Ben dahil, bir çok köşe yazarı Merkez Bankası’nın ne yapması gerektiğini yazdı durdu. Aylardır. “Biz biliriz, bizim işlerimizi; işimiz kimseden sorulmamıştır” dediler. Şimdi, herkes tedirgin. Döviz fiyatlarının nerede duracağını kestiremiyoruz. Oysa, Merkez Bankası’nın kendi yaptığı “Beklenti Anketi”, durumun bu hale geleceğini aylar öncesinden göstermişti.
Peki şimdi ne yapmalı?
Güngör Uras’ın ve Ercan Kumcu’nun dediğini yapmalı. Ben, onların demek istediklerini günlük politikalara dönüştürmeye çalıştım:
* Merkez Bankası ne yaparsa yapsın, döviz fiyatı yükselecek.
n Merkez Bankası, ABD doları için, bilimsel yöntemlerle bir üst nokta belirlemeli. Bu nokta 2.30’a kadar olabilir. Ancak, hedefin piyasaya bildirilmesine gerek olmayabilir.
* Her gün, bir hedef açıklanarak; bu noktaya kadar sınırsız döviz satılmalı. Örneğin, 2.04 hedefi verilirse; bu fiyata kadar olan tüm talepler karşılanmalı. Ama mutlaka sınırsız döviz satışı yapılmalı. Sınırsız satış yapılmazsa, müdahaleye rağmen döviz fiyatı düşürülememiş olur ve ertesi gün yeniden fiyat artar. Bu ekonomik ortamda, Merkez Bankası piyasaya bol döviz likiditesi vereceğini göstermeli ki, kimse manipülatif hareketlere
Hükümet, dibe vurmuş ve kaçınılmaz olarak düzelme mecburiyeti olan bir ekonomi devraldı. Ekonomimizde resesyon bitmiş; recovery (çıkış) başlamıştı. Bir de global kriz nedeniyle gelişmiş ülke ekonomilerinden sermaye kaçışı başlayınca, ekonomi yöneticilerimizin ekmeğine yağ sürüldü. Üstelik, başta ABD Merkez Bankası (FED) olmak üzere, gelişmiş ülke merkez bankalarının çareyi piyasalara likidite vermekte bulmaları, global ölçüde para bolluğuna yol açtı. Sıcak para, biz ve bizim gibi ekonomilere yerleşti. Ekonomimiz tam anlamda dışa bağımlı hale geldi, kolay borçlandık, üretmeden tükettik, başkalarının tasarruflarını kullandık. Kriz teğet geçmiş gibi göründü. Oysa, dış borcumuzu 89 milyar dolardan 667 milyar dolar seviyelerine çıkarttık. Döviz varlıklarımız bile göz önüne alınsa, net 449 milyar dolar döviz borcumuz birikti. Merkez Bankası iyi rezerv biriktirdi ama 112 milyar dolar civarında olan bu rezerv 1.5 aylık ihtiyacımızı karşılar hale geldi.
Bir hata daha yaptık. Global kriz nedeniyle fiyatların dibe vurduğu bir dönemde özelleştirmelere başladık. Satılmadık mal bırakmadık. Her şeyimizi çok ucuza verdik. Bir zamanlar tüm dış borcumuzun yarısı fiyata satılan ve sonradan
Woodrow Wilson (1913-1921), zenci kölelerin olduğu bir evde büyüyen son başkandı. Obama’ya gelinceye kadarki tüm başkanlar arasında sadece onun üniversiteden doktorası vardı. Rakibi Dean West’e göre, onun Princeton’u bırakıp politikaya atılması 20. yüzyılın mahvolmasına neden oldu.
Warren G. Harding (1921-1923), haftada iki kez poker partisi düzenler; Beyaz Saray’da viski servisi yapardı.
