26 Mart’ta yapılan Bab-ı Âli Toplantıları, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Yeni Anayasa Çalışmaları Işığında Demokratik Açılım Süreci ve Başkanlık Sistemi” konulu konferansına sahne oldu. Konferansın basına kapalı olan bölümünde Arınç, birçok konuda yeni açıklamalar yaptı. İlginç olanlarını, aşağıya alıyorum:
- Karizması güçlü, lider vasfı olan, 13 yıldır her türlü seçimden başarıyla çıkan, 12 yıldır aralıksız başbakan olmakla son 50-60 yılın rekorunu kıran bir insanın, bir de başkan olduğunu düşünün; diye ödleri kopuyor. Sistem içinde ne konuşacaksak konuşalım; şahıslara yönelik bir endişeleri, zayıf taraflarıyla düşünmeyelim.
‘Hoş karşılamam’
- Benim partimin bir belediye başkanı, beni paralelci olmakla suçluyor. Benim, eşim, kızım, damadım kimsenin ağzında meze, çerez olacak şeyler değil. Özetle, aile hayatımı kimsenin yargılamasına izin vermem. Peki; bana bu yalanı, iftirayı atan adam, hoş karşılanabilir mi? Hayır. “Dinime laf söyleyen, bari Müslüman olsa” diye bir söz var. Ben, evet, bu gruba bir sevgi duydum. Cemaat olarak, o gözle baktım. Yaptıkları her şeyi de hemen hemen beğendim. Okullara, eğitim faaliyetlerine ayrı bir sevgi besledim. Basında, televizyonda fevkalade güzel prodüksiyonlar yaptılar; onları izledim. Abant toplantılarına, her zaman katıldım. Ama, olaylar gerçekten hiç bilmediğimiz bir alanda ortaya çıkınca, hükümetin bu yapıyla mücadelesinde görev aldım. Bu insanlara, hiçbir maddi karşılıkta bulunmadım. Sadece, toplantılarında muhabbetimi, sevgimi ifade ettim.
- Bana bu sözleri söyleyen adam, çok iyi biliyorum ki; onların sayesinde belediye başkanı seçildi. Onlara vermediğini bırakmazdı. Ben, 2009’da yeniden başkan seçilmesine karşı çıktım. Yalova Termal’de, Hüseyin Gülerce beni ziyaret etti. Yanında Harun Tokat ve arkadaşları vardı. “Abi sen, Ankara Belediye Başkanı’na karşı çıkıyormuşsun, aman yapma” dediler; onların hatırına, ağzımızı kapattık. Onlara, “Ben onu, Ankara için yeteneksiz ve yetersiz buluyorum” dedim.
- 2014 seçimleri geldi. Yine, “Bu olmasın, adam 25 senedir belediye başkanı; Demirel’i geçmiş” dedim. O zaman yine, Ankara İmamı olduğu söylenen Cemil Kara ve arkadaşları, “Aman abi, sen buna muhalefet etme” dediler. Kimlerin tasdikiyle belediye başkanı olduğunu, biliyorum. Beni “paralelci” olmakla, suçluyor. Ben “paralelci” değilim; ama, o kendini paralelci düşmanı yapmış; cumhurbaşkanımıza yaranmak istiyor.
‘Sözün esiri’
- Gökçek’in parti disiplini nedeni ile konuşmayacak olmasını veya “Başbakanımın emri, demiri keser; talimat verdi, o yüzden konuşmayacağım” demesini, onun hanesine bir artı olarak koyabiliriz. Ancak, söz ağızdan çıktıktan sonra siz onun esiri olursunuz. Söylediklerimi belki hükümet toplantısı sonrasında değil; başka bir ortamda söyleyebilirdim. Ama, o gün, bir şeyler söylemem gerektiğini, kalbim bana söyledi. “Ailemdeki masum insanları mevzu eden bu kişiye bir ders vermek gerekir” dedim.
