Avrupa Merkez Bankası (ECB) kurulduktan sonra, doğal olarak, bu konuda ECB ve Avrupa Birliği (AB) içinde birçok düzenlemeler yapıldı. 2011 yılı başından başlayarak, Temmuz 2014’e kadar yapılan düzenlemeler arasında zor durumda olan ECB üyesi ülkelere nasıl yardım edileceği; ECB’nin önce üye ülkelere, sonra da bu ülkelerin şirketlerine, “tahvil satın alarak” nasıl likidite vereceği konuları vardı.
ECB, üye ülke merkez bankaları (NCB) ve finans kurumlarının faaliyetlerine, hem düzenleyici hem de denetleyici biçimde müdahale ediyor. Yani, ECB, sadece piyasaya likidite sağlama görevini değil, bizdeki Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun görevini de yapıyor.
ECB’nin sermayesi
ECB’nin anahtar sermaye (Key Capital) yapısı, verilen kararların nasıl uygulanacağı ve piyasaya nasıl likidite sağlanacağı konusunda, önemli bir gösterge niteliğinde. Key Capital, AB’ye üye ülkelerin milli gelirleri ve nüfusları esas alınarak belirleniyor. Euro sistemine henüz girmemiş AB üyeleri de, ödemeleri gereken sermayenin yüzde 3.75’i oranında Key Capital’e katkı yapıyorlar. Yeni üyeler Euro sistemine girdiklerinde, Key Capital o oranda arttırılıyor ve oranlar yeniden yapılandırıyor. Ülkelerin sermaye
Dr. Selim Soydemir ve Abdullah Akyüz, ‘Sermaye Piyasası ve Borsa’ adlı bir kitap yazdılar. Kitap, İstanbul Borsası’nın kurumsal ve yasal yapısını inceliyor. Kitapta, İMKB’nin Kurucu Başkanı Muharrem Karslı, borsanın ilk günlerini kısaltılmış biçimde şöyle anlatıyor:
“Borsayı Cağaloğlu’ndaki Emniyet Sandığı’nın küçük binasında kurduğumuzdan bir buçuk sene sonra 1987 Ekim’i gibi Karaköy’e geçtik. Etrafımızda hıncahınç bir kalabalık var. Yatırımcılar filan var. Tabii insan bundan hem gurur duyuyor hem de içindeki sorumluluk duygusu daha da derinleşiyor. Karaköy’deki binada yeni bir alım satım sistemi kurduk. Yeni sistemi kurarken, Sermaye Piyasası Kurulu ile epeyce cebelleştik.
Kutu sistemi
Kutu sistemi ilk sistemdi. Sistemi anlatan bir kitap vardı; ‘Kore Borsası, tek fiyat, çok fiyat yöntemi’ diye. Cağaloğlu’ndaki borsayı kurmadan önce Kore’de yapılan bir IMF toplantısına banka genel müdürlerinin peşine takılarak, Kore Borsası’nı incelemeye gitmiştim. Baktım ki oralardaki uygulamalarda hiç böyle şeyler yok. Beni gezdiren mihmandarıma “Tek fiyat, çok fiyat yöntemi nerede” diye sorunca; “Biz o sistemi 4 sene önce kaldırdık. Yaramaz bir sistemdi” dedi.
Ondan sonra Tokyo
Neredeyse her hafta çeşitli kişiler ileti gönderip neden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) eski Başkanı Ahmet Ertürk’ün hala korunduğunu soruyor.
Eski Cumhurbaşkanımızın eski başdanışmanı Ahmet Sever, kitabında Sayın Abdullah Gül’ün gazeteci Ruşen Çakır’ı hapse girmekten kurtardığını ifade etmişti. Abdullah Gül’ün, TMSF eski Başkanı Ahmet Ertürk’ü de korumak için Cumhurbaşkanı başdanışmanı yaptığı; çünkü bu sayede Makam’dan izin alınmadan yargılanamayacağı anlaşılıyor. Bu konuda bir araştırma yaptım ve iddiaların doğru olabileceği görüşüne vardım.
Fethi Çalık yargılanıyor
Birçok zimmet davasından yargılanan ve hatta bu davalardan birinde hapis cezası alan TMSF eski Başkan Yardımcısı Fethi Çalık, zimmetten yargılandığı tüm davalarda TMSF eski Başkanı Ahmet Ertürk’ün de bu kararlarda imzası olduğunu medyada yer alan röportajlarında açıklamış; nedense on milyonlarca dolarlık bu zimmet davalarından sadece kendisi hakkında dava açıldığını belirtmişti.
