Döviz değerin-deki oynaklığın değerlendiril-mesinde Merkez Bankası’nın duruşu da önem taşır. Örneğin, Merkez Bankası’nın Türk Lirası munzam karşılıkları azaltarak piyasaya para vermesi halinde bu paranın krediye kredilerin de yatırımlara dönüşüyor olması gerekir. Aksi takdirde bu tedbir döviz alımına ve döviz spekülasyonuna neden olabilir.
Yine Merkez Bankası’nın belirlediği faizin gösterge niteliğinde bir faiz olduğu ve gerçek faizin piyasada belirlendiği unutulmamalıdır. Düşük faiz her zaman döviz talebi yaratmaz. Piyasaya çıkan paranın döviz talebi yaratabilmesi için yatırıma yönlendirilmemiş olması gerekir. Döviz kurunun artacağı düşünülen bir ortamda Türk Lirası mevduatlarının döviz mevduatına dönüşümüyle sınırlı bir döviz talebi ile de karşılaşabiliriz. Bütçe disiplini ve kontrollü para politikası korunursa kurda dalgalanmalarla karşılaşılsa da sonunda istikrar sağlanır. Zaten önemli olan kurda artış beklentisinin devam edip etmediğidir. Hangi seviyede olursa olsun döviz kurunda bir istikrar sağlanması yani aşırı dalgalanmaların ortadan kalkması bizim için yeterli olacaktır.
Siyasi belirsizlik
Ülkemiz ekonomisindeki gelişmelere en çok siyasi belirsizlik etki ediyor. Siyasi
Trump’ın ABD Başkanı seçilmesiyle, ABD ve Rusya arasında ılımlı politikaların gelişeceğini, Rusya’nın Ortadoğu’da daha güçleneceğini, buna karşılık ABD’nin Güney Çin Denizi’nde gücünü artırıcı tedbirler almaya başlayacağını düşünüyorum. ABD’nin, dünya gücü haline gelmeye çalışan Çin’in pervasızca yayılma isteklerine bir dur diyeceği anlaşılıyor. Kısacası, dünyadaki yeni çatışma bölgesi Güney Çin Denizi olacak.
IMF, CPB, WTO ve Akbank kaynaklarından derlenen aşağıdaki gösterge, dünya ticaret hacmindeki, gelişmekte olan ülkeler ve Çin’deki büyümeyi gösteriyor. Korkulan, Çin’in büyümesi değil, bu büyümeyi silahlanmada ve emperyalist amaçlarla kullanması. Bu gelişmeler olurken, ülkemiz ekonomisine en çok siyasi belirsizlik etki ediyor.
Siyasi belirsizliği ortaya çıkaran etkenler arasında, Suriye’deki savaş durumumuz, Avrupa Birliği ile nereye gidileceği belli olmayan ilişkilerimiz, Rusya’nın yaptığı ittifaklarla üç tarafımızı çevirmiş olması, PKK ve FETÖ ile mücadele, FETÖ mücadelesi nedeniyle el konulan 600’den fazla şirketin yaratacağı üretim ve istihdam düşüşünün etkileri, başkanlık sisteminin getirilmeye çalışılması gibi gelişmeler var.
Ekonomimizde şimdiki ortamda en çok
Son günlerde hem dünya hem Türkiye ekonomisinde ciddi bir çalkantı yaşanıyor. Ancak Türk ekonomisi diğerlerine göre negatif ayrışıyor. Bu nedenle hem dünya ekonomisinde hem de ekonomimizdeki volatiliteye dikkatlice bakmak gerekiyor.
Dünya merkez bankalarından bazıları faiz yükselterek volatiliteyi azaltmaya çalışıyor. Bazıları ise gelişmeleri bekleyerek hareketsiz kalıyor.
ABD doları bütün para birimlerine karşı yükseliyor. ABD’de tahvil faiz oranlarının da giderek yükseleceği anlaşılıyor. Bu gelişmelere paralel olarak tüm dünyada tahvil faizleri de yükselecek. Akbank ve Bloomberg kaynaklarından alınan aşağıdaki grafik ABD dolarındaki yükselme eğilimini gösteriyor.
