Masters of Wine panelinde Türkiye’nin şarap konusundaki gidişatı ile ilgili konuşuldu
Yabancı, özellikle İngiliz uzmanlara göre, başlıktaki sorunun cevabı olumlu.
5-8 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da ikincisi yapılan Masters
of Wine panelinden çıkan en önemli sonuç bu.
Bendeniz henüz bu panelde yüksek puan alan şarapların hepsini denemedim. Haziran ortasında bu eksiğimi giderip vardığım sonuçları size bildireceğim.
Gene de bu olumlu görüşe katılmamanın mümkün olmadığını belirteyim.
Bunun üç ana nedeni var.
Birincisi ve biraz iç karatıcı olanı şu. “Neye göre ilerledik?” diye sormak lazım.
Eskisine göre ilerledik tabii.
Ama eskiden nadiren şarap yapıyorduk. Şarap kisvesi altında ne idüğü belirsiz alkollü meşrubat tüketiyorduk. Bu kadar geri bir başlanıç noktası ile kıyaslayınca ilerlememek mümkün değil.
İkinci neden, yeni oyuncuların sahneye girmesi.
16 Mayıs Pazartesi tarihli Hürriyet gazetesine bakıyorum. Beş kategoride yüksek (83 ve üstü) puan alan şaraplar açıklanmış. Kategoriler şöyle: Yerli Üzümlerden Kırmızı Şaraplar, Uluslararası Üzümlerden Kırmızı Şaraplar, Kırmızı Kupaj Şaraplar, Beyaz Şaraplar, Roze Şaraplar.
34 şarap arasında iki en büyük üreticiden Doluca’nın üç, Kavaklıdere’nin iki şarabı bulunuyor. Kalanların büyük çoğunluğu Likya, LA Wines, Arcadia, Corvus, Büyülübağ, Urla gibi küçük ve orta boy üreticilerin şarapları.
Kabahatliyim, bu konuda daha çok yazmalıyım
Burada şöyle bir durup düşünmek gerekir.
Bu üreticilerin şarapları acaba neden şarapseverler arasında yeterince tanınmıyor?
Şüphesiz bunun ana nedeni ülkemizdeki münhasır sistemi. Lokantalarımızın pek çoğu tek üretici ile çalışıyor ve küçüklere yaşama şansı vermiyor.
Bu durumun sorumlusu sadece tüketiciyi sallamayan lokantalar değil, bu durumu kanıksamış olan yeme-içme yazarları.
“Önce iğneyi kendine batır” denir.
Bendeniz kabahatliyim.
Televizyon programımda munhasır sistemi ile çalışan lokantalara “İçecekler” kategorisinde beş üzerinden yıldız veriyorum ama nedenini rahatça açıklamam mümkün olmuyor.
Gazete yazılarımda ise bu konuya daha çok dikkat etmeli ve okuyucuyu uyarmalıyım.
Şaraplarımızın vites büyütmesinin üçüncü nedeni olarak da Doluca, Kavaklıdere ve Kayra gibi büyük üreticilerin de geride kalmayıp (fiyatlar çok yüksek olsa da) kaliteli yabancı uzmanlar ile çalışarak şarap portföyleri içinde vasatın üstü şarapların sayısını epey artırmalarını da sayabilirim.
İlk üçüne ek olarak bir de dördüncü neden var.
Yeni sepajlar ile denemeler yapılması ve bu sepajların ülkemize uygun klonlarının deneme-yanılma yolu ile bulunması.
Daha işin başındayız ama şu ana kadar başarılanlar ilerisi için umut verici.
Acaba bu başarıların arkası gelecek mi?
Sanırım gelecek.
Başka ne dileyebiliriz?
Küçük üreticilerin önünün açılmasını ve ülkemize uygun fiyatlı yabancı şarapların ithal edilerek tüketici damaklarının eğitilmesini dileyebiliriz.
İşte beğendiğim birkaç örnek
LA Wines Mon Reve: 2010 Chardonnay Chenin Blanc
En iyi sonucu Fransa’nın Loire vadisinde en iyi sonucu veren Chenin Blanc üzümünden, iyi vinifye edilmesi ve uygun teruarı bulması şartı ile dünya çapında aromatik ve ipeksi dokulu şaraplar elde edilir. İzmir-Torbalı’daki LA bağlarından elde edilen ve Chardonnay ile kupajı yapılan Chenin Blanc bayağı iyi bir şarap. Burunda yeşil erik, yeşil elma, beyaz şeftali, çiçeksi aromalar var. Damakta dengeli, asiditesi yerinde. Yaz günü meyve salatası yer gibi bir his veriyor. Bitim kısa değil. Yabancı uzmanların verdiği 89 puan yerinde.
