Televizyonlar, radyolar yetmiyormuş gibi, cep telefonlarımıza da, ev telefonlarımıza da, internet hesaplarımıza da rahatsız edici reklamlar yağıyor. Kapitalist bir toplumda yaşıyorsak, reklama karşı olmamamız gerekir. Ancak, bazı reklamlar bizleri kandırıyor; kullanıyor; yanıltıyor.
Cep telefonumun faturası 20 TL civarında fazla geldi. “Piyangola” diye bir sisteme üye olmuşsunuz dediler. Üye olmadım. Turkcell’i aradım. Bu durumda çok kişi var; savcılığa baş vurun dediler. Turkcell’in sahiplerinden birini aradım; “Piyangola” üyeliğimi ancak sildirebildim. Bu arada, “Piyangola”nın bu parayı hangi hizmet için aldığını hala bilmiyorum; Turkcell’deki memurlar da bilmiyor. Önceki kesintiler için Savcılığa başvurdum. Savcı Bey,”Bu işlerle bizi uğraştırmamalısınız; Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı(TİB)’na başvurabilirdiniz” dedi. Daha sonra “Piyangola” avukatları Sayın Savcı’ya üye olduğumu söylemişler; Savcı Bey de takipsizlik kararı almış. Takipsizlik kararına itiraz etmeyeceğim. Çünkü, amacım 20 TL civarındaki paramı geri almak değil, bu kandırılma sisteminin başkasına uygulanmasını engellemekti.
Nasıl çıldırtıyor?
Bu işlerden TİB mi, yoksa RTÜK mü sorumlu bilmiyorum.
Önceki yazımda, Eswar S. Prasad’ın, “Dolar Tuzağı (Dollar Trap)” isimli kitabından yola çıkarak, doların dünya ekonomisindeki hakimiyetini nasıl sağladığını anlatmaya çalışmıştım. Doların “rezerv para” olma durumunun devamı amacıyla alınan sistematik tedbirlerden ve başarılardan bahsetmiştim. Doların “rezerv para” olması, ABD Merkez Bankası (FED)’e bir senyöraj yetkisi kazandırıyor ve bu sayede FED, matbaasında dolar basıp, bu karşılıksız paralarla ABD’nin dışarıdan aldığı mal ve hizmetler için ödeme yapabiliyor. FED bu konumu ile, bir bakıma “Dünya Merkez Bankası” konumuna yerleşmiş durumda. Doğal olarak, bu senyöraj olanağını, enflasyonu azdırmadan, yavaş yavaş kullanmak zorunda. Enflasyonu dizginleyebilmek için de, faizlerin çok düşük seviyelerde tutulması gerekiyor. Euro bölgesi ülkeleri ve Çin gibi diğer bazı ülkeler senyöraj olanağını en azından paylaşmak istiyorlar. Bu amaca yönelik çekişmelere, “para savaşları(currecy wars)” deniliyor.
Cepheler nasıl güçlendiriliyor?
Global kriz başlangıcında, 2008’de FED gereğinden fazla para basmış; krizle başa çıkamayacağı izlenimi vermeye başlamıştı. Quantum Fonu yöneticisi George Soros “Bu gidişle, ABD ciddi bir durgunluğa
ABD doları, ekonomi dünyamızın ‘rezerv para’sı olmaya devam ediyor. Doların karşısında, Almanya - Fransa - İtalya ve diğer euro kullanan Avrupa Birliği (AB) üyeleri bir alternatif yaratmaya çalışıyorlar. Yine de euro, dolarla baş edemiyor. İngiltere, İsviçre, Japonya ve İskandinav ülkeleri, dolarla rekabet etmek yerine, kendi para birimlerinin değerini korumaya çalışıyorlar. Çin, bir ara yüksek döviz rezervleri ve ABD’den alacaklarını düşünerek, renminbi’yi rezerv para yapma girişiminde bulundu ise de, bu işi başaramadı. Başta İran olmak üzere, ABD’ye baş kaldırma eğilimleri nedeniyle dolar yerine euro’yu desteklemek isteyen çoğu diktatörlükle yönetilen ülkeler, bu politikalarında başarılı olamadılar. Bizim gibi, “kalkınma yolunda” diye kandırılsa bile, bir türlü kalkınamayan, ‘take off’a geçemeyen ülkeler, doların ve bir ölçüde de euro’nun hegemonyası altında, kolayca sömürülüyorlar.
