorladığını öne sürüyor. Bu açıdan bakılırsa, bizdeki politikacıların çoğu sınıfta kalır.
“B” notu alan George W. Bush, “Serbest piyasayı kurtarmak için, serbest piyasa prensiplerinin dışına çıkmak zorundayız” demişti. Irak’ta da savaşarak; barışı getirdi!
“F” notu alan Clinton, ilk kez bir aile ferdinden resmen özür dilemiş olan başkan oldu. “Belki en iyi başkan değildim ama, başkanlık yaptığım 8 yıl içinde iyi eğlendim” demişti.
“A” notu alan Ronald Reagan, bulunduğu yere saygısını göstermek prensibi nedeniyle, Oval Ofis’te hiç ceketini çıkarmadı. Serbest piyasayı zorlamanın ve ülkeyi polis devleti haline getirmenin, özgürlükleri yok ettiğine inanırdı. “Zorluk çıkarmak için değil, yardım etmek için buradayım” derdi.
“C” notu verilen
En iddialı tablosu “Son Akşam Yemeği” olan Leonardo da Vinci, ilk tankı, ilk paraşütü, ilk katlanır mobilyayı, ilk otomatik açılıp kapanan kapıları icat etti. Ağaç halkalarını sayma yoluyla ağaç yaşının bulunabileceğinin farkına varan ilk kişi de oydu. Hiç kimsenin öyle olmadığı bir dönemde, vejetaryendi. Çünkü, hayvanlara karşı duyarlıydı. Tersine yazı yazma tekniğinden dolayı, yazdıkları ancak bir ayna yardımıyla okunabilirdi.
Sigmund Freud, evlenene kadar bekaretini kaybetmedi. 30 yaşında tutulduğu ilk kişi olan bir arkadaşının annesi ile evlendi.
Isaac Newton, kızdığı öğretmenine ait evin duvarına çiviler çakarken ilk güneş saatini keşfetti. Veba salgını sırasında kendini bir çiftlik evine kapattı ve burada yerçekimi ve devinim yasalarını buldu. Kimi zaman, şöminedeki ateşi söndürmeksizin, 6 hafta çalıştığı olurdu. Bir keresinde davet ettiği misafirleri unutarak, şarap almaya gittiği odada, çalışmaya dalmıştı. Hiç cinsel ilişkiye girmeden öldü. Son yıllarını kıyamet tarihini hesaplamaya adadı.
Benjamin Franklin, “ABD Başkanı olmamış tek ABD Başkanı” olarak tanınır. 30 yaşında, Philadelphia posta müdürlüğüne atanmıştı. Burada ilk sivil itfaiyeyi, ilk halk
Avrupa Birliği (AB) bankalarının Avrupa Merkez Bankası(ECB) fonlarına olan gereksinimleri, hemen hemen bitti. Öte yandan, başta İtalya ve İspanya olmak üzere AB ülkelerinin, borçları için ödemeyi kabul ettikleri faiz oranları da düşüyor. İtalyan ve İspanyol bankalarındaki mevduat çekilişi de durdu; mevduatlar artıyor. Bu veriler sevindirici olsa da, gidilecek daha çok yol var.
* Avrupa ekonomilerindeki en büyük sıkıntı, ECB ve ülke hazineleri tarafından piyasaya çıkarılan paranın ülke şirketlerine kredi olarak kullandırılmaması. Şirketlerin kredi riskinin yüksek olması ve yeterli sermayelerinin bulunmaması, bu sonucu doğuruyor. Bu nedenle, bu ülkelerde piyasaya çıkarılan para, bizim gibi nispeten sağlıklı ülkelere yöneliyor.
* İşsizlik konusunda AB ülkeleri arasında ciddi ayrışmalar var. Örneğin, 2012 sonunda yaklaşık işsizlik oranı, İspanya’da %26, İtalya’da %10.6 iken, Almanya’da %6.8. Yine, İtalya ve İspanya’da, “bir kişiye iş yaratma maliyeti” bir türlü düşürülemiyor. 2000 yılı “100” olarak alındığında, bu ülkelerde iş yaratma maliyeti, 2012 yılı sonunda %30 civarında artmış bulunuyor.
* AB ülkeleri arasında o denli milliyetçi duygular hakim ki, bir türlü iş
Gelişmiş ekonomiler istedikleri büyüme hızını bir türlü yakalayamıyorlar. Gelişmekte olan ekonomiler, gelişmişlere göre ortalama yüzde 4 daha hızlı büyüyor. Küreselleşmeye ayak uyduramayacak gelişmiş ekonomileri bekleyen, en önemli risk bu.
* Gelişmekte olan ülkelerdeki borsa endeksleri gelişmiş ekonomilerdeki kararlardan etkileniyor. Amerikan Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) kararları küresel piyasaları doğrudan doğruya yönlendiriyor. Küreselleşen dünyada her ülke ekonomisi ve her borsa dışarıya bağımlı olacak.
* Gelişmiş ekonomilerde faizler “sıfır”a veya buna yakın seviyelere düşürülmüş olmasına rağmen, ekonomik iyileşme istenilen süratle gerçekleştirilemiyor. Gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz politikaları, işleyemez noktada. Gelişmiş ülke merkez bankaları, tek çare olarak piyasalara para pompalıyor. Merkez Bankamızın yeni para politikası araçları yaratmış olması, bu bakımdan önemli.
* Gelişmiş ülke merkez bankaları 6 aydan daha ötesini belirleyebilecek bir para politikası kararı alamıyorlar. Bu durum, bu ülkelerde yatırımcıların ve kredi sağlayıcıların uzun vadeli karar almalarını zorlaştırıyor.
* Geçen yıl global ekonomide 2013’den