Türk Lirası’nın son aylarda artan değer kaybı, ekonomi için büyük risk yaratmıyor. Bundan önce euro’ya paralel biçimde değer kaybeden Türk Lirası, son hafta içinde negatif ayrışarak diğer tüm paralara karşı değer kaybetmeye başladı. Bu hareketlilik, bir süredir tedirgin günler geçiren ihracatçı için iyi haber niteliğinde.
ABD dolarının değeri, ABD’de açıklanan ekonomik verilere ve euro/dolar paritesine göre şekilleniyor. Euro/dolar paritesi, 1.08’in üzerine tekrar çıktığı için ABD doları 2.73’lük rekor seviyesinden aşağıya doğru inmeye başladı. Önümüzdeki aylarda, ABD dolarının euro ile eşit bir pariteye ulaşması bekleniyor. Bu beklentiye paralel gelişmeler olursa dolar gittikçe değer kazanacak ve bu gelişme ihracatçımızın ve dış açık sorunumuzun lehine olacak.
Türk Lirası’nın kaçınılmaz devalüasyonundan sonra oluşacak yeni dengeyi takiben hem yabancı yatırımcıların yeniden ülkemizde yatırımlara başladığını; hem cari açıktaki azalışı; hem borsamızdaki yükselişi ve hem de büyüme oranlarımızdaki artışı görebileceğiz. Ancak bütün bu gelişmeler; sanırım seçim sonrasında yaşanacak.
Rezervler yeterli
IMF metodolojisine göre döviz rezervlerimiz yüzde 100-150 referans aralığı
Cari işlemler açığı, şubatta bir önceki yılın aynı ayına göre % 4.4 azalarak 3.2 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. On iki aylık kümülatif cari açık, ocak ayında 43.0 milyar dolar iken, şubat ayında 42.8 milyar dolara geriledi. Enerji ve altın hariç cari denge ise 5.7 milyar dolar fazla verdi. Öte yandan, şubat ayında 3.2 milyar dolarlık cari açığa karşılık, 2.2 milyar dolar finansman sağlandı. Sermaye girişinin cari açıktan daha düşük kalması nedeniyle, döviz rezervleri, aradaki fark kadar, 1.1 milyar dolar azalış gösterdi. Bankalar net anlamda 2.1 milyar dolar borç öderken, diğer özel sektörler ise, net olarak yurtdışından 0.2 milyar dolar borçlandı. Yabancı bankaların yurtiçindeki yabancı para mevduatları 2.6 milyar dolar artarken, Türk Lirası hesaplarında 1.1 milyar dolar karşılığı azalış görüldü.
Reel sektörün açık pozisyonu yüksek
Ekonominin genel açık pozisyonuna bakarsak, aşağıdaki çizelgede görüleceği gibi; sadece, reel sektörün açık pozisyonunun yüksek olduğunu söyleyebiliriz. (Maliye, TCMB, BDDK, Akbank 2014 sonu (Bankacılık Ocak 2014 sonu) verileri - milyar dolar)
“Reel Sektörün Açık Pozisyonu”nun detayına bakarsak, aşağıdaki tabloyla karşılaşıyoruz:
Her yıl bu konuda bir sıralama yapan Forbes’e göre, 2015 yılı başı itibariyle, dünyada 1826 kişi “dolar Milyarderi”. Bunların 197’si kadın, 46’sı kırk yaşın altında, 536’sı ABD’de yaşıyor. Doğal olarak bu listelerde, illegal iş yapanlar ile varlıklarını beyan etmeyenler, paralarını bağışlamış görünenler ve para bolluğu içinde yaşayan siyasiler yer almıyor.
Dünyanın en zengin 50 kişisi arasına girebilen hiçbir Türk yok. Bu elli kişiden dördünün adı biliniyor, ancak görüntüleri ve kişisel bilgileri gizli tutuluyor. Altısının ise hangi ülkenin vatandaşı olduğu; yani, hangi ülkeye vergi verdiği tam olarak açıklanmıyor.
Ülkemizde toplam varlıkları 52.5 milyar dolara ulaşan, 32 dolar milyarderi bulunuyor. Bunların, 30’u İstanbul’da; 1’i Ankara’da ikamet ederken; birisi, Türkiye’deki yatırımlarını yurt dışından yönetiyor.
