Şarabı makyajlamak kolay geliyor
Son zamanlarda ülkemizde giderek birbirine benzeyen beyaz şaraplar yapılmaya başlandı.
Marangoz atölyesinden çıkmış gibi cilalı tahta kokan, damaktan tereyağı gibi akıp geçen, kısa bitimli, asiditesi aşırı düşük şaraplar.
Kapadokya ve Denizli-Güney gibi beyaz şarapçılığa uygun teruarlardan gelen ve ilk başta bu teruarı yansıtan şaraplar bile giderek standartlaşmaya, şahsiyetlerini kaybetmeye başladı.
Neden acep?
Cevap basit. Şarap konusunda daha emekleme döneminde olan Türk tüketicisinin asiditesi güçlü sarapları sevmediği söyleniyor. Üreticiye de ucuza kokulu meşe yongalar alıp bunu sallandırarak şarabı makyajlamak kolay geliyor.
Torosların eteğindeki bağlardan gelen Likya Sauvignon’u yudumlarken asiditeyi hissediyorum. Şarabın gerçek bir belkemiği var. Bitim kısa değil. Keçi peynirine olsun, Hakkı Bey’in olağanüstü salatalarına olsun, karşı koyuyor, kendisini ezdirmiyor, bu şarap.
Düşünüyorum.
Acaba bizim tüketici dünyanın en iyi Sauvignonlar’ını içse ne der?
Şili’yi boşverin. Hatta Yeni Zelanda’yı bile. Tabii ki hepsi Fransa’da Loire bölgesinde yapılıyor en iyi Sauvignon’lar.
Örneğin bir Francois Cotat ‘Mont Damnes’, Edmond Vatan ‘Clos Neore’, Didier Dagueneau ‘Silex’.
Hiçbiri damaktan sıvı yağ gibi akıp geçmez bu şarapların. Hepsi çelik gibi belkemiği olan yüksek asiditeli bu şarapları yudumlarken titreyip kendinize gelirsiniz. Damakta iz kalır.
Hayal kırıklığına uğratmıyor
Ülkemizde bu düzeyde beyaz şaraplar yapılabilecek mi?
Sauvignon üzümünden biraz zor. Bağların yaşlanmasını beklemek lazım. Yaşlansınlar ki kökler daha derine nüfuz etsin, toprağın mineralini çeksin.
Ama ülkemizde bu tip özellikleri olan bir beyaz sepaj var.
Emir üzümünden bahsediyorum.
Nasıl kanımca ülkemizin en ilginç kırmızı sepajı olan Boğazkere’nin değerini bilmiyor ve kötü vinifye ediyorsak Emir’i de iyi vinifye etmiyoruz.
Ama istisnalar da var.
Örneğin Doluca. Emir’le Sultaniye’yi harmanlıyor. Basit ama dengeli ve hoş içimli bir şarap elde ediyor.
Ya tek başına Emir?
Yakın zamanda denediğim en iyi Emir LA şarapçılığa ait. 2010 Mon Reve Emir.
Mon Reve yani “Rüyalarımın Emir Şarabı” dersem biraz abartmış olurum.
Ama basbayağı başarılı. Aromatik. Özellikle burunda bıraktığı kayısı ve şeftali gibi yaz mevveleri, yeşil erik aroması çok hoş. Biraz daha havalanınca kavun ve kavrulmuş kabak çekirdeği gibi aromalar da oluşuyor. Damakta da sizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Orta damak var. Boş değil. Asidite biraz daha güçlü ve bitim daha uzun olsa 100 üzerinden 90’ı hak eder. Bu haliyle bile 86-87 verilir ve bu büyük başarı.
LA şarapçılıktan söz açılmışken bir de La Smyrna Sauvignon Blanc-Trebbiano kupajindan bahsedeyim. Sanırım 15 TL civarı piyasaya sürülecek bu şarap da şahsiyetli. Ülkemizdeki klasik Sauvignon’lardan temel farkı kupaj olması ve yüzde 50’ye yakın Trebbiano üzümü kullanılması.
Trebbiano ve Sauvignon birbirlerini sevmişler. İtalya’nın Abruzzo bölgesinde pahalı olmayan ilginç şaraplara imzasını atan Trebbiano (örneğin Valentini Montepulciano d’Abruzzo) İzmir’in sıcak iklimine de uyum sağlamış. Ortaya Sauvignon’a özgü yeşil elma ve otsal aromaları olan ama Trebbiano’nun kavrulmuş fındık aroması ve gövde eklediği dengeli bir şarap çıkmış.
Farklı ve kabuklu deniz ürünleriyle uyum sağlayacak bir yaz şarabı arıyorsanız deneyin derim.
20 TL altında olan ve tavsiye edebileceğim çok az şaraptan biri.