Sorulara cevap vermiyor
TMSF eski yöneticisi Fethi Çalık, Uzanlar’ın yatlarının satış sürecinde 8.6 milyon lira haksız ödeme yapıldığı için zimmet suçlamasıyla yargılandığı davada, “TMSF Başkanı Ahmet Ertürk ve diğer yöneticiler de
Kuru-luşlar, kendi içlerinde yapabilecekleri işlerin bir bölümünü, firmaları dışında yaptırmak ve bu üretim veya hizmetleri satın almak isteyebilirler. Bu uygulamalara “dış hizmet kullanımı (outsourcing)” diyoruz. Üretimin veya verilen servisin tümünü veya bir bölümünü firma dışından satın almak, firmalara çeşitli konularda esneklik sağlayabiliyor. Dünya ölçeğinde yapılan istatistiklerden, gelişen firmaların yüzde 90’ının dış hizmet kullandığı anlaşılıyor.
1980’li yıllardan itibaren kuruluşlar yaptıkları işlerin bir bölümünü üçüncü şahıslara yaptırmaya başladılar.
Bunun amacı, maliyetlerin düşürülmesiydi. Şimdilerde ise, muhasebe, denetim, teknoloji kullanımı gibi özel hüner ve bilgi gerektiren işler de firma dışında yaptırılıyor. Hatta firmaların sık sık ülkeleri dışından da dış hizmet kullanımına başvurdukları görülüyor.
Temel nedenler
Dış hizmet kullanımının temel nedeni, dışarıdan alınan üretim veya hizmetin, daha süratli, daha iyi ve daha ucuz sağlanması. Kuruluşlar, bazı konularda, kendileri dışında daha becerikli, daha bilgili ve daha büyük kapasitelerle çalışabilen firmalar olduğunu keşfettiler ve işlerinin bir bölümünü, hatta tümünü onlara yaptırarak, kendi
Bir işyerine giren ve çıkan para miktarına, “nakit akışı” diyoruz. Bir kuruluşa belli bir dönem içinde giren ve çıkan paranın bir denge içinde gerçekleşmesi, o kuruluşun yaşayabilmesi için gereklidir. Kuruluşların yaptığı para çıkışları, harcamalardan oluşurken; para girişleri, operasyon gelirlerinden, alınan kredilerden ve ek sermaye girişlerinden oluşur.
Bir kuruluşa giren ve çıkan çeşitli paralar vardır; ancak, “nakit akışı yönetimi” sayesinde, kuruluşun “para deposu” her zaman dolu tutulmalıdır. Para deposu tamamen tükenmese bile, gittikçe boşalıyorsa, “negatif nakit akımı”ndan bahsedilir. Aksine, depo gittikçe doluyorsa, “pozitif nakit akımı” vardır. Bir kuruluşun “para deposu”nun tamamen boşalması, o kuruluşun iflasla karşılaşması anlamına gelir.
Operasyonel kârlılık
Bir kuruluş, nakit akımının tamamını mal ve hizmet satışlarından sağlıyorsa, kuruluşun “operasyonel kârlılığı” var demektir ve kuruluş sağlıklıdır. Kuruluşun büyümesi için, ilave sermaye girişi yapılması gerekebilir. Bu çeşit sermaye girişleri, borsada ek hisse satılması yoluyla da gerçekleştirilebilir. Sermaye girişleri, kuruluşun “negatif nakit akışı”nı karşılamak üzere kullanılmadığı sürece, kuruluşu
Amerikan Merkez Bankası (FED), ilk faiz artışını yapmak için, daha kati veriler bekliyor; ilk faiz artırımın zamanlamasının değil, faiz artırımının hızının daha önemli olduğunu vurguluyor. Ayrıca, faiz artırımının gerçekleşmesi için, enflasyon oranının % 2 hedefine yaklaşacağından emin olmak istiyor. FED’in faiz artışına başlaması, yatırım iştahının gelişmekte olan ülkelere kaymaya başlamasının da başlangıcı olacak. Piyasa, önümüzdeki eylül ayı içinde, FED’den küçük oranlı bir faiz artışı bekliyor. Ancak, bu artış küçük oranlı artış, yatırım iştahının diğer ülkelere kayması için tek başına yeterli olmayacak.