ABD’deki dolar milyarderinin toplam mal varlığının 2.6 trilyon dolara ulaştığı; Kanada dahil, geri kalan tüm Amerika kıtalarındaki toplam milyarderler varlığının, 550 milyar dolar olduğu anlaşılıyor. Avrupa’da varlıkları toplamı 1.9 trilyona ulaşan, 482 milyarder; Asya ve Pasifik’te varlıkları 1.7 trilyon dolara ulaşan, 532 milyarder; Ortadoğu ve Afrika’da ise,
Euro bölgesi devlet tahvili getirileri, tarihindeki en düşük seviyeye indi. Bu gelişme, Euro bölgesindeki riskli aktiflere talebi attırıyor. Euro bölgesinde, riskli hisseler endeksi (Eurostoxx-50) kriz sonrası en yüksek sevilerine ulaştı.
Euro bölgesinde yüksek cari fazla bulunması, negatif faiz oranı ve Avrupa Merkez Bankası’nın varlık alım programı, Euro bölgesi dışındaki aktifleri cazip kılıyor ve Euro bölgesinden sermaye çıkışını körüklüyor. Bu durum, euro/dolar paritesinde hızlı düşüşe neden oluyor. Euro bölgesinden çıkan sermayenin önemli bölümü ABD, Kanada ve İngiltere’ye gidiyor.
ABD ekonomisi diğer ekonomilerle karşılaştırıldığında güçlü konumda ve bu konumunu devam ettirecek gibi görünüyor. ABD’de işsizlik oranı neredeyse sıfırlandı (%5’lik bir işsizlik oranı, ABD için tam istihdam sayılıyor). Kişisel tüketim harcamaları enflasyonu, %1’in altında ve büyüme %3 civarında.
ABD dolarının euro, yen, pound, Kanada doları, İsveç kuronu ve İsviçre frangına karşı olan değişimini gösteren endeks (DXY), güçlenmeye devam ediyor. Bu endeksin 2001-2007 ortalaması 94.8 iken, 2009-2014 ortalaması 80.5 oldu.
Temmuz 2014’ten bu yana dolara karşı TL fiyatındaki artış oranı %24
Son günlerde ekonomide en çok tartışılan konu, ihracat gelirinin düşmesi; bu düşüşün vergi gelirlerini ve büyümeyi etkileyecek olması ve ihracatçıların sıkıntıya girip girmeyeceği konusu. İhracat gelirinin düşmesi, doğal olarak, cari açığımızın büyümesine de yol açabilecek.
Aslına bakılırsa, ihracat gelirimizin düşmesine rağmen, ihracat miktarımız artıyor. Bu yıl, ihracat miktarı 100 milyon tondan, 103 milyon tona çıkacak. Ekonomistleri kaygılandıran, son üç ayda ihracat gelirlerinin önceki yıllara göre yüzde 6.8 gerilemesi. Geçen yıl ise, ilk üç ay içinde ihracat gelirimiz yüzde 6.2 artmıştı. Öte yandan, en yüksek gerilemelerden biri, tekstil ihracatında görüldü. Mart sonu itibariyle tekstilde yüzde 13.9; hazır giyim ve konfeksiyonda yüzde 14.8’lik bir ihracat geliri azalışı var. Bu ani gerileme, tekstil iş kolunda çalışan üretici ve imalatçıları gereksiz bir tedirginliğe soktu. Oysa, birkaç içinde her şey düzelecek; yeni dengeler kurulacak.
2015 mart ayında, İran’a olan ihracat, ocak ayına göre yarı yarıya düştü; 200 milyon dolar oldu. Ancak, İran’ın nükleer silah konusunda Amerika ile anlaşması, İran’ı bir yatırım merkezi haline getirecek ve yakın gelecekte, bu ülkeye
Büyüme, döviz kuru, faiz oranları ve enflasyon tahminlerinde ve gerçekleşmelerinde, günden güne değişen bir oynaklık görülüyor. Döviz kuru başta olmak üzere, her ekonomik veride ve beklentide, yüksek bir volatilite var. Bu durum, beklentilerin bozulmasına; yatırım kararlarından vazgeçilmesine neden oluyor. Halen, yabancı doğrudan yatırımlar, özelleştirme yatırımları, yabancıların borsamızdaki işlemleri ve iç yatırımlar, neredeyse durma noktasına geldi. Herkes, bulunduğu durumu korumaya çalışıyor ama yatırım yapmıyor. Öte yandan, yurtdışına ciddi anlamda sermaye kaçıyor.