Dolar güçleniyor
Eswar S. Prasad, geçen hafta ABD’de piyasaya çıkan ‘Dolar Tuzağı’ (Dollar Trap) isimli kitabında, doların dünya ekonomisindeki hâkimiyetini nasıl sağladığını ve gittikçe nasıl artıracağını anlatıyor. 2008-2009 yılları arasında ciddi bir ekonomik kriz yaşayan ABD, doların
8. ila 14. yüzyıllar arasındaki altı yüzyıl “İslam’ın Altın Çağı” olarak adlandırılıyor. Bu dönemde, İslam aleminde astronomiden, fiziğe, matematiğe kadar her ilim alanında çeşitli bilim adamları yetişti ve bunlar bilimin gelişimine önemli katkılarda bulundular. Bunlar dışında, coğrafya, astroloji, edebiyat gibi konularda da keşifler yapıldı; gelişmeler sağlandı. Matematikte “cebir”i, “algoritma”yı ilk kullananlar; kimyada “alkali”lerin keşfini gerçekleştirenler İslam bilim adamları oldu. Kuran’daki “Biz size bilmediklerinizi öğretiriz” cümlesi, İslam bilim adamları ve araştırmacılarını yeniliklerle ve ilimle ilgilenmeye itmişti.
14. yüzyıldan sonra ne olduysa, yalnız İslam aleminin değil Hıristiyan aleminin de bilimle arası açıldı. “Modern ilmin babası” olarak bilinen fizikçi, astronom ve matematikçi Galileo Galilei, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü iddia ettiği için, Hıristiyanlıktan aforoz edildi. Oysa, Galileo iyi bir Hristiyan’dı ve Papa’nın arkadaşıydı. 1718’e kadar, Galileo’nun kitapları ve el yazmaları hala yasak yayınlar arasında sayılıyordu.
Hıristiyanlıkta reform
16. yüzyılda Hıristiyan dininde yapılan reform ve Hıristiyan aleminde gerçekleşen Rönesans
Felix Martin, Money (Para) isimli kitabında, paranın 3000 yıllık tarihini anlatıyor. Önceki ay piyasaya çıkan kitap, bu konuda yazılmış en geniş bilgileri birarada topluyor. Bir çoğumuzun karşılığında ruhlarını bile satmaya hazır olduğu “para”, hiç bu denli değişik bir bakış açısı ile incelenmemişti. Kitapta Midas’tan, Keynes’e kadar; paradan önceki çağdan, günümüz sorunlarına kadar “para”nın geçirdiği evreler, eğlendirici ve düşündürücü bir üslupla anlatılıyor.
“Para” kullanılması, büyük bir ihtiyacın giderilmesini sağladı ve değişimin aracı oldu. Ancak, “faiz”in veya “kâr payı”nın sistem içine alınması, “para”nın icadından daha büyük bir icat sayılabilir. İlk “para piyasası”nın ortaya çıkması ise gerçek bir devrim oldu. Ateşten ve tekerlekten sonra en büyük icat sayılan “merkez bankacılığı”nın devreye girmesi, ülkeleri yönetenlerin “senyoraj”, yani “karşılıksız para basma” istek veya ihtiyaçları neticesinde doğdu. Basılan paranın, geniş kitlelerce değişim aracı sayılıp; kabul edilmesi ise egemenlik kavramının temel öğesi olarak kabul ediliyor.