ABD faizleri yükseliyor
ABD Merkez Bankası(FED), yapacağı ilk toplantıda yeni yıla girmeden faizleri yükseltecek. Bana göre ABD faizlerinin yükseltilmesi geç kalınmış bir operasyon olacak. Bu nedenle, faizlerin 50 yerine, 75 baz puana kadar yükseltilmesi bekleniyor. Normal olarak bu yükselmenin zamana yayılması gerekir. FED’in faiz yükseltmesini takiben bizimki dahil diğer merkez bankaları da referans faizlerini yükseltecekler.
Bu gelişmenin giderek tüm dünyada faizlerin daha üst seviyelerde oluşmasına neden olacağı anlaşı
Dünkü yazımda, son günlerde, döviz kuruyla ilgili spekülasyonların arttığından bahsetmiş, döviz kurunun gerçek değerini anlayabilmek ve gelecekteki gelişmeleri tahmin edebilmek için bazı faktörleri değerlendirmemiz gerektiğini anlatmıştım. Sadece ABD Doları’nın kuruna değil, “Sepet Kur”a, “Dolar Endeksi”ne ve “Reel Efektif Değişim Oranı”na da bakmamız şart. Öte yandan, “Cari Açık” nedeniyle, ülkemize sürekli bir döviz girişinin gerçekleşmesi gerekiyor. Türkiye, ayda 4 milyar dolar civarında döviz girişi yaratmak zorunda.
Döviz değerindeki oynaklık konusundaki beklentileri değerlendirirken, Merkez Bankası kararlarına da göz atmak gerekiyor. Örneğin, Merkez Bankası’nın Türk Lirası munzam karşılıkları azaltarak piyasaya para vermesi halinde, bu para krediye yönlendirilmediği takdirde, döviz alımına ve spekülasyonlara neden olabilir. Düşük faiz, her zaman döviz talebi yaratmaz. Döviz kurunun artacağı düşünülen bir ortamda, Türk Lirası mevduatlarının döviz mevduatına dönüşümüyle sınırlı, bir döviz talebiyle de karşılaşabiliriz. Döviz gereksinimimizin olduğu ortamda, sıkı para ve maliye politikası uygulanıyor, spekülasyonlar önleniyorsa, Türk Lirası faizlerinin değil, döviz faizlerinin
Son günlerde döviz kuruyla ilgili spekülasyonlar arttı. Bazıları kur artışının sağlık işareti olduğunu söylerken, diğerleri ABD doları kurunun 3.75’e kadar çıkacağını savunuyorlar. Bu söylemlerin her ikisi de eksik ve spekülatif.
Geçtiğimiz kısa dönemde hareketli günler yaşadık. Bir darbe girişimi oldu, Suriye’de savaşa girdik, derecelendirme kuruluşları notumuzu düşürdü, Avrupa Birliği Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayabileceğinden bahsetti, başkanlık sistemi yeniden gündeme getirildi, bazı ekonomik birimlere el konuldu. Öte yandan, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışı, ABD’de Trump’ın başkan olması gibi sürprizli global olaylar yaşandı.
Bütün bu gelişmeler yalnız Türk Lirası’nda değil, bütün dünyadaki para birimlerinde ve borsalarda dalgalanmalar yarattı. Bu gelişmelerin ardından bazı ekonomistler Türk Lirası’nda yüzde 10 civarında devalüasyon yaşandığından bahsettiler. Oysa devalüasyonlar devlet otoritesi tarafından yapılan kur ayarlamaları olarak görülmeli. Türkiye’de döviz kuru serbest piyasada değerini bulduğundan devalüasyondan değil, değer kaybından söz edebiliriz.
Kurun gerçek değeri
Döviz kurunun gerçek değerini anlayabilmek ve gelecekteki gelişmeleri tahmin
Dünkü yazımda, ülkemizde yatırım yapan Amerikan şirketlerinin kurduğu bir dernek olan AmCham-Türkiye’nin 12. kuruluş yıldönümünde konuşma yapan, The Dow Chemical Şirketi Başkanı Sayın Andrew N. Liveris’in görüşlerini aktarmıştım.