İçinde bulunduğumuz ekonomik süreçteki belirsizlikler, aşağıdaki noktalarda kendini gösteriyor:
- Yapısal reformların yapılıp yapılamayacağı; yapılacaksa, neleri kapsayacağı konusundaki bir belirsizlik var. Eğitim, hukuk, medya özgürlüğü, enerji, bilim ve teknoloji konuları dahil, bir çok konuda 3 yıldır hiç bir tedbir getirilmedi.
- Seçim sonrası belirsizliği, yatırımcıları ürkütüyor. Seçime kadar alınacak popülist tedbirlerin ekonomiye nasıl yansıyacağı; seçimde nasıl bir hükümet modeli ile karşılaşacağımız ve Ak Parti içinden olsa bile, bakanların hemen hemen tamamının değişeceği bir hükümetin neler
26 Mart’ta yapılan Bab-ı Âli Toplantıları, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Yeni Anayasa Çalışmaları Işığında Demokratik Açılım Süreci ve Başkanlık Sistemi” konulu konferansına sahne oldu. Konferansın basına kapalı olan bölümünde Arınç, birçok konuda yeni açıklamalar yaptı. İlginç olanlarını, aşağıya alıyorum:
- Karizması güçlü, lider vasfı olan, 13 yıldır her türlü seçimden başarıyla çıkan, 12 yıldır aralıksız başbakan olmakla son 50-60 yılın rekorunu kıran bir insanın, bir de başkan olduğunu düşünün; diye ödleri kopuyor. Sistem içinde ne konuşacaksak konuşalım; şahıslara yönelik bir endişeleri, zayıf taraflarıyla düşünmeyelim.
‘Hoş karşılamam’
- Benim partimin bir belediye başkanı, beni paralelci olmakla suçluyor. Benim, eşim, kızım, damadım kimsenin ağzında meze, çerez olacak şeyler değil. Özetle, aile hayatımı kimsenin yargılamasına izin vermem. Peki; bana bu yalanı, iftirayı atan adam, hoş karşılanabilir mi? Hayır. “Dinime laf söyleyen, bari Müslüman olsa” diye bir söz var. Ben, evet, bu gruba bir sevgi duydum. Cemaat olarak, o gözle baktım. Yaptıkları her şeyi de hemen hemen beğendim. Okullara, eğitim faaliyetlerine ayrı bir sevgi besledim. Basında,
Kitle imha silahları, ilk kez Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanıldı. 22 Nisan 1915’te başlayan 6 haftalık sürede kullanılan kitlesel imha yöntemleri, savaş tarihini tamamen değiştirdi.
Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar, Almanların kullandığı bombaların % 30’u zehirli gaz ihtiva ediyordu. Sivil Lusitania gemisinin batırılması ile 128 vatandaşını kaybeden Amerika, 1917’de Fransa’ya 2 milyon Amerikan askeri gönderdi. İngilizler ise Birinci Dünya Savaşı’nda Londra’ya zeplinle yapılan hava saldırısının öcünü, İkinci Dünya Savaşı’nda, Hamburg ve Dresden’i bombalayarak aldılar.
Kimyacıların savaşı
Birinci Dünya Savaşı sırasında, yarısı Almanlar tarafından olmak üzere, 124 bin ton zehirli gaz kullanıldı. Almanlarla başlayan gaz kullanımı, kısa süre sonra, İngiliz ve Amerikalıların da gaz bombaları üretimine neden oldu. Kasım 1918’e kadar, ABD’li kimyagerler 65 ayrı ölüm gazı projesi üzerinde çalıştı. Bunlardan birinin birkaç damlası bile, bir ağacı bir saat içinde öldürebilecek güçte idi.
ABD Maryland’deki kimyasal gaz üretim tesislerinde, 48 bin işçi çalışıyordu. Fabrika için 40 milyon dolar harcanmıştı ve burada günde 2 bin kimyasal bomba imal ediliyordu. Birinci Dünya