Önümüz-deki 8 Kasım’da Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Başkan seçilecek. Bizde ise, “Başkanlık Sistemi”ne geçiş tartışmaları başladı. Bizde uygulanacak sistemin, Amerikan Sistemi’ne yakın olacağı anlaşılıyor. Ancak, Amerikan Sistemi’nin “Kuvvetler Ayrılığı” ve “Görev Süreleri” gibi temel prensiplerine ne kadar uyum sağlanacağı bilinmiyor.
ABD’de, Başkan’ın, Senato’nun ve Temsilciler Meclisi’nin seçim dönemleri, farklı. Bize getirilmek istenilen sistemde, Cumhurbaşkanı ve Meclis’in aynı süreyle seçilmesi öngörülüyor. Bu haliyle, bize getirilmek istenilen sistemin, “Partili Başkanlık” sistemi olacağı anlaşılıyor.
Seçim süreleri...
ABD’de, tüm seçimler, sonu çift biten yıllarda, kasım ayında ve ikinci Pazartesi’yi takip eden Salı günü yapılıyor. Gerek Başkan, gerekse Senato ve Temsilciler Meclisi’nin bir araya gelmesiyle oluşan Kongre, seçim tarihlerini değiştiremiyor. Yani, “erken-geç seçim” uygulaması yok.
ABD’de Başkanlar dört yıl, Senatörler altı yıl ve Temsilciler Meclisi üyeleri ikişer yıl görev yapıyorlar. ABD Başkanları, bir dönem daha (toplam sekiz yıl) seçilebiliyor. Ancak, bir Başkan’ın yerine gelmiş Başkan Yardımcısı, iki yıldan az süre görev yapmışsa, azami toplam on
Küresel büyüme beklen-tileri geriliyor. Dünya Bankası ve OECD bu yıl sonunda ortalama %3 küresel büyüme bekliyor. Brezilya ve Rusya düşük petrol ve emtia fiyatlarından en çok etkilenen ülkeler.
Avrupa Merkez Bankası politika faizini sıfırın altına çekmiş, 80 milyar euro tutarında para basmış olsa da ekonomik canlanma sağlayamadı. ABD 2016 yılında %2.4 oranında büyürken, Avrupa Birliği(AB) sadece %1.5 büyüyebilecek. İngiltere’nin AB’den ayrılması da büyüme tahminlerini daha aşağıya çekti. Ayrılma kararının ardından, sterlin dolar karşısında 1985’ten bu yana en düşük seviyeye geriledi. Türkiye-İngiltere ticari ilişkilerinin İngiltere’nin Gümrük Birliği içinde devam edip etmemesine bağlı olacağı anlaşılıyor. İngiltere, Gümrük Birliği’nden ayrılırsa, yeni bir ikili anlaşma imzalamamız gerecek.
Hindistan’ın bu yıl %7.5 büyümesi bekleniyor. Çin ise %6.5 büyüyecek. Bu oranlar, Hindistan için iyi olmasına rağmen, Çin için yeterli değil. Öte yandan, Rus ekonomisinin bu yıl %1.8 ve Brezilya’nın da %3.8 daralacağı anlaşılıyor.
Emtia ve petrol fiyatları
Darbe girişimi, Suriye savaşı, Başkanlık tartışmaları gibi gelişmeler ülkemiz ekonomisindeki belirsizliği arttırıyor. Bu dönemin, güçlü küresel sermaye akımı dönemine rastlaması, ekonomimize olan döviz akımının durmamasını ve kolayca borçlanmamızı sağlıyor. Küresel ölçüdeki düşük faiz seviyeleri, yabancı yatırımcıları getiri arayışına itiyor. Ülkemiz de bu fon akımından payını alıyor.
Bloomberg ve Akbank kaynaklarından alınan aşağıdaki grafikler, küresel uzun vadeli tahvil getirilerinin çok düşük seviyelerde seyrettiğini ve bu görünümün devam edeceğini gösteriyor.