Amerikan Şirketler Derneği’nin yıldönümü galasında konuşan ABD Büyükelçisi John Bass da önemli konulara değindi. Bass, 17 Eylül 2014 tarihinden beri ABD Büyükelçisi olarak görev yapıyor.
Bass, sözlerine büyükelçi olmak için dünyadaki en iyi yerin Türkiye olduğunu söyleyerek başladı ve aşağıdaki noktalara dikkati çekti:
- Türkiye ve ABD, daha önce olmadığı kadar birbirlerine muhtaçtır.
- İki ülke daha yakınlaşmalı; ülkelerinde ve bölgelerindeki sorunların çözümü için beraber çalışmalıdır.
- Halen, birbirimizi anlamakta zorlanıyoruz. Bizim politikacılar (burada, Hillary-Trump başkanlık yarışını kastediyor), 1 milyon civarındaki göçmen için çeşitli politikalar önerirken; Türkiye’nin dört yılda 3 milyon göçmeni ülkesine kabul ettiğini unutuyorlar. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı sorunları daha yakından görmeli ve anlamalıyız.
- ABD’nin Türkiye’yi bölmek istediğinden bahsediliyor. Bizim böyle bir isteğimiz yoktur. Biz Türkiye’nin istikrarlı, güçlü ve zengin
AmCham-Türkiye, ülkemizde yatırım yapan Amerikan şirketlerinin kurduğu bir dernek. 2004 yılından bu yana Türkiye ve ABD arasındaki ikili ticaretin, yatırımın ve ilişkilerin geliştirilmesi; Türkiye’deki iş ortamının güçlendirilmesi ve uluslararası doğrudan yatırımların teşvik edilmesi amacına yönelik olarak çalışıyor.
Türkiye’de 135’ten fazla ABD şirketinin, 54 milyar dolardan fazla yatırımı var. Bu şirketler, Türk maliyesine yılda 12 milyar dolardan fazla vergi ödüyor ve 60 binden fazla kişiye istihdam sağlıyorlar. Üstelik, bu şirketlerden 15’inin bölgesel merkezi de Türkiye’de ve buradan 94 ülkeyi yönetiyorlar.
Dow Chemical
AmCham-Türkiye’nin 12. kuruluş yıldönümünde konuşan, The DowChemical şirketi başkanı Andrew N. Liveris, ABD Başkanı Obama’nın çeşitli komisyonlardaki danışmanı olarak görev yapmakta; aynı zamanda IBM’in yönetim kurulu üyesi olarak çalışmakta. Öte yandan, dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olmasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapan ‘B Takımı’nın da üyesidir.
Dünkü yazımda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) Başkanlık Sistemi’ni ve bizde uygulanacak sistemin olası farklılıklarını anlatmaya çalışmıştım. ABD’de, Başkan’ın, Senato’nun ve Temsilciler Meclisi’nin seçim dönemleri farklı. Bize getirilmek istenilen sistemde, Cumhurbaşkanı ve Meclis’in aynı süreyle seçilmesi öngörülüyor. ABD’de başkanlar dört yıl, senatörler altı yıl ve Temsilciler Meclisi üyeleri ikişer yıl görev yapıyorlar. ABD başkanları bir dönem daha seçilebiliyor. ABD’de başkan yardımcılarının seçimi ve yetkileri de Anayasa’da düzenlenmiş vaziyette. Ülkemize getirilmek istenen sistemde “Cumhurbaşkanı Yardımcılığı”nın yer alıp almayacağı bilinmiyor. Başkan’ın geçici olarak görev yapamaması halinde, Başkan Yardımcısı, Senato ve Temsilciler Meclisi başkanlarına birer mektup yazarak, “Görevli Başkan Yardımcısı” sıfatını alabiliyor.
Seçiciler komitesi
ABD’de başkanı halk seçiyor gibi görünse de bir ölçüde “İki Dereceli Sistem” var. Gerçekte halk, “Seçiciler Komitesi (The Electoral College) üyelerini seçiyor. Başkan ve Başkan Yardımcısı ise, Seçiciler Komitesi tarafından seçiliyor.
Seçiciler Komitesi, 538 üyeden (Senato üyeleri sayısı + Temsilciler Meclisi üyeleri sayısı +