Calvin Coolidge (1923-1929), konuşmalarını bizzat yazardı. Amerika’nın Kurtuluş Günü (4 Temmuz) doğan tek başkan oydu. O kadar iyimserdi ki, yaklaşmakta olan “1929 Büyük Ekonomik Buhranı”nı bile yok saymıştı.
Herbert Hoover (1929-1933), komünist karşıtı olmasına rağmen, Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin en büyük destekçilerinden biriydi. Hoover, Oval Ofis’teki masasına telefon monte edilen ilk başkan oldu. Ekonomik buhrandan çıkışın tüm tedbirlerini Roosevelt değil, Hoover almıştı. Bankalara borç para veren, inşaat sektörünü parasal olarak destekleyen ve devlet binalarının inşasını başlatan oydu.
Atom bombası ve uyku...
Franklin Delano Roosevelt (1933-1945), Hoover’ı çok para harcadığı ve bütçe dengesini bozduğu için eleştirerek, başa geldi. Ancak, kendisi her zamankinden fazla
2000 yılındaki seçimde George
W. Bush, Al Gore’dan yaklaşık 500 bin oy az almasına rağmen başkan seçildi. Çünkü, Amerikan seçim sistemi, ülkenin ‘kurucuları’ tarafından belirlendiği üzere, her eyaletin asgari ölçüde temsil edilmesi esasını getirmişti. Sonuçta, Bush’un 30 eyalette, Gore’un ise sadece 20 eyalette seçimi kazanması ve Gore’un oylarının çoğunun California’dan gelmesi seçimi kimin kazandığının belirlenmesinde rol oynadı. Aslında, Bush’un oyları 44 eyalette Gore’dan fazla idi ve ülke genelinde daha eşit dağılmıştı.
İki dereceli seçim sistemi (electoral college) sayesinde, hem ülkedeki her eyaletin asgari ölçüde temsil edilmesi hem de bir bölgenin oy fazlalığı ya da nüfus fazlalığı nedeniyle diğer bölgeler üzerinde baskı oluşturması engelleniyor. Ülkenin kuruluşu sırasında 1787 yılında konulan bu prensip sayesinde, hem Kongre’ye hem de Senato’ya eyaletler asgari birer üye gönderiyor.
Bizim de yüzde 10 barajı indirilmese bile, yüzde 10’un altındaki tercihlerin de bir biçimde Meclis’te temsil edilmesi esasını getirmemiz gerekiyor.
Küba krizi nasıl aşıldı?
Sovyetler Birliği’nin Küba’da konuşlandırdığı füzelere karşı Türkiye’de ve Yunanistan’da, Amerika
Dünkü yazımda, döviz durumumuzun alarm vermeye başladığından bahsetmiştim. Bugün, tümü Merkez Bankası verilerinden faydalanılarak ortaya çıkan bu tablonun açıklanmasına devam ediyorum.
- Portföy yatırımları stoku, 2012 yılı sonunda bir önceki yıl sonuna göre 69,6 milyar dolar artmıştır. Bu artışın 31,4 milyar dolarlık bölümü kur farkından kaynaklanmıştır. Bir yıl içinde gerçekleşen böyle bir artışı ekonomi kaldıramaz.
- Özel sektörün ve bankaların dışarıya olan kredi yükümlülükleri çığ gibi artıyor.
- Son 3 yıldır bankaların kısa vadeli borçları artıyor ve toplam borçlarının % 17,6’sına ulaştı. Devlet bankalarının borçlanma yönetimi yapamadığı anlaşılıyor. Bankaların aldıkları kredilerin GSMH’ya oranı, 2002 yılında %2,9 iken, 2012 yılı sonunda %8,3 oldu.
- 2012 yılı sonunda, özel bankaların dış borç stokunun %40,7’si sabit faizli, %59,3’lük kısmı ise değişken faizli kredilerden oluşuyor. 2002 yılından başlayarak incelendiğinde, sabit faizli kredilerin payının %10 seviyesinden, %40 düzeylerine yükseldiği gözleniyor.