İlk para “Yap”
İlk para, “Yap” adasında kullanılan boyu 6.5 metreye kadar yükselen, ortası delik, tek parça bir kaya parçası
Son yıllarda ülkemize gelen doğrudan yabancı yatırım arttı. Ekonomi Bakanlığı kaynaklı yandaki tabloya göre, 2006 ve 2007 yıllarında yıllık 20 milyar doları aşan doğrudan yabancı yatırım, global kriz nedeniyle 2009 ve 2010 yıllarında azalarak, 2012 yılında 13 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Tabloda “Diğer Sermaye” olarak yer alan tutar, yabancı sermayeli firmaları ana şirketlerinden aldıkları kredileri gösteriyor. Tablodaki diğer ilgi çekici bir husus da yabancıların ülkemizden gayri menkul alımlarının azalmadan sürdüğü.
Yabancı yatırım yeterli değil
YASED ve UNCTAD kaynaklarından derlenen sol alttaki tabloda, yabancı yatırımların Türkiye kadar, hatta daha fazlasıyla başka ülkelere de gittiği; Türkiye’nin son yıllardan artan girişlere rağmen 2009 yılından sonra yabancı sermaye girişinin azalmasıyla, dünya yabancı sermaye akışından sadece % 0,7 pay alabildiği görülüyor. Yine de, 2001 yılında 38. sırada bulunan ülkemiz, 2010 yılında 27. sıraya yükselebilmiş.
Türkiye’den de ihraç var
İİmren Peker ve Erkan Kılıçer’in “Vergi Sorunları Dergisi”nde yer alan “Türkiye Boyutlu Vergi Rekabeti” isimli makalesinde vurgulandığı üzere, 2005 yılı itibariyle Türkiye’den
Bloomberg ve Citibank kaynaklarından alınan ve en son 17 Nisan 2014 itibariyle güncellenmiş bulunan aşağıdaki tablo, ABD (mavi) ve Çin (kırmızı)
ekonomileriyle ilgili “sürpriz yaşama olasılığı endeksi”ni gösteriyor. Anlaşılacağı üzere, bu yıl ocaktan itibaren Çin ekonomisinde bir belirsizlik ortamı yaşanıyor.
İhracat seviyesindeki düşüş, kamu yatırımlarındaki azalma, kredi hacmindeki küçülme, sanayi üretimindeki daralma, perakende satışlardaki düşüş Çin ekonomisindeki büyümeyi yavaşlattı. Mevsimsel etkilerden arındırılmış 3 aylık büyüme yıllık bazda yüzde 5.7’ye düştü. Yine de 2014’ün birinci yarısında Çin ekonomisi 3.4 milyon yeni iş kapasitesi yaratabildi.
Büyümekte zorlanıyor
ABD’den sonra Avrupa Birliği ekonomileri de toparlanmaya başladı. Zor durumda oldukları bilinen Yunanistan, İtalya ve İspanya ekonomileri gittikçe düzeliyor. Eurostat, Bloomberg ve Akbank kaynaklarından alınan aşağıdaki grafikler, toparlanmayı çok açık biçimde ortaya koyuyor.
Aşağıdaki grafikte, Avrupa Birliği(AB), Yunanistan, İtalya ve İspanya’nın Cari Açıklarının Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’larına oranlarını, 2007 ve 2013 yılları itibariyle görüyoruz. 2013 yılı verileri yakın bir tahmini içeriyor.
AB ülkeleri, toplam anlamda Cari Açık değil, Cari Fazla veriyor. Yunanistan’ın 6 yıl önceki cari açığı % 14.6 iken, geçen yıl sonunda % 1’e geriledi. İtalya, cari açığını sıfırladı. 6 yıl önce % 10 oranında cari açık veren İtalya, 2013 sonunda %1.4 cari fazla vermeye başladı. Ekonomimiz iyi diyoruz ama yıllardır, Türk Lirası’nın değer kaybetmesine rağmen cari açığımızı % 5’in altına düşüremedik. Bu yıl yine % 5.5 civarında bir cari açık bekleniyor. İşte bu nedenle de, yabancılar yeni bir kur artışı bekliyorlar ve ülkemize yatırım yapmaktan çekiniyorlar.