Dövizde sıkıntı yok
Ülkemizin kısa vadeli dış borç stoğu, nisanda mart ayına göre 1.3 milyar dolar azalarak, 128.3 milyar dolar oldu. Kasım 2014 ayında, 138 milyar dolarla rekor seviyeye ulaşan kısa vadeli dış borç stoğu, beş ay içinde 9.8 milyar dolar azalmış oluyor. Bir yıl içinde ödenecek dış borç da, nisan ayında 0.6 milyar dolar azalarak 163.5 milyar dolara geriledi. Dolar cinsi kredi borcunun nisan ayı gerilemesi 1.2 milyar dolar; euro cinsi kredi borcunun gerilemesi ise 0.2 milyar euro oldu.
Önümüzdeki bir yıl içinde ödenecek toplam dış borçlar mart ayında 164.1 milyar
Süleyman Demirel siyasi hayatımızın son elli yılına damgasını vurdu. Ben onun tanıdığı, sevdiği, ilişki kurduğu binlerce kişiden birisiyim. Ona çok yakın olan kişilerle ve yakın akrabaları ile de yakın ve sevgi dolu ilişkim oldu. Süleyman Bey’le her görüşmem sırasında kendisinden yeni bir şey öğrendim.
Kendisiyle ilk tanışmam partisinin bir milletvekili aracılığı ile 1980’li yılların başında Güniz Sokak’ta oldu. Çalışma düzeni, son zamanlarda da olduğu gibi, bir koltuk, onun önünde alçak büyük bir masa ve etrafında onlarca sandalyeden oluşuyordu. O zamanki masanın üzerinde, şimdiki dünya küresi yoktu. Benimle tanıştıktan sonra, benim çalışma salonunun bir köşesinde bulunan küçük odada beklememi istedi. Daha sonra oraya gelerek, benimle baş başa on beş dakika kadar konuştu. Yıllar sonra bile bu konuşmayı anımsadı.
Ben Borsa Başkanı iken, o zaman Devlet Bakanı olan Sayın Tansu Çiller beni Başbakan Süleyman Demirel’e götürdü. Kendisine ekonomi konusundaki görüşlerimi anlatma fırsatı buldum.
Merkez dönemi...
Merkez Bankası Başkanı olduğumda, Cumhurbaşkanı idi. Ayda bir kendisine gider ve ekonomik konular hakkında açıklamalarda bulunurdum. Bana derhal, 20 dakika için randevu verilirdi.
Ak Parti’nin, çok açık bir koalisyon politikası var. Bu politika, mümkün olursa, diğer üç partiyle sırasıyla koalisyon yapmaktır. Önce, zaten her an bölünmeye, birbirlerini aşağıya çekmeye hazır olan, CHP ile koalisyon yapılması denecektir. Önümüzdeki dönemde bozulması kaçınılmaz olan ne kadar yönetim varsa, bunlar, CHP’ye bağlanacaktır. Böylece, zaten gerçekleşecek olan bozulmanın nedeni, CHP’ye yüklenecektir. Bağlanacak bakanlıkların içinde, Ekonomi Bakanlığı da olacaktır. CHP, bir yeniliğe imza atarak, milletvekili seçilmemiş olan Kemal Derviş’i Ekonomi Bakanı yapabilir. Sanırım, Maliye Bakanı da bellidir. Ak Parti - CHP koalisyonu, CHP’nin içten bölünmesi için bulunmaz bir fırsattır.
Orta sağ partilerle yapılan tüm koalisyonlarda olduğu gibi, Ak Parti - CHP koalisyonunda da bir bütün olarak hareket edebilen, Ak Parti’nin güdümü olacaktır.
Bir süre sonra, CHP yıpranınca, Ak Parti CHP’yi sırtından atıp, MHP ile koalisyon yapacaktır. Koalisyon, CHP’den önce, MHP ile de olabilir; sonuç değişmez. MHP de bir süre Ak Parti’ye payanda olacak, işi bittiğinde kapıya konulacaktır.
Yolsuzluk iddiaları...
Ak Parti’nin, koalisyonla bile iktidarda kalması, yolsuzluk iddialarının