Lokantanın bahçesi ve manzarası da etkileyici.
Önümde 22 Kasım 2009 Pazar tarihli Milliyet yazım. Başlığı: Oğlak tandırı için Antalya’ya gitmeye değer.
Yazıyı okuyor ve 7 Mehmet’teki ikinci deneyimim ile kıyaslıyorum.
Okuyucularım bilir, eleştirdiğim lokantaları iki ölçüt üzerinden değerlendiriyorum.
Cibalikapı-Moda’da sakin ve sıcak bir ortam var. Servis her zaman güleryüzlü. Mönü sınırlı, belki bunun nedeni buranın müşterisinin benzer mezeleri karşısında görmek istemesi
Geçenlerde Cibali’deki mekanlarını sevdiğim bu lokantanın Moda şubesinde bir akşam yemeği yeme şansım oldu.
Cibalikapı değişik soğuk ve sıcak mezeler hazırlayan ve çok sayıda balık seçeneği vermek yerine az sayıda, taze ve mevsimsel balık sunmayı tercih eden bir mekan.
Bu açıdan benim kafama uyuyor. Seviyorum.
Takdir ettiğim bir diğer tarafları da ortam. Ne salaş ne de iddialı. Sakin ve sıcak bir ortam. Servis her zaman güleryüzlü. Önünüz boş kalmıyor, rakınız tazeleniyor, soğuk su ve buz eksik olmuyor ama aşırı ilgi ve gereksiz yere tabak değiştirmeyle sizi bunaltmıyorlar da. Müşteriye saygı belirgin.
Müşteriye saygı fiyat politikalarına da yansıyor. Ucuz diyemem ama fiyat-kalite ilişkisi açısından bakarsanız ve benzerleri yani içkili balık lokantalarıyla kıyaslarsanız kesinlikle listenin ön sıralarında.
Mönü dediğim gibi sınırlı ve her iki lokantada da aynı. Belki bunun nedeni buranın müşterisinin benzer mezeleri karşısında görmek istemesi.
Sebebini sormayın, ağzıma tavuk koymam. Şarköy’deki Akkaya Restaurant’da arkadaş hatırına yedim. Mahmut ustanın özel yemeğiymiş. Küçük bir parça kesip yedim...
Ara sıra kırsal bir mekanda ve açık havada güzel ve cep delmeyen bir yemek yemek istiyor musunuz?
İstanbul’da yaşıyorsanız size iyi şanslar dilerim!
Böyle bir mekan bulursanız lütfen bana haber verin.
Şarköy maalesef İstanbul’dan 2,5 saat uzaklıkta.
Sadece bir yemek kitabı değil, İtalyan mutfağı hakkında çok şey...
Piyasaya Yapı Kredi Yayınlarından yeni çıkan, son derece ilginç bir kitaptan bahsediyorum. Yazarı Elvan Uysal Bottoni. Bir ara National Geographic kanalında calışmış, sinema ve edebiyat tutkunu genç bir kadın Elvan Uysal. Bir de İtalya tutkunu. Bu tutku onu Roma’ya sürüklemiş.
Sonra güzel şeyler olmuş. Elvan Hanım Roma’da beyaz atlı prensini bulmuş ve buraya yerleşmiş. Bizler açısından da iyi olmuş. Olmuş çünkü başka türlü bu kitabı kaleme alamazdı. Alamazdı çünkü böyle bir kitabı kaleme almak için insanın İtalyan yaşam tarzının içine balıklama dalması ve dalgaların üstüne bile-isteye gitmesi gerekiyor.
Elvan da balıklama dalmış engine. Fazla bir plan, program yapmadan... Hangi yöne gideceğini önceden kararlaştırmadan... Akıntıya karşı kürek çekmemiş, akıntı onu nereye çekiyorsa oraya yönelmiş.
Kendisi de kitabında buna değiniyor, "Yazmaya başlayınca kitap kendi hikayesini neredeyse bensiz dokumaya başladı” diyor.
Elvan’ı içine çeken okyanus tabii ki İtalyan insanının sıcaklığı ve İtalyan yaşam kültürünün cazibesi.
Bunları kavramak için her şeyden önce İtalyan kültürüyle haşır neşir olmak
Masters of Wine panelinde Türkiye’nin şarap konusundaki gidişatı ile ilgili konuşuldu
Yabancı, özellikle İngiliz uzmanlara göre, başlıktaki sorunun cevabı olumlu.
5-8 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da ikincisi yapılan Masters
of Wine panelinden çıkan en önemli sonuç bu.
Bendeniz henüz bu panelde yüksek puan alan şarapların hepsini denemedim. Haziran ortasında bu eksiğimi giderip vardığım sonuçları size bildireceğim.
Gene de bu olumlu görüşe katılmamanın mümkün olmadığını belirteyim.
Önümde dört ayrı Sauvignon Blanc duruyor. Üç tanesi yerli üreticilerin. Kavaklıdere Cote d’Avanos, Sarafin Sauvignon Blanc, Kavaklıdere’nin ithal ettiği Şili şarabı Montes ve Likya Sauvignon Blanc.
Amaç, bu şarapları analiz edip not vermek değil. Mekan ülkemizde en sevdiğim lokantalardan biri olan Yedi Mehmet. Antalya’da. Başlangıç olarak önüme
1-2 zeytinyağlı ve Hakkı Bey’in ne yapıp edip bulduğu taze keçi peyniri gelecek. Onlara en uyumlu Sauvignon’u bulmak istiyorum.
Seçim güç olmuyor. Şili şarabı kötü değil ama ben bu şarapların içinde en ucuzu olan Likya şarabını tercih ediyorum.
Yöresel şarap içmek istediğimden mi?
İspanya’daki El Celler de Can Roca’yı bir hafta sonu akşam ziyaret etmek isterseniz altı ay önceden rezervasyon yaptırmanız gerek
İngiliz Restaurant dergisinin 2011 sıralamasına göre şu anda dünyanın en iyi ikinci lokantası İspanyol Can Roca. Danimarkalı Noma’nın hemen ardından geliyor. 2010 senesinde ilk 10’daydılar ama bu sene beş-altı basamak yükseldiler.
İnanılmaz bir başarı.
Bu lokanta ilk kez çekime izin verdi. Benim buranın uzun süreli ve sadık müşterisi olmam ve gastromondiale.com sitemde bu lokanta daha İspanya dışında tanınmadan adlarını Amerika’da duyurmam bunda rol oynadı.
Eğer bu hafta sonu NTV’de “Tadı Damağımda” programını seyrettiyseniz dünyanın en iyi ikinci lokantası seçilmek için ne gibi çabalar gerektiği konusunda fikir sahibi olursunuz.
Yenilikçi İspanyol mutfağının yeni kralı Can Roca.
Torbalı yolu üzerinde Ali Usta sadece tuz, pul biber ve kimyon atıyor kokoreçe. Kekik kullanmıyor. Gerek de yok. Bornova’daki Tat Mahal’de üç pideyi muhteşem buldum
İzmir ilginç bir kent. İzmirliler yemek yemeyi seven ve sık sık yurt dışına çıkıp para harcayan insanlar olmalarına rağmen nedense İzmir’de üst düzeyde pek lokanta yok.
Buna karşılık bazı yöresel lezzetler ve esnaf lokantaları gerçek lezzet durakları. Son İzmir gezimde iki güzel sürprizle karşılaştım.
Bunlardan ilki kokoreç.