Merkez Bankası’na göre, 2012 yılı sonunda Türkiye’nin yurtdışı varlıkları 212.6 milyar dolar, yükümlülükleri ise 632.1 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu demektir ki, çok ağır bir dış borç yükümüz var.
- Ülkemizin resmi rezervleri, kısa vadeli borçlarımızı ancak karşılıyor.
Oran, 1 ila 1.5 arasında değişiyor. Uluslararası teamüllere göre, bu oranın asgari 4 olması gerekiyor.
- Yalnız doğrudan yatırımlar değil, ülkemize yapılan portföy yatırımları da azalıyor.
- Üstelik, neredeyse sadece Avrupa ülkeleri ülkemize yatırım yapıyor. En fazla yatırım yapan ilk 5 ülke sırasıyla Hollanda, Avusturya, Almanya, İngiltere, İspanya.
Merkez Bankası, birkaç gün önce yabancı yatırımcıların Türk ekonomisindeki durumunu gösteren bir rapor yayımladı. Ülkemizin, Uluslararası Yatırım Pozisyonu’na (UYP) göre, 2012 yılı sonunda Türkiye’nin yurt dışı varlıkları 212,6 milyar dolar, yükümlülükleri ise 632,1 milyar dolar olarak gerçekleşti.
2011 yılı sonunda -314,0 milyar dolar olan ve Türkiye’nin yurtdışı varlıkları ile yurt dışına olan yükümlülüklerinin farkı olarak tanımlanan net UYP, 2012 yılı sonunda –419,4 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Net UYP’nin 105,4 milyar dolarlık artışında, yükümlülüklerin 138,9 milyar dolar artması belirleyici oldu.
Resmi rezervler ve borçlar
Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, ülkemizin resmi rezervleri, kısa vadeli borçlarımızı ancak karşılıyor. Oran, 1 ila 1,5 arasında değişiyor.
Oranın en yüksek olduğu ülke, Brezilya. Gelişmiş ülkeler, kendi paraları birer rezerv para sayıldığından rezerv tutmuyorlar ve bu nedenle bu tabloda çok küçük oranlarla yer alıyorlar.
Amerikan Merkez Bankası (Fed), ülkenin ekonomik krizden çıkıp normal rayına oturmasının 2016 ortalarında gerçekleşeceğini hesaplıyor. Bu hesaplamaya göre, halen yıllık artış bazında yüzde 1.06 civarında olan enflasyon, aynı bazda yüzde 2 seviyelerine çıkacak. Buna karşılık, halen yüzde 7.6 olan işsizlik oranı yüzde 5.6’ya düşecek. Yüzde 5 civarındaki bir işsizlik oranı, ABD ekonomisi için ‘tam istihdam’ sağlanmış bir seviyeyi ifade ediyor. Çünkü, iş değiştirenlerin yarattığı geçici işsizlik, bu ekonomide yüzde 5’e yaklaşıyor. Fed’in 2016 yılı ortasında bu hedefi tutturabilmesi için, ABD ekonomisinin her ay yaklaşık 200 bin kişilik ilave istihdam yaratması gerekiyor. Bu yüzden aylık istihdam verisinin açıklandığı günlerde, FED politikası yeniden sınanmış oluyor. Doğal olarak, ekonomilerde nüfusun iş gücüne katılım oranı da çok önemli. Bütün bu hesaplamalar, halen ABD’de yüzde 63.5 olan ‘işgücü katılım oranı’nın sabit kalması kaydı ile yapılıyor.
Aşağıdaki tabloda ABD’de ‘ev halkının net varlığı’ ile ‘ev halkı ve firmaların borçlarındaki değişim’i görüyoruz. Son 5 senede, ev halkının net varlığının 16 trilyon dolar arttığı ve bu kesimin borç miktarının yüzde 6.4 azaldığı