Faiz enflasyonun altında
Gelişmiş ülkelerin hepsinde, genel faiz oranları, enflasyon beklentilerinin altında seyrediyor. Aşağıdaki tabloda, 10 yıllık tahvil faiz oranlarının bile enflasyon oranlarına çok yakın seviyelerde olduğunu görüyoruz. Enflasyon yıldan yıla ölçüldüğüne göre, 10 yıllık tahviller yerine vadesi bir yıldan düşük bonolar esas alındığında, sabit faizli enstrümanlara yapılan yatırımların getirilerin, o ülkenin enflasyon oranının altında olduğunu görüyoruz.
Küresel büyüme geriliyor
Özellikle gelişmiş ülkelerde, potansiyel büyümeye katkı yapan, verimlilik ve yatırım artışı gibi girdiler, önceki yıllara göre azalı
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Rekabetçi Sektörler Programı’nı açıkladığı dar kapsamlı basın buluşmasında ne yapacağını bilen, hedeflerine kilitlenmiş, bürokratlarını seçmiş ve onlarla uyum sağlamış bir görünüm sergiledi.
Dünkü yazımda, 405 milyon euro kaynaklı programın 2026 yılına kadar sürecek yeni döneminde imalat sanayiinde dönüşüm, hizmetler ve yaratıcı endüstriler, AR-GE ve yenilikçilik, teknoloji transferi ve ticarileşme ekseninde geliştirilecek projelerin destekleneceğinden bahsetmiştim.
Bakan Faruk Özlü, TÜBİTAK’ta radikal bir dönüşümün gerçekleştirilmesi ve genel karar mekanizmalarının sadeleştirilmesi konularına önem vereceğinden bahsetti; ayrıca, özel sektördeki araştırma faaliyetlerinin, devletle paralel olması halinde daha verimli sonuçlar elde edilebileceğini vurguladı. Bu konudaki ana yapı yıl sonuna kadar tamamlanacak. 2017 yılı içinde ise, düzenleme yapılacak.
Vurgulananlar
Sayın Bakan, aşağıdaki konulara vurgu yaptı:
- Sınırlı kaynağımızı tahsis edeceğimiz sektörlerin bilimsel olarak belirlenmesi gerekli.
- Tarım arazileri çok geniş ve buralara ot-yaprak vergisi ödüyoruz. Oysa, tarım arazilerinden ayrıştırılarak yeni sanayi bölgeleri açılması
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Rekabetçi Sektörler Programı’nı açıkladı. 405 milyon euro kaynaklı programın yeni döneminde; imalat sanayinde dönüşüm, hizmetler ve yaratıcı endüstriler, Ae-Ge ve yenilikçilik, teknoloji transferi ve ticarileşme ekseninde geliştirilecek projeler desteklenecek.
Programın 2007-2013 yıllarını kapsayan birinci döneminde, kırk üç ilde bölgesel rekabet gücünü arttırmak amacıyla destelenen projelere, 565 milyar euro mali kaynak aktarılmıştı. Yeni program, seksen bir ilimizi kapsayacak. Yeni dönemde, sanayide ve üretimde verimliliğin arttırılması ile cari açığın azaltılmasına katkı sağlanması hedefleniyor; üniversite-kamu-sanayi işbirliğine de önem veriliyor.
Hedefler
Programın hedeflerive temel kapsamı şöyle:
Sanayi alt yapısının geliştirilmesi.
Dünkü yazımda, Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının, rezervlerinin %187’si oranında olduğunu ve derecelendirme kuruluşlarının kararlarında bu karşılaştırmalı yüksek oranın etkili olduğunu söylemiştim. Oysa dış finansman ihtiyacımız rahatlıkla yönetilebilir vaziyette. Ülkemiz dış piyasalara tamamıyla açık durumda. Çevremizdeki ülkelerden ve Arap ülkelerinden ülkemize çok ciddi döviz girişi var. Turizm geçici olarak yavaşladı. Enerji fiyatları lehimize. Özel sektörün gerekli durumlarda dış borçlarını azaltma olasılığı bulunuyor.