- Bir şeye karşı olmak, onlara hakaret etmek, hukuk dışında onlara zulüm etmek değildir. Mücadelede, her zaman hukukun içinde kalınmalı; haksızlık yapılmamalıdır. Bu partiyi muhalefet batırmaz; ama, “adaletsizlik”, “hukuksuzluk” batırır; “zulüm etmek” batırır. Mücadelemizi, hukuk çerçevesinde yapmaya mecburuz. Yargıda, ÖSYM’de, bir başka yerde bu yapılanmalar ortaya çıktığında, suç işleyenler mutlaka yargılanmalı ve gerekli tedbir alınmalı. Fakat, öyle kötü bir zamandayız ki, işin bu tarafını bir kenara koyup; beğenmedikleri her adamı “paralelci” olmakla suçlayıp, işine mani olanlar, ekmeğinden edenler var. Adam, onun yerine geçmek için, üstünü şikayet ediyor; “bu vali gitsin, ‘paralelci’, onun yerine ben vali olayım” diyor. Bunları ayırmak mecburiyetindeyiz.
‘Terör sektörü’
- Eskiden, başka türlü şikayet ederdik. YAŞ kararlarıyla, askerler, TSK’dan atıldığı zaman, haklarındaki suçlamalar, “hanımının başı örtülü”, “şu gazeteyi okuyor”, “gizli gizli namaz kılıyor” biçiminde idi. Şimdi, itiraz ettiğimiz kuralları, başkasına uygulamaya kalkıyoruz. Adam işini iyi yapıyorsa, bu kötülüklerin içinde olmamışsa; yaptığımız doğru olmaz. Hiç bir savcı, annesini öldüren bir evlat için bile, “namussuz, ahlaksız, şerefsiz” diye ifade kullanmaz; idamını ister. Ama, Vural Savaş, Refah Partisi’nin kapatılması sırasında, “Bunlar metastaz yapan, habis urlardır” dedi. Bizi, vampirlikle suçladı. Şimdi de, biz, suçlu mu, şüpheli mi olduğunu bilmediğimiz insanlara hakarette; yarışıyoruz. Abdullah Gül, “Devletin bir yüzü vardır, iki yüzü yoktur; o yüzü de hukuktur” demişti. Bir zamanlar mağduru olduğumuz işlerden dolayı, birilerini mağdur etmeyelim. Aksi takdirde, kendimize saygımız kalmaz. O zamanki suçlamalar, ilticacı olmak, laik düşmanı olmak, gerici olmak, yobaz olmak v.s. idi. Bize bu suçlamaları yapanlar bile, “hakaret” etmiyordu. Bu gerici, “haindir”, diye bir laf duymadık.
- Ülkede bir hükümet var, onun başkanı var; iki başlılık olmaz. Çözüm süreci, çok zor bir iş; bunun sonucunu görebilir miyim? Ümit ediyorum. “Millet olmanın tekrar yüksek sesle konuşuluyor olması”, güzel bir şey. Karşımızda bir “terör sektörü” var. Çözüm sürecinin aktörleri de, zaman içinde değişiyor. Çözüm sürecini sona erdirmek; itina, sabır, dikkat, hoşgörü, metanet, kararlılık ister. Bu konuda, ancak “güçlü bir başkan”ın başarılı olacağını, düşünebiliriz. Başkan değil, başkanlık sistemi üzerinde yoğunlaşabilirsek; çoğu muhalifin muhalefetini yumuşatabileceğini, düşünüyorum.
- “3 yıl” uygulaması, olmasa da; bu dönemin benim için son olacağını, uzun zamandır söylüyorum. Ancak, bütün arkadaşlarım için bunu düşünemem. Bir siyasi partinin hafızasının, tecrübesinin, güçlü simalarının o partiye, hayat verdiğini biliyorum. 3 yıl uygulamasının Partimize, ne götürüp getireceğini; seçimlerden sonra göreceğiz.