LA Wines Mon Reve:
2010 Tempranillo
İspanya’nın Ribera del Duero ve Rioja bölgelerinde dünya çapında kırmızı şaraplara imzasını atan (örneğin Vega Sicilia) Tempranillo üzümü Torbalı’da iyi sonuç vermiş. Belki fazla derinliği olmayan ama deyim yerindeyse leziz bir şarap bu. Sanki yaban böğürtlenli komposto kaşıklar gibi damakta. Dokusu ipeksi, bitimi uzun değil ama damağınızı büzmüyor, içinizi baymıyor. Eğer genç bağlardan bu sonuç elde edildi ise acaba bağlar eskidikçe nasıl sonuçlar alınacak?
2010 Kayra Viognier
Fransa’da Rhone vadisinin kuzeyinde üretilen ve nefis Condrieu’lere imzasını atan bu beyaz şaraptan ilk kez ülkemizde kayda değer bir örnek elde edilmiş. Elbette bir Condrieu’nun derinliği, zarafeti ve mineralitesi yok bu şarapta ama Yeni Dünya’da üretilen Viognier’lerin iyilerinin arasında. 87 puanı hak ediyor. Bravo!
2010 Likya Pinot Noir
Yabancı uzmanlar bu şaraba 88 vermiş ve katılıyorum. Bordeaux’lar ile birlikte dünyanın önde gelen kırmızı şaraplarının elde edildiği Pinot Noir sepajından ilk kez ülkemizde kayda değer bir şarap elde ediliyor. Likya’nın bağlarının bulunduğu Antalya-Elmalı yöresinde sedir ağaçları var ve bu koku şaraba sinmiş. Üzerine pudra şekeri ekilmiş çilek aroması, toprak ve orman kokuları ile birleşip şarabı burnunuza götürür götürmez çekici kılıyor. Damak da sizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Belki asidite düşük ve şarabın yapısı, Pinot Noir’in potansiyel olarak sahip olduğu ve Fransa’nın Bourgogne yöresinde pek çok örneği olan yoğunluk ve zarafetten henüz uzak. Ama başlangıçta bundan iyisi can sağlığı. Ben şapkamı çıkarırım!
Antalya’da güzel ve çirkin
Çok yakın zamanda NTV ile Antalya ve Denizli turunu tamamladım. Sonuçları birkaç hafta sonra görebilirsiniz.
Antalya’da bir güzel bir çirkin sürpriz ile karşılaştım.
Bana birisi sana bir iyi bir kötü haberim var, derse, önce kötüyü söyle, derim.
Kötü haber şu.
Siz siz olun Antalya’daki 5 yıldızlı CROWNE PLAZA’da kalmak zorunda iseniz iki kez düşünün.
Antalya geceleri uzun. Sizi sabahın köründe telefon ederek uyandırmaları büyük olasılık.
Tabii herkes yanlışlık yapabilir.
Ama ikinci kez olmaz.
Hele özellikle rica edip, yatmadan resepsiyona “bu sabah beni saat 7’de uyandırdılar, aman tekrar edilmesin” dedi iseniz.
Tekrar etmiyorlar.
Ertesi sabah 7’de değil, 6’da uyandırıyorlar!
Buna bir de klima çalışmadığı zaman odanıza gelmeleri için yaptığınız ricanın kaale alınmamasını ekleyin.
Ya başka?
Jilet gibi kayan bir küvet. Son derece kullanımsız bir duş sistemi. El duşundan normal duşa geçmek icin resmen odaya bir marangoz çağırmak gerekiyor.
Sağ olsunlar, sudan da tasarruf ediliyor. İplik gibi akıyor su. Basınç öyle ayarlanmış. Çağırınca düzeltiyorlar ama ertesi sabah aynı oyun tekrar ediliyor.
Bir de güzel sürpriz.
Antalya Kaleiçi bölgesinde Mermerli restaurant sahibi Ercan beyin cömertliği.
Anne tarafından büyükbabam Halit Nazmi Keşmir. Eski Maliye bakanlarından. 49 yaşındayken vefat ettiği için tanımam kısmet olmadı. Ama kendisi İbradılı olduğu için İbradı’yı hep merak ederdim.
Daha ziyaret etmek kısmet olmadı ama Ercan beyin sayesinde İbradı’da harika ürünler olduğunu keşfettim.
Dünyanın en lezzetli mantarları örneğin. Fransızların morilles adını verdiği kuzu göbeği mantarının en iyisi.
Keçi sütünden tereyağlar, yoğurtlar. İnanılmaz bir pekmez (dayım yöre üzümünün ince kabuklu ve enfes olduğunu söyler) ve tahin. Son yıllarda bu kadar yağlı ve lezizini az yediğim tulum peynirleri...
Demek hala bozulmayan, ticarileşmeyen bir iki köşe kalmış ülkede ve benim köklerimin bir kısmı buraya dayanmasına rağmen bilmiyormuşum.
Geç olsun, güç olmasın!