Fitch’in de kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyesinin altına çekmesi durumunda, döviz kurları ve faiz seviyelerinde gözlenebilecek artışların bankaların “sermaye yeterlik rasyoları”nı “bir ila bir buçuk puan” düşürebilme olasılığı var. Bu durumda da bankaların büyümesi yavaşlayabilecek; kârlılıkları azalabilecek ve kredi hacmi düşebilecektir. Ancak, Merkez Bankası’nın “zorunlu karşılıklar”ı düşürerek piyasaya para vermiş olması, bu olasılığı tamamen ortadan kaldırdı. Dolayısıyla, not indirim kararlarının döviz piyasasına olası etkisi şimdiden en aza inmiş görünüyor.
Etki ne kadar sürüyor?
Diğer ülkelerdeki tecrübelerden de görüldüğü gibi, not
Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı, rezervlerinin % 187’si oranında. Bu oranın benzer ülkelere göre daha yüksek olması, derecelendirme kuruluşlarının kararlarında etkili oldu. Oysa, serbest kur uygulaması bulunan ülkemizde, dış finansman ihtiyacı “rahatlıkla yönetilebilir” vaziyette. Ülkemiz dış piyasalara tamamıyla açık durumda. Çevremizdeki ülkelerden ve Arap ülkelerinden ülkemize çok ciddi döviz girişi var. Turizm gelirleri geçici olarak düşük seviyelerde. Özel sektörün gerekli durumlarda dış borçlarını azaltma olasılığı, yüksek ölçüde. Bu nedenlerle, derecelendirme kuruluşlarının bu riski kapsayan karar gerekçesi, gerçekçi değil.
Derecelendirme kuruluşları, Türkiye’de kurumsal yapının ve güçlülüğün azaldığına inanıyor. Kurumsal yapının zayıflaması, şeffaflığın azalması ve rekabetçi piyasa serbestisinin duraksaması anlamına geliyor. Yargı sistemimizdeki yozlaşmayı ve basın özgürlüğündeki azalmayı da buna katabiliriz. Ancak, ülkemiz bir darbe girişiminden kurtuldu ve “olağanüstü hal” devam ediyor. Derecelendirme kuruluşlarının, bu konuda biraz müsamahakâr olmaları gerekirdi. Çünkü, yaptıkları not indirimi, sıradan bir indirim olmadı; Türkiye’yi “yatırım yapılamaz” seviyeye
Dünkü yazımda, 2008 dünya ekonomik krizinin ardından, gelişmiş ülke merkez bankalarının mevcudun beş ila on katı para basarak, piyasalarına likidite verdiklerinden bahsetmiştim. Merkez bankalarının parasal genişlemelerinin ülke enflasyonlarında yükselmeye neden olması gerekirken, bu parasal genişlemeler gelişmiş ülkelerde enflasyonist baskı yaratmadı. Gelişmiş ekonomilerde kriz de çıkmadı. Üstelik yalnız merkez bankaları faizleri değil, piyasa, mevduat, kredi ve tahvil faizleri de düştü.
Oysa bu büyük parasal genişleme, gelişmiş ekonomilerdeki krizin en büyük kanıtı durumundaydı. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler ise, kendi vatandaş ve devlet tasarrufları yetmeyince yabancı tasarruflara yönelmek durumunda kaldılar. Güçlü paralara sahip ABD ve AB gibi ülkeler, enflasyona neden olmadan, kendi içlerinde tasarruf yaratamadıkları halde, bastıkları aşırı para sayesinde, sanki ilave tasarrufları varmış gibi, bizim gibi ülkelere yüksek faizlerle borç verdiler. Kapitalizm, yeni bir sömürü aracı bulmuştu.
Standard and Poor’s ve Moody’s gibi derecelendirme kuruluşları ise, gelişmiş ülkelerin içinde bulundukları likidite bolluğunu ve dünya ekonomik krizini göz ardı edip, sudan